Töreli YazılarUğur Sinan Dinçer

ZAMAN ve MEKÂN

Bir varmış, bir yokmuş…

Evvel zaman içinde,
Kalbur saman içinde,
Develer tellal iken,
Pireler berber iken…
Ben bağda üzüm bekler,
Derede odun yükler iken

Az gittim uz gittim…
Dere tepe düz gittim.
Çayır çimen geçerek,
Lale sümbül biçerek,
Soğuk sular içerek,
Altı ayla bir güz gittim.

Bir de dönüp ardıma baktım ki, ne göreyim, gide gide bir arpa boyu yol gitmişim!

Hatırlamayanınız var mı? Elbette yoktur. Yaşıtlarımın hepsi ezbere bilir. En geç duyanı rahmetli Adile Naşit’in “Uykudan Önce” programından hatırlar bu melodik cümleleri. Az beklemedik tek kanallı televizyonun başında.

Yalan yok. Ben adımın söylenmesini beklerdim hep. En başta söylenen isimler arasında benim ki olmayınca, sanki benim için anlatılmamış gibi gelirdi hep. Hatırladığım kadarıyla da hiç bana anlatmadı zaten. Belki benim içinde bir masal anlatmıştı ama ben denk gelemedim diyeyim.

Birileri anlatmamış ya da siz duymamış olsanız da, gerçekte herkes kendi masalını yaşıyor. Bir yerlerde başlıyor ve bir yerlerde bitecek. Mekân olarak böyle olacak. Ancak mekân, zaman ile olan bağı kopunca hiçbir şey ifade edemeyeceğinden zamanla yapışık ikiz gibiler. Dolayısıyla masalımızın da bir zaman aralığına oturması şart oluyor. Kendi namıma hayatımın oturduğu zaman aralığını çok değerli buluyorum. Bizden önceki nesillerin çok uzun zamanlar boyunca kullandıkları şeylerin tabiri caiz ise ışık hızı ile değişime uğradığı bir zamana denk geldik.

Kaseti ve CD’yi… Radyonun zirvesini, televizyondan bilgisayar ve internete geçişi… Gaz lambasını, floresan lambalarını, LED aydınlatmayı… Yaşamadan anlatması çok zor bir geçiş sürecinin nesliyiz. Eğer otuzlu yaşlarda iseniz çok şey kaçırdınız.

Işık hızı dedik ya… Her ne kadar tamamını anlayamamış olsam da “İzafiyet Teorisi” denilen şey de sanırım zaman ve mekân arasındaki yapışık birlikteliğin bilimsel izahatını yapma çabasında. Mekâna ve hıza bağlı olarak zaman denilen varlığın görece nasıl yavaşladığını ya da hızlandığını anlatıyor giriş kısmında. Ben böyle anladım. Dişçi koltuğu ile yârin başucunda farklı farklı geçiyor zaman. İnsana eziyet gibi gelen şeyler çok uzun, mutluluklar ise çok kısa sürüyor. Bu durumda biraz analitik düşünür ve çözümlemeci olursak, dişçi bir yâriniz olması sanırım en güzeli olur. Eziyetten mutluluk duyar, mutluluğunuz da uzun sürer.

Hay Allah! Geçen yazımda babaannem rahmet istemişti. Galiba dedem biraz kıskandı. Anlatmadan geçemeyeceğim. Allah rahmet eylesin dedem hem nüktedan hem de pratik zekâlı bir adamdı. Şu televizyonun tek kanallı olduğu çocukluk yıllarımızda ne RTÜK (Radyo ve Televizyon Üst Kurulu) vardı, ne de yaş gruplarına göre ayarlanmış programlar. Tüm aile mecburen aynı şeyi izlerdik. Seyrettiğimiz bir film sahnesinde, asıl oğlan kızı öpüvermişti dudaklarından. Çocuk aklı işte. Ya gerçekten merak ettiğimizden ya da hınzırlık olsun diye sormuştuk: “Dede ne yapıyor bunlar?” Dedem hiç düşünmeden “oğlan kızın dişini çekiyor.” deyivermişti. Ta o zamandan mesajı vermiş bize. Anlamak ancak şimdiye nasip oldu.

Dikkat ederseniz, en başta yazdığım masal giriş tekerlemesinde söylenen her cümlede birbiri ile izafe varlıkların abartılı anlatımları mevcut. Böylece de akılda kalması pek bir kolay oluyor. İlgi çekiyor ve merak güdüsünü harekete geçiriyor.

Şehrâzâd da Şehriyar’ın yatak odasında tam olarak böyle yapmış, hayatta kalabilmek için zamanı ilgi çekici ve merak uyandırıcı bir tarzda kullanmıştı. Bin bir gece boyunca, birbiri ardına ustalıkla bağladığı masallar sayesinde mutlu bir hayatın yolunu açmıştı kendisine. Zamanını akıllıca kullanmıştı.

Şanslıydı. O dünyaya gelene kadar insanlık, çoktan zamanı belli standartlara ulaştırmıştı. Eski Türkler, bu ihtiyaca 12 yıllık döngüler halinde devam eden bir takvim oluşturarak katılmışlar. Her yıla bir hayvan ismi vermişler. Sosyal hayatlarını bu takvime göre düzenlemişler. Örneğin, Tavuk Yılında doğmuşsanız kötü şans getirmemesi için ömür boyu tavuk öldürmüyormuşsunuz.

Gece-gündüz, sonra gün, ay, yıl… Ardından saat, dakika, saniye… Derken zamanı akıllıca kullanmak artık sadece kullananın öngörüsüne ve yeteneğine kalmış. İlim, bilim gelişip uzayda işe dâhil olunca, güneş yılının yanına ışık yılı bile mesafe tahminleri için yerleşivermiş. Zaman içerisinde bu kullanımlar son halini alana değin değişime uğrasa da mekânda zamanın önemi hiçbir zaman değişmemiş.

Değişmesi de mümkün değil. Bilim adamlarınca 13,8 milyar yıl yaşında olduğu tahmin edilen kâinatın yanında bir insanın ömrü için kısa demek bile anlamsız kalıyor. Madem hepimizin kendimize özgü kısacık bir masalı var, o halde maksimum faydayı sağlayacak bir zaman planlaması ile yaşamamız gerekmez mi?

Ömür…

Üstat Yunus Emre o kadar güzel izah etmiş ki…

“Ana rahminden geldik pazara, bir kefen aldık döndük mezara.”

Yani zamana bağlı ve ne zaman sonlanacağını asla bilemeyeceğimiz bu dünya hayatı, doğum, pazar ve mezar arasındaki mesafe kadar. Bir de mutlu yaşadınız mı görece çok daha kısa hissedeceksiniz geçen zamanı. (Dişçi yâri olanları ayrı tutuyorum bu genellemeden.)

Yani demem o deme ki…

Bir varmış, bir yokmuş…

Masallar bölümlerden oluşur, en son bölümüne de “Dilek” denilirmiş. Kıssadan hisse çıkarıp dinleyenlere iyi temenniler sunma safhası. Dilerseniz biz de böyle bitirelim bu yazımızı.

Zaman ve mekândan münezzeh olan yaradan, hepimize zamanın kıymetini bilmeyi, ömrümüzü bu değer üzerinden kendisinin koyduğu töreye uygun yaşamayı nasip etsin…

Gökten üç elma düşmüş…

Biri bana, biri sana, biri de ihtiyacı olana…

Tekrar görüşünceye kadar, sağlıcakla…

İlgili Makaleler

8 Yorum

  1. Çok güzel bir anlatım olmuş. Bir çırpıda okuyuverdim yüreğine kalemine sağlık hocam

    1. Cihan Hocam çok teşekkür ederim. Vakit ayırıp yorumladığınız için sağ olunuz.

  2. Aklına, kalemine sağlık Sinan Beyim.
    Çok hoş bir yazı. Dişçi göndermesi, ayrıca çok hoş… 🙂

  3. Kıymetli Devrem; yine üst seviye bir anlatım; Okuyanlara da bundan kendilerine çıkarım yapmaları hususunda kıymetli mesajlar vermişsin.

    Bir sonra ki yazını da sabırsızlıkla bekliyorum. Selamlar.

  4. Günümüz Türkçesine uygun kelimeler seçimi ile herkesin anlayıp anlatabilecegi bir yazi olmuş..Oğluma okuttum o da çok begendi..emeğinize sağlık.. hayırlı ramazanlar..

  5. “ Heryerde kelime arıyorum; tüfeklere sürülü kurşunlar gibi ağır. Ama onlar gibi ölümcül değil.Eyfel Kulesi kurşuna dönüşse, basımevinde eritilse , kaç kelime olurdu diye düşünüyorum.Misal sadece bir kelimedir Amerika…” der Üstad Pakdil . Tanısaydı eğer “ kurşun yerine Sinan “ yazardı !

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu