Anadolu İrfanı ve Tebâbet
Ben Anadoluyum…
Yıllar yılı susuz kaldım, yıllar yılı aç…
Ben Anadoluyum, acılı, mahzun;
Bende bitmez tükenmez dert kulaç kulaç…
Yavuz Bülent Bakiler
Anadolu… Yitik zamanların efsanesi… Masalların vazgeçilmez diyarı… Bir baştan bir başa cennet vatan… Toprağı, suyu, kokusu… Her şeyiyle eşsiz bir nimet… Şairlerin mısralarında dokunmaya, incitmeye korktuğu ve hep yanında yöresinde dolaştığı sanki hiç yaşanmamışlığın coğrafyası…
Hangi kelime hangi tümce hangi cümle hangi tanım Anadolu’yu anlatmaya, tarif etmeye ve özetlemeye tam anlamıyla yeter?? Yüreklere serpilecek hangi kelime bir nebze de olsa dindirir şairlerin, sultanların, hükümranların ve daha birçoklarının yürek yaygınını söndürmeye?
Yüzyıllardır ağır darbeler almış, zamanı gelmiş silinmeye yüz tutmuş, var olma mücadelesi vermiş, uzakları yakın, uygarlıkları uzlaştıran meşhur topraklar. Çağlar öncesinden çağlar sonrasına ulaşan bir yolculuğun adıdır Anadolu.
Hitit, Roma, Frigya, Asur, Pers, Lidya, Moğol, Urartu, Bizans, Selçuklu, Osmanlı ve daha niceleri… Bu topraklarda ilim, bilim, kültür, ticaret, din, savaş, barış gibi birçok münasebetler ve etkileşimler olmuştur.
Ozan Hacı Gürhan’ın da şiirinde söylediği gibidir aslında.
Bir yanımdan şafak sökerken bir baştan bir başa,
Her gün selam veriyor güneş kurda kuşa.
Dört mevsim bir yaşarım, yok cihanda böyle eş,
Akşam sefasından ufuklardan batıyor Güneş.
İşte ben Anadolu’yum, yiğidim çatıktır kaşım,
Bir babanın öz oğluyum, yedi kardaşım.
Yedi oğlum var biri Aras’tır, bir ucunda serhat,
Bir kızım var Dicle’dir, bir oğlum var Fırat,
İki ikizim var Seyhan-Ceyhan kıskançlık verirler ya da,
Her nesneye can verilir, yeşil Çukurova’da.
Bir oğlum var, uzun boyludur rengi kızıl ya,
Bir kızım vardır, kaşları hilaldir adı Sakarya.
İşte benim ben, ben Anadolu’yum.
Anadolu anıldığı zaman derin bir iç çekilir. Hasret, özlem, vefa, aşk…Faruk Nafız’ın Han Duvarları’nda tasvir ettiği ateşe bakan gurbet kuşları akla gelir:
Bir pırıltı gördü mü gözler hemen dalıyor,
Göğüsler çekilerek nefesler daralıyor.”
İşte! Anadolu, tüm bu duyguların ortak adıdır.
Anadolu dendiği zaman akla birçok şey gelir. Anadolu mektebi, Anadolu kadını, Anadolu türküleri, Anadolu havası… Ancak en güzel tamlamayı “irfan” kelimesi oluşturur. Anadolu İfranı…
İrfan kelimesi terminoloji de anlama, bilme, sezme gibi anlamlara gelse de bu bilme ve anlama bilimsel, akılcı ve mantık dairesinde bir bilgi türü değildir. İrfân; deneyime dayanan, zorluğu, acıyı, heyecanı tanıyan, olayların gerisindeki sırları yaşayarak aktaran gelenek ve kültürün adıdır. Anadolu özü, irfanı, örfü, mayayı, töreyi barındıran bir kavramdır. Birçok kavme ev sahipliği yapmış, yeri geldiğinde geçiş güzergahı olmuş bir yoldur.
Bunca latif sözlere mazhar olan Anadolu’nun her türlü özelliği şahsına münhasırdır. Dünyanın göz bebeği bu kadim ve kutsal topraklardır. Elbette bu kadim toprakları ele alırken hikmet ve hakikat nazariyesiyle bakmak gerekir. Bu hakikat nazariyesi törelidir. Dinlerin, mezheplerin, kavimlerin, devletlerin yuvası haline gelmiş bu topraklara töreli bakış açısıyla ve düşüncesiyle ele almak yerinde olacaktır.
Töreli, aslı ve hakikati anlatan düşüncedir. Ezelden ebede kadar akan bir şu kanalıdır Töreli. Hz. Allah’ın yeryüzündeki mevcudatıdır. Töreli düşünceye göre her şeyin özünde akl-ı evvel vardır. Her şey onun latif ve muntazam yaratmasının bir sonucudur. Bu bakımdan Töreli düşünce de bütün ilim, fikir alanlarında kullanılması gereken bir izahattır. Ancak Töreli çerçevede bakıldığı zaman bütüncül bir yapı ortaya koyulabilir. Töreli düşünce dışında bilim-ilim-fikir ortaya konduğunda yanlış ya da noksan bir düşünce ortaya konar. Örnek:
Haber-1: Tekirdağ’ın Karaevli Mahallesi’nde yapılan kazılarda 5000 yıllık sağlık merkezine rastlandı. Yapılan kazılarda ilaç fırını, günümüz tıp aletlerini andıran aletler ve ilaç olarak kullanılan deniz dikeni bulundu.
Haber-2: Şanlıurfa Ören yerinde Orta Çağ’dan kalma ilaç şişeleri bulundu. Topraktan yapılma bir ilaç kabının üzerinde bugün tıbbın simgesi olan birbirine dolanmış iki yılan şekli de bulunuyor.
Haber-3: Eskişehir’de yapılan arkeolojik kazılar neticesinde M.Ö.3000 lere ait bir ilaç kabı ve içerisinde ağrı kesici olduğuna rastlandı. Çeşitli ağrı kesicilerin yapımında ve içiminde bu kabın kullanıldığı düşünülüyor.
Haber-4: İstanbul Küçükçekmece’ de yapılan kazılarda 600’lü yıllara ait merhem, ilaç şişesi ve koku şişesi ve bunlara ek olarak kalp ve depresyon ilaçları bulundu.
Daha bunlara benzer birçok haber şaşkınlığı! göze çarpmaktadır. Aslında Anadolu’nun kadim tarihi ve kıymeti yeterince anlaşılsaydı bu gibi haberler ile şaşkınlık yaşamak gereksiz olacaktı. Geçmişin günümüze aktarılması, ders çıkarılması ya da geleceğe yönelik verilmesi noktasında yapılan çalışmalara saygı gösterilmektedir. Ne var ki tutumun eksik oluşu Törelisizliktir.
Halik-i Zülcelal: ”Biz gerçekten insanı en güzel biçimde yarattık, [Tin, 95/4.] ”Allah size şekil verdi ve şeklinizi en güzel yaptı, [3Teğâbün, 64/3.] O Allah yarattığı her şeyi güzel yapandır, [Sâd, 32/7.] Sonra insanı şekillendirip ona ruhundan üfledi. Sizin için işitme, görme ve idrâk organları yarattı[Secde, 32/9.] ve Biz insana iki göz, bir dil, iki dudak vermedik mi? [Beled, 90/8-9.] ayetler ile insanları en güzel ve en mükemmel biçimde yarattığını ifade etmektedir.
Bu ve benzer haberlere bakıldığında gün yüzüne çıkarılan ürünlerin ne denli kaliteli olduklarına ve geçmişte kullanıldıklarına işaret edilmektedir. Ayrıca geçmiş toplumların belki de bugünkünden daha fazla sağlığa tebabete önem verdiği görülmektedir. Çünkü bir ilacın korunması için değerli ve kaliteli ürün yapmak sadece elindekine değil aynı zamanda onu muhafaza edene de değer verdiğini gösterir.
Günümüzde ekmeğin bir hafta, yiyeceğin bir yıl hayatta kalması için çeşitli kimyevi maddeler kullanılmaktadır. Bir taraftan kurtarırken diğer taraftan mahvetmektedir. Bu ifsad olgusu akla gelebilecek bütün yiyecekleri kapsar. Buna rağmen hâlâ geçmiş toplumlara geri, geride, eski, cahil yaftası yapmak aslında Darwin teorisinin bir kalıntısıdır. Darwin kalıntılarının Kur’an’a ve hakikate uyup uymadığı aslında birçok hakikatte ortaya çıktığı gibi bu haberlerde ve araştırmalarda da ortaya konmaktadır.
Gelişmişliği ve ilericiliği günümüz teknolojisi ve imkanlarıyla değerlendirilmesi sonucunda geçmiş ile bugün arasında bir mukayese ortaya çıkar. Geçmiş toplumların kurduğu imaretleri, yazmış olduğu eserleri, kazılarda bulunan eşyaları, akla hayale gelmedik düşünceleri ortaya koyan kadim toplumları bir yana makine ile ihtiyaçların kolay elde eden ve gideren, makineye bağlı ve makineleşen günümüz toplumu… İkisi kıyaslandığında akla şu soru gelir? Acaba geçmiş mi ilerideydi yoksa günümüz mü daha geride?
Zinnur Akkaş