
Türkiye Yazarlar Birliği Bolu Şubesi
Töreli Türk Edebiyâtı Okumaları – 111
Türkiye Yazarlar Birliği Bolu Şubesi tarafından tertîb edilen Töreli Türk Edebiyâtı Okumaları 111. haftasında (10 Mayıs 2024 Cumâ, 17:30), Doç. Dr. Erhan Çapraz’ın “Türk Dilinde Töresözler: Atasözleri” başlıklı musâhabesiyle devâm etti.
Erhan Çapraz, konuşmasını “ata” kelimesinin mânâ ve mazmûnları üzerinden inşâ etti.
Çapraz, konuşmasında töresözleri şu temel esaslar dâhilinde ele aldı:
Eski Türkçede “ata” (baba), “Cet, dede, büyük baba ve aynı soydan daha önce yaşamış olan kimse” demektir. “Ata yâdigârı”, “Atalar yurdu” ve “Atalarsözü” şeklindeki misallerde görüleceği üzere, kelime ilkin atadan ataya vâris yoluyla bize ulaşan kıymetler içün kullanır.
Halk ağzında ise kelime, “baba” mânasına gelir ki Âşık Paşa’nın da “Nitekim doğduydu Âdem atamız / Doğdu koptu atasız ve anasız” şeklinde ifade ettiği üzere aslında sözün asıl kaynağını da bize açıkça işaret eder. Yâni Veled Çelebi İzbudak’ın tam isabetle belirttiği üzere atasözlerinin ilk icrâcıları, peygamberler ve hakîmlerdir.
Üçüncü olarak “Korkut Ata”da görüldüğü gibi kelimenin Eski Türkler’de yaşlı, saygı değer ve hakîm kimselerin ismine eklenerek kullanılması, bize anonim gelenekte Türk atasözlerinin temel odağının “Dedem Korkud” olduğunu açıkça bildirmektedir. Yâni tarihî süreç içerisinde Korkut tipi odağa bağlı olarak Türk atasözlerinin icrâsı söz konusudur. “Ata erki”, “atabey” ve “atacılık” (ceddâniyet) gibi kelimenin çeşitlenmeleri de doğrudan bu odağa bağlıdır. Tüm bunlar toplumda baba otoritesinin birer tezahürleridir. Bu otoritenin yukarıdaki söz konusu odağa bağlı olarak Alevîlerde “dedelik”; Bektaşîlerde de “babalık” kurumu etrafında hâlâ yaşatıldığını söylemekte ise büyük fayda vardır.
“Ata” kelimesinin hakikat alanı dâhilinde düşünmemiz icap eden diğer sesteş kelimemiz ise “İhsân, bağış; bağışlama, af” mânâlarına gelen Arapça “‘atâ’” kelimesidir. Dolayısıyla atasözünün bu ‘atâ’ tarafı ise sözün hakikatını doğrudan Cenab-ı Hakk’a bağlar. Yâni söz, hikmetinin hakikatına bağlı olarak O’nun (C.C.) başta peygamberler olmak üzere biz kullarına ihsânını taşır. Nitekim şu misâllerde bunu açıkça görebiliriz:
“Hakk’ın bize bir atâsıdır bu” (Muallim Nâci).
“Hakkın eğerçi rahmeti bî-had atâsı bol” (Fıtnat Hanım).
“Safâ vü Merve hakkıçün bize kıldın atâ geldin
Safâ kesb eylesin kalbin safâ geldin safâ geldin” (Zâtî).
“Erişti nâgehan enfâs-ı rahman
Atâ etti bana bûy-ı firâvan” (Şemseddin Sivâsî).
“Ni’met-i vaslın atâ kılsan n’ola âşıklara
Hân-ı fazlından ne gider doysalar ger cümle aç” (Niyâzî-i Mısrî).
Atasözlerinin esası bir mesele dayanır. Mesel, mecazlı bir mânâ kazanıp kalıplaşarak atasözüne dönüşür. Zira, “El-mecâzü kantaratü’l-hakîka” fehvâsınca mecâz hakikatın köprüsüdür. Bu yüzden atasözleri töreli edebî gelenekte, istişhad, telmih ve irsâl-i mesel olarak çokça kullanılır.
Arapçası “mesel”; Farsçası ise “pend” olan kelimenin meselden masala da uzanan töreli bir tarafı da vardır. Meselâ Çuvaşlar’da comak ve samah, oranlama, bazı Altaylılar’da ülgercomak, Kazan lehçesinde eski söz, Kırım lehçesinde kartlar sözü, hikmet, Doğu Türkistan’dan Kırım’a kadar uzanan sahada makal, Türkistan, İran ve Afganistan Türkmenleri’nde bunun yanı sıra nakıl, Doğu Türkistan’da tabma, ulular sözü, Kerkük ağzında darb-ı kelâm, emsâl ve cümle-i hikemiyyeden başka deme, demece, deyişet, eskiler sözü, bazı Anadolu yörelerinde ise deyişet ve ozanlama denilmesi bize bunların misalden mesele uzanan hakikatını açıkça verir.
Bazıları bunların başlı başına bir edebî nev’ olmadığını; günlük dili süslemek, ifadeye canlılık vermek gibi bir vazife gördüğünü düşünseler de durum hiç de böyle değildir. Zira bunların da kabul ettiği üzere atasözlerinin çok defa ölçülü ve kafiyeli olması, yâni bir şiir şeklinde bulunması ve mecâza bağlı pek çok söz sanatını içermesi atasözlerinin sözün asıl pınarından kaynaklanan bir tür olduğunu bize açıkça gösterir. Bu yüzden Kâşgarlı Mahmud Dîvânü lugāti’t-Türk’ünde bunları “sav” başlığı altında verir. Bugün bu kelime “savcı” adıyla hâlâ yaşatılmaktadır. Dolayısıyla atasözleri, tıpkı Kur’ân’daki kıssalar gibi bize kıssadan bir hissenin hakikatını verir. Bu yüzden Araplar atasözlerini hikâyelerin özeti olarak kabul ederler. Yâni bunlar kısa ve en veciz misalleri teşkil ederler.
Sözün töreye bağlı hakikatına bağlı olduğu içün
her millet ve kavmin dilinde atasözleri var olmuştur. Yazıya geçmiş ilk atasözü örneklerine Mezopotamya tabletlerinde rastlanmıştır. Tevrat’ta “Süleyman’ın meselleri” diye anılan sözlerle bunlar arasında bir ilgi bulunduğu ortaya çıkmıştır. Sümerler’in atasözlerinden bir eğitim vasıtası olarak okullarında faydalandıkları bilinmektedir. Bugün dünyanın birçok milletinin kullandığı atasözleriyle Sümer atasözleri arasında bir paralellik bulunduğu belli olmuştur.
Türk atasözlerinin yazıya geçirilmiş en eski örneklerine VIII. yüzyılda Orhon yazıtlarında rastlanmaktadır. Uygur alfabesiyle yazılmış metinlerde de sav adı altında eski Türk atasözlerinden örnekler görülmektedir. Kâşgarlı Mahmud ise Türk atasözlerinin adı bilinen ilk derleyicisidir. Öte yandan aynı yüzyılda Kutadgu Bilig’i ile Yûsuf Has Hâcib ve Atebetü’l-hakāyık’ı ile Edib Ahmed Yüknekî de atasözlerini nazım sahasına başarılı bir şekilde sokmuşlardır.
Daha sonra yazılmış ve yazıldığı çağda kullanılan atasözlerine geniş bir şekilde yer vermiş eserler arasında Dedem Korkut Kitabı önemli bir yer tutar. Bu kitap, Oğuz Türkçesi’yle söylenmiş atasözleri bakımından oldukça zengindir. Dedem Korkut Kitabı’nın giriş bölümünün yanı sıra içindeki hikâyeler arasına serpilmiş bir durumda geçen atasözleriyle Berlin Devlet Kütüphanesi’ndeki “Oğuznâme” diye adlandırılmış metinde bulunan atasözleri ve Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde kayıtlı diğer bir Oğuznâme’degeçen atasözleri birbirlerinin hemen hemen aynıdır. Gene XV. yüzyılda düzenlenen ve bir tıp kitabı sonuna konulmuş Kitâb-ı Atalar adlı yazmada yer alan atasözlerinin birçoğunun günümüze kadar gelmiş olması ayrıca dikkat çekmektedir. Bir misal olması içün eserin girişini paylaşılmasında büyük fayda vardır:
“Haza Kitab-ı Atalar Bifermayed Oğullara
Bismillahirrahmanirrahim
Her işin evveli bismillahirrahmanirrahim ola ne kadar müşkil iş varsa yardımcısı ola. Akıl ile irdi, dü-cihanı haktan gayrı bulmadı. Her kime hak gerekse nimetine şükreylesün, gönlünden gidermesün, müdam anı zikreylesün. Hem Resuline salâvat ve selâm-ı bî-had, bî-payan. Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, bunlar İslâmı eyledi ayan. Hasan, Hüseyin, Hamza dükeline fikrin olsun. Hak Taalâ buyurur: Velekat kerremna beni ademe.” Ademî oldur ki hak söz ile amel eyleye. Her sözü kancaru varur aklile ol söyleye. Sözüm çok; dürlü dürlü, her biri bir suretten gelür. Aklı olan hak sözü bulduğu yerde alur. Atalar sözü Kuran’a girmez yanınca yilişür. Pes bu söz ol söze hakikatte bulışur. Söylenmemiş söz cihanda herkes olmaya; söylenmişi gönlüne yaz, söylenen girü gelmeye. Cihanda gizli söz olamğıçün aşikâr, ol sebepten ad virildi buna Kitab-ı Atalar. Okuyanlar, dinleyenler olmasun hor u zelil. Bu sözleri cem idene tevfik-i iman virsün Celil. Bu kitap pür pend ile (?) hatmoldukta tamam, hicretin sekiz yüz seksen beşi olmuştu, vesselâm. Geldük imdi atalar sözin söyleyelüm, her biri ne dimiş öğüdini şerheyleyelüm. Atalar eydür:
1. Ulu sözi yirde kalmaz: Büyüklerin sözü altın gibidir. Yerde kalmaz, biri almazsa öbürü alır.
2. Ulusın bilmiyen Tanrısın bilmez: Büyüğünü bilmeyen Allah’ını bilmez.
3. Uluların sözü Kuran’a girmez illa yanınca yiler: Büyüklerin sözü, Kur’an ayetlerinden değilse de, delâlet ettiği mana itibariyle ondan aşağı kalmaz.
4. Ulular öğüdin tutmıyan uluyu kalur: Ulu sözü tutmayan uluyu kalır.
5. Önin anlamayan sonun tanlar: Bir şeyin iptidasını anlamayan sonunda şaşar kalır.
6.Başkalarının konuştuğu sözü gizlice dinleyen kendi ayıbını işitir.
7.Bir kere görmek ve görüşmekle bir şeyin yahut bir kimsenin mahiyeti anlaşılamaz.
8.Namert kimselerin yaptırdığı köprüden minnetle geçmektense, suya düşüp boğulmak daha iyidir.
9.İstişare edecek kimsen yoksa başına giydiğin külahını (şapkanı) önüne koy, onunla istişare et.
10.Ölüp kurtulduğu yetişmiyormuş gibi bir de ceviz ağacından tabut ister.
11.Hilekârın kazandığı kaltabana (namussuz, yalancı, hilebaza) nasip olur.”