HALK HEKİMLİĞİ ve RUKYE
Açan çiçeklere meyva
Verilmiyor Muhammed’siz
Haktan gelen derde deva
Bulunmuyor Muhammed’siz
İnsanın ihtiyaç duyduğu olguları ehemden mühime doğru sıralamak mümkün olsa da hiçbirini insan hayatından çıkarmak mümkün değildir. Bu anlamda din, ahlak, felsefe, tıp, sanat, musiki gibi bütün insan merkezlidir. Tıp ilmi (ilm-i tıbb) de en kadim dönemlerden beri insanın bigâne kalamadığı bir alan olmuştur. Bu sebeple de farklı coğrafyalarda yüzyıllardır süregelen halk hekimliği ve buna bağlı olan uygulamalar, bölge neresi olursa olsun farklı teknik ve yöntemler olsa bile aynı konuyu ihtiva eden ya da sonucu aynı kapıya çıkan bir sistemdir. Yüzbinlerce yıldır yaşayan, toplum içerisinde bireylerin ihtiyaç duyduğu ve halkça rağbet görülen bu tedavinin kaynağı töredir. Çünkü Töre özü itibariyle Hakk’ı ve onun yaratışını ihtiva etmektedir.
Hakkı ve hakikati konu eden bu düzenin temel taşı nebiler, mürseller yani peygamberdir. Nebiler tabiri yerindeyse bir membadır. İki kaynaktan beslenen bir pınarı temsil eder. Bu pınarın ana damarını hakikat oluşturmaktadır. Diğerini ise halkın kendi ana kaynağı içerisinde geliştirdiği sistem olan gelenektir. Töreli Halk hekimliği geleneği de aynı şekilde bu pınardan doğarak günümüze gelen, günümüzde dahi etkisini koruyan, hastalıklara çözümler üreten bir uygulamadır.
Töreli halk hekimliği nebiler silsilesiyle başlayan bir rahmet pınarı olup ucu Hz. Peygamber (sav)’e çıkmaktadır. Hz. Muhammed (sav)’in tarzı, sözü, işaretleri hayatın alanında rehber oluşu kendi çağında ve kendisinde sonraki çağlarda bile bir dönüm noktası olmuştur. Çünkü Hz. Peygamber (sav), Kur’an’ı- Kerim’in ete kemiğe bürünmüş halidir. Böyle olunca bu ilahi hitabın kendisinde bulunması ve “Biz Kur’an’dan öyle bir şey indiriyoruz ki, o müminler için bir şifa, bir rahmettir; zalimlerin ise sadece ziyanını arttırır.” (İsra/82) ayeti açıkça göstermektedir. Yine :“ Ey insanlar, Rabbinizden size bir öğüt ve kalplerde olana bir şifa, müminlere doğru yolu gösteren bir rehber ve rahmet gelmiştir.” (Yûnus,57; ayeti ve başka surelerde de tekrar tekrar hatırlatması bu ilahi hitabın insanlar nezdinde kullanılması gerektiğine işaret etmektedir. Bu ilahi işaretin tecellisi olarak da Hz. Muhammed (asm): “Ey insanlar tedavi olunuz. Zira Allah deva vermediği hiçbir hastalığı yaratmamıştır.” der. Bu tedavi yöntemi sadece ecza ve buna bağlı ilaç ile tedavi usulleri değil bi’z-zatihi şifası kendisinde bulunan kaynaktan yararlanmadır, yani Kelamullah’tır.
“Devanın en hayırlısı, Kur’ân’dır.” (İbn-i Mâce, Tıb, 28, 41) buyuran efendimiz, her haliyle rehber oluşunun hikmeti gereği, başta kendisi olmak üzere çevresindekileri de bu tedaviye yönlendirmiş, özendirmiştir. Bu minvalde kullanılan “Rukye” kelimesi yapısı itibariyle Arapça olup sözlükte “okuyup nefes vererek tedavi etmek, tesirli sözler okuyarak koru(n)mak” anlamına gelmektedir. (Detaylı bilgi için Güven Ağırkaya’nın makalesine müracaat ediniz.) Rukye, Kur’an’dan bazı ayetleri ya da efendimizin uygun gördüğü, öğrettiği, tavsiye ettiği duaları okuyarak tedavi olma yönteminin adıdır. Tedavi ettiği hastalıklar arasında başta ruhi hastalıklar olmak üzere cesedi hastalıklara da (nazara, kafa ağrısına ve dahi bedeni ârızlara) okuyup üflemek tedavi şekli olarak kabul görmektedir.
Aslında çağlar boyunca tüm toplumlarda bazı dualar okuyarak tedavi etme, tedavi esnasında belli bitkiler ve ilaç kullanma vardır. (Asya toplumlarına bakıldığında aktif olarak kullandıkları görülmektedir.) Farklı bölgelerin ortak ya da benzer bir tedavi kullanıyor olması bu yöntemin kaynağının ilahi bir tılsım olduğunu müşahede etmektedir. Bu tılsım, hakikati ve hakikate bağlı olan yöntemleri, usulleri, hareketleri, tarz ve tavırları içermektedir.
Halk hekimliği denince akla, bilime ve mantığa uygun olmayan büyüler, efsunlar, Şamanist uygulamalar gelmektedir. Yüzyıllar içerisinde farklı toplumlardan etkilenmeler olmuştur, bu değişimin bir sonucudur. Değişimler neticesinde bazı bozulmalar ve hakikate uygun olmayan tedaviler, farklı kültür ve inanışların tesirinde kalınarak yapılan uygulamalar da halk hekimliği içerisinde sayılmaktadır. Çünkü toplum ile kültür birbirine girişik-girift bir yapıdır. Ancak unutulmaması gereken husus, halk hekimliği uygulamalarının; kaynağına uygun, tesirinin yavaş ve zararsız olmasıdır. Halk hekimliği tedavi usulünü sadece bitkilerden, macunlardan, taşlardan ibaret saymak noksan bir düşüncedir. Tedavi yöntemleri içerisine dahil edilmesi gereken Rukye de geçmiş ümmetlerden itibaren günümüze kadar kullanılan bir tedavi yöntemidir.
Ancak Rukye dendiği zaman muska, büyü, sihir gibi envaı uygulamalar akla gelmektedir. Zaten şirk unsurlar içeren, sihir-büyü cinsinden olan, şifayı Allah’ın bir lütfu olarak değil rukyeciden veya muskadan beklemek gibi dinen sakıncalı görülen rukyeler yasaklanmıştır. Bunun dışında şifanın rukyeciden veya muskadan değil sadece Allah’tan olduğuna itikat ederek Allah’ın isim ve sıfatlarıyla, Kur’an ayetleriyle, Rasulullah’tan nakledilen ifadelerle ve manası anlaşılan dine uygun sözlerle rukye yapmakta bir beis olmadığı görüşü vardır.
Kur’an’ın her kelimesi ve ayeti ruha, bedene şifadır. Ancak ulemalar ve önceki dönemde kullanılan uygulamalar neticesinde bazı ayetlerin daha tesirli ve bunlarla tedavi edildiğinde daha etkili olduğu konusunda görüş birliği sağlanmıştır. Bunlara şifa ayetleri yahut şifalı sureler denmektedir.
Hz. Ayşe validemiz tarafından yapılan rivayette Efendimizin yatmadan önce Fatiha-İhlas-Felak-Nas ve Ayete’l-Kürsi surelerini okuduğu, vücudunu avuç içiyle mesh ettikten sonra yattığı ve bu sayede gelebilecek tüm belalardan, hastalıklardan bedenini muhafaza ettiğine dair rivayet vardır. Bu ve buna benzer bir çok rivayet bize bırakılan en güzel hediye ve mirastır.
Her alanda ve durumda orta yollu olmak gerekir ki buna Anadolu irfanında “karelli” denir, yani “kararında”, “yerli yerinde” kelimesi için kullanılmaktadır. Hayatın özünü temsil eden, kararın ve ölçünün en güzel, en latif örneği olan efendimize salat ve selam olsun.