
Hazret-i Âdem’le Başlayan Serüven
Kur’ân’ın ve insanlığın ilk hikâyesi olan Âdem kıssası her insanın öğrenmesi gereken nükteleri haizdir. Bu yazımızda Âdem kıssasından bahsedeceğiz.
Hazret-i Âdem yeryüzünde yaratıldı, meleklerden üstün olduğu sergilendikten sonra eşiyle birlikte cennete yerleştirildi. Hatta Kur’ân’ın delaletiyle birçok müfessire göre insanın nesli (soyunun devamı) cennette oluşmaya başladı. Cennet insanın sılasıdır bu yüzden.
İnsanı daha yaratırken diğer varlıklara üstün kılmıştı Mevlâ. Onu yeryüzünün halifesi yapacaktı zira. Ve “Biz, insanı en güzel şekilde yarattık.” diye vahyetti. Melekler “halife”yi kıskanınca da Âdem’e bütün isimleri öğretti. Sonra bu isimleri istedi meleklerden. Sayamayan melekler Yaratan’ı tenzih ettiler hemen. Hatalarını anlamışlardı. Allah isimleri isteyince Âdem’den, hepsini sayıp döktü insanlığın atası.
Bir vakit te Allah emretti meleklere: “Secde edin Âdem’e!” “Hemen hepsi” secde etti. Tek istisna İblis’ti. Emre isyan edip kibirlendi ve kafirlerden oldu. Ahirete değin insanlara çelme takacak olan da bu ifritti. Derhal Allah’ın rahmetinden kovuldu. Adı “Kovulmuş Şeytan”, “Lanetli Şeytan” oldu.
Bundan sonra Hakk Teala ilk atamızla eşini cennete yerleştirdi. Orası tam bir rahatlık ve lütuf diyarıydı. Cennette susamak, sıcaktan bunalmak, üşümek, yorulmak, geçim derdi için çalışmak yoktu. Rahman, oradaki hayatları sürsün diye onlara bir ağacı yasakladı: “Ey Âdem! Senle eşin cennete yerleşin, orada dilediğiniz şeyden yiyin-için; ama şu ağaca hiç yaklaşmayın. Yoksa olursunuz zalim.” buyurdu.
Onlara koyulan bu yasak Şeytan’ın vesveselerine kanmamayı da barındırıyordu. Çünkü Şeytan insanın apaçık düşmanıydı. “Ve dedik ki Ey Âdem! Senin ve eşinin düşmanıdır Şeytan, dikkat edin de sizi çıkarmasın cennet yurdunuzdan…”
Anne babamız, “yasak ağaca yaklaşmama” emrinin Şeytan’la ilgili olduğunu bizzat yaşayacakları bir vak’ayla öğrenecekti. İşte bu da hikayenin nukta-i nirengîsi. Nitekim Lanetli, Hz. Âdem’e vesvese verdi hiç vakit kaybetmeden: “Ey Âdem, sana sonsuzluk ağacını ve hiç bitmeyecek bir mülkü göstereyim mi?”
Cennette yasaklanan o ağacın yaygındı bin yıllar sonra elma olduğu söylentisi fakat bu, Hristiyanlardan, bizim dini kültürümüze sokulmuş hurafeden başka bir şey değildi.
Yasaklanan şey İslâm kültüründe, meyve değil ağaç (/yasak ağaç) olarak karşılık bulmuştu. Doğru olan da buydu. Hidayet kitabımız Kur’ân-ı Kerîm, haşa ne bir romandı ne de bir tarih kitabı. Mevlâ’mız onda, ayrıntıya değil mesaja önem veriyordu. Şüphesiz burada bir remz söz konusuydu. Sonuç olarak, ağacın ismini değil onunla ilgili yasağın delinmiş olduğunu bilmemiz esastı ve gerçek şu ki Hazret-i Âdem, Şeytan’ın yalan yeminine kanarak yasak ağaca yaklaşmıştı.
Vak’anın devamını yine en doğru kaynaktan, Kur’ân’dan aktaralım: “Ey Âdem, bu Şeytan sana ve eşine düşmandır, dikkatli olun da sizi cennetten çıkarmasın sonra yorulur sıkıntı çekersin, dedik. Şüphesiz cennette aç kalmazsın, açıkta (giysisiz) kalmazsın, susamaz ve sıcaktan bunalmazsın. Şeytan hemen Âdem’e şöyle söyledi: Ey Âdem, sana sonsuzluk ağacını ve bitmeyen bir saltanatı göstereyim mi? İkisi ağaçtan yer yemez kendilerine avret yerleri göründü. Üstlerini cennet yaprağıyla örtmeye çalıştılar. Âdem Rabb’ine asi olup yolunu şaşırdı.”
Hazret-i Âdem’le eşi kesin yasağa rağmen uyuverdiler Şeytan’a. Bu konuda Hazret-i Havvâ’yı “suçlayan” her ifadenin yanlışlığını bildirmek boynumuzun borcudur aslında. “Şeytan, ikisinin ayağını birden (aynı anda) kaydırdı” buyrulmuştu ilahi kitapta. Buna rağmen ‘kadın şeytandır’, ‘kadın kötülüğe çağırır’ gibi batıl dinlere ait ruhsuz ifadeler meatteessüf hâlâ bazı müslümanların sözlerinde fütursuzca.
Hazret-i Havvâ’nın kışkırtma suçunun olmadığı ortada iken bu vak’ada Allah, (c.c.), Hazret-i Âdem’i pek azimli bulmadığını bildirmişti yasak konusunda: “Bundan önce Âdem’den bir ahit almıştık ta o unutuverdi. Biz onu bu konuda azimli bulmadık.” Üstelik Hazret-i Âdem’in isyan edip haddi aştığını aktarmıştı Mevlâ’mız Tâhâ Sûresi’ndeki bu ayetin devamında. Amacımız Allah’ın hikayeyi nasıl anlattığını göstermektir Hazret-i Âdem ile eşinin şahitleri bulunmayan bu mevzuda.
Hazret-i Âdem: “Ya Rabbi, şeytan bizi yalan bir yemin ile kandırdı. Ağaçtan yersek sonsuza kadar cennette kalacağımızı söyledi.” diye anlattı Mevlâ’sına. Tabi ki doğruyu söylüyordu Hazret-i Âdem, ama yaptığı izah engel olamamıştı cennetten çıkarılmasına. Daha doğrusu, o, kendine zulmettiğini itiraf edip tevbe istiğfara yönelse de bu, cennetten indirilmemeleri için güçlü bir set olamayacaktı ilk insanlara. İşte burada mutlak olarak anlamış oluyoruz Allah’ın uzak durun dediği şeylerde bir bahane aranamayacağını ve kesin yasaklarında.
Geldik; cennete geri dönebilme hususuna. Bu konu, ilahi mektupta şu lafızlarda: “Şeytan ikisinin birden ayağını kaydırdı da onları oldukları yerden çıkardı. Biz de ‘Birbirinize düşman olarak oradan inin!’ buyurduk. Artık yeryüzünde yaşayıp faydalanırsınız orada.”
Şeytan cennetten (rahmetten) daha önce kovulmuştu şimdi de anne babamız cennetten indiriliyordu ancak bir fark olacaktı arada. Şeytan bir daha cennete giremeyecek, anne babamızla soylarındaki çocuklar ise öldüklerinde dönebilecekti sılaya.
Önemli bir hususu daha anlatalım burada. Bakara Sûresi’nun 26-28. ayetlerinde Allah neden “cennetten inin” diyor iki defa? Yasak çiğnenince birinci “oradan inin” emri geliyor. Hazret-i Âdem kendisini Rabbinden aldığı tevbe dualarıyla affettiriyor bu sırada. Bazı müfessirlere göre artık bebek taşıdığı için Hazret-i Havvâ, “(neslinizle birlikte) Hepiniz cennetten inin” diye emrediliyor ikinci “inin” emrinin zımnında. Hem ilk insanlar dünyada ne yapacaklarını bilmedikleri için hem de nesilleri cenneti görmediği için Mevlâ’mız açıklıyor bunu da: “Yeryüzünde benden size hidayet ediciler (peygamberler) geldiğinde hidayetime uyarsanız size bir korku ve hüzün yoktur ukbada.” Yani korkmayın, benim dosdoğru yolum sizi yine cennete götürür mutlaka.
Şeytan’ın, insanı cennetten çıkarmak için kurduğu tuzak -ki onun tek gücü vesvesedir, fiziki güç kullanamaz- sebep olmuştur utanç verici bir vaziyet yaşanmasına. Çünkü annemizle babamız yasak ağaca yaklaştığında vücutları açılmış, üstlerine cennet yapraklarını örtmüşlerdir utana sıkıla. Lütuflar diyarında insanlara bunu yaşatan kovulmuş Şeytanın hiç durmadığı ve çıplaklığı hilelerle kullandığı açıktır. Öyleyse bu imtihanı geçenlere ne mutludur ahiret hayatında! Zira cennette, başkaları şahit olmadığı halde “çıplaklık” uygun görülmemiş ve o hal insanı götürmüştür cennetten ihraca, mahrumiyete, ayrılığa.
Bir kısmı cennette başlayan bu serüvende kimimiz mutlulukla dönecek öz yurduna kimimiz de insanoğlunu cennetten ırak düşüren Şeytan’a komşuluk edecek eziyet dolu ebedi mekanında. Duamız odur ki bizi serüvenini cennette tamamlayanlardan eylesin Mevlâ. İman edip salih ameller işleyenlerin ahiretteki yurdu ve mükafatı ne güzeldir! Kurtuluş, nimetler, bahçeler, selamet, korkusuzluk, sevdiklerimizle beraberlik ve cemali Mevlâ.
Selam, hürmet ve duayla…
Gülhan Yılmaz
(Tefsir Bilim Uzmanı / Kur’ân-ı Kerîm Öğreticisi)



