Doç. Dr. Serdar UğurluTöreli Yazılar

Geride Bıraktıklarımız

Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir? Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir!

Dostlar merhabalar.

Balkan Harbi sonrası o güzelim Balkan coğrafyasını maalesef kaybettik. Herkesin malumudur… Bir Anadolu büyüklüğünde ve beş asırdır bizim olan bu vatan toprağından ayrı düştük. Nasıl oldu, müsebbipler kimlerdi, bu serencamda ne gibi hadiseler, ihanetler cereyan etti, bunları dile getirmekten bıkıp usandığımız için artık bu meselelere tekrar girmekten sarf-ı nazar ediyoruz. Tarihi hadisatı bir kenara bırakıyor ve naçizane bir Halkbilimci olarak konunun bize temas eden cihetini sizinle paylaşmak istiyoruz.

Bizim hassasiyetimiz Fuat Köprülü’nün de işaret ettiği üzere geride bıraktıklarımızdır. Çünkü geride sadece bir büyük vatan toprağı bırakmadık. Beş asırlık bir tarih bıraktık, nice külliyeler, hanlar, hamamlar, tekkeler, cami ve medreseler ile asırlar içerisinde müzeyyen kıldığımız şehirler bıraktık, binlerce köy ve kasaba bıraktık. Yüz binlerce soydaşımızı arkamızda boynu bükük bıraktık. Yahya Kemal’in de dediği gibi Türklüğün en kesif olduğu bir şehrimizi, Üsküp’ü bıraktık. İsmini şairlerin koyduğu şehir olan Prizren’i, gelinlik kızımız Selanik’i, Mesihi gibi birçok divan ve halk şairini yetiştiren Priştine’yi bıraktık. Saraybosna’yı, Manastır’ı, Filibe’yi, Serez’i bıraktık. Burada saymakla bitiremeyeceğimiz memleketlerimizi teker teker arkamızda bırakarak Anadolu’ya çekilmek zorunda kaldık.

Yahya Kemal’in “Firûze kubbelerle bizim şehrimizdi o; / Yalnız bizimdi, çehre ve rûhiyle biz’di o” dediği; çehresine, ruhuna ve hatta her taşına kendimizi ilmek ilmek nakşettiğimiz bu mekanlarda nice anılar da bıraktık. Masallarımızı, efsanelerimizi, söylenmiş türkülerimizi bıraktık. İlahilerimizi, manilerimizi, ninnilerimizi, ağıtlarımızı bıraktık. En kötüsü de daha söylenecek ne türkülerimiz vardı, yaşanacak nice anılarımız vardı, onları da hep yarım bıraktık. Hepsi maalesef boynu bükük kaldı o topraklarda ve zamanla da maalesef unutuldu, yok olup gitti.

Söylemesi ne de kolay dostlar. Beş asırda inşa ettiğimiz Balkan Türk-İslam kültürü bugün neredeyse yok olup gitmiş durumda. Elimizde kalan kaybettiklerimizin yanında çok azdır. Geçmiş zamanda Köprülü’nün de kaygılandığı husus aslında tam da burası idi. İkdam gazetesinin 06 Şubat 1914 tarihli sayısında bu kaygısını dile getirirken “Rumeli’nin son felaketinde düşman eline geçen yerler, ahalisi tabii ki yavaş yavaş yok edileceklerdir ve biz ileride oraların eski Türk memleketleri olduğunu ispat için “Halkiyat”ın canlı vesikalarına muhtaç olacağız. Eğer bugün o vesikaları zapt ve kayıt edebilirsek, hiç olmazsa felaketlerimizin hatırasını saklayabileceğiz. Bir millet için bu büyük bir taziyâne-i intibahtır” şeklinde bir tavır sergilemektedir. Burada Köprülü Balkan faciasına maruz kalmış yaşayan kaynak kişilerimizden hareketle Balkan halk kültürümüzün kayıt altına alınmasını elzem görmektedir. Aksi taktirde bu kişilerin hatıratları hayatları ile mahdut olduğundan ölümleri ile birlikte nice eşsiz halk kültür hazinemiz de yok olup gidecektir. Belki yazılı birkaç vesika, dikili birkaç taştan başka…

Köprülü yazısının devamında bundan bahsedecektir. Çünkü daha eski ve acı bir tecrübe tekrar tezahür etmek üzerdir. 1877-78 Osmanlı-Rus Harbi sonrası Romanya’nın Osmanlı’dan ayrılması üzerine Köprülü 1914 yılında “Eskiden güzel ve dilruba Türk şehirleriyle dolu olan Tuna yalılarının hatıratını, oraların şarkılarını, destanlarını saklayabilseydik bugün eski hakimiyetimizi yalnız cansız kitap sayfalarında görmezdik” şeklinde bir feveranda bulunmaktadır. Aynı durumun o güzel Balkan Türk halk kültürü için de yaşanmasını istememektedir. Bu ifadeler bir yerde Balkan Türklerinin halk kültür hazinelerini ve hatıralarını da gelecekte yine cansız kitap sayfalarından aramak durumunda kalmayalım demenin ilanıdır. Bunun endişesi ve korkusudur. Ancak…

2023 yılı itibariyle geçmişe baktığımızda manzara nasıl görünmektedir?

Gelmiş olduğumuz şu aşmada gördüğümüz maalesef Köprülü’nün endişeleri büyük oranda gerçekleşmiş durumdadır. 1912 sonrası Balkan Türk folkloruna dair yeterince derleme çalışmasının yapıldığını söylememiz pek mümkün değildir. Türkiye’de Balkan Türk folkloruna dair çalışmalarımıza ise daha çok 2000 yılından sonra ağırlık verildiğini görebilmekteyiz. Bu çalışmaların bir kısmı Türkiye’deki Balkan muhacirleri üzerine bir kısmı da doğruca Balkanlarda yaşamaya devam eden soydaşlarımızın halk kültürü üzerinedir ve bu çalışmalar devam etmektedir.

Balkan şehirlerinde azınlık durumuna düşen soydaşlarımızın, Balkan Türk halk kültürünün tamamen yok olup gitmesini engellemenin yanı sıra geride bıraktığımız maddi kültür hazinelerimize de imkanlar ölçüsünde sahip çıkmış olmaları bizim açımızdan çok değerlidir. Evet, çok değerlidir ancak çok da zor bir görevdir. Çünkü…

Asırlarca hâkim olduğunuz bir coğrafyada azınlık durumuna düşmüş olmak! Zamanında bir gayr-ı müslimin atı üzerinde bir Türk’ün önünden dahi geçemediği bir zamandan o Türk’ün esamesinin bile okunmadığı bir devre geçiş yapmış olmak! Medreselerinin kapandığı, kendi dilin ile eğitim imkanının elinden alındığı, inancını istediğin gibi yaşayamadığın bir yeni zamana doğmak! Evet Türk milletinin her ferdi için çok acı bir durumdur bu sözünü ettiğimiz acı tablo ama maalesef bütün bunlar yaşanmıştır.

Balkanlar’da azınlık durumunda kalan soydaşlarımız asırlık halk kültürlerini evlerinin dört duvarları arasında yaşatarak hayatta tutmaya çalışmışlardır. 1950’li yıllara kadar yaşanan bu yoğun mahrumiyet dönemi, 1950’li yıllardan sonra II. Dünya Savaşı ile birlikte hafiflemeye başlar. Yugoslavya’nın kurucusu Tito’nun politikaları bunda aktif rol oynamıştır. II. Dünya Savaşında Almanlara karşı Balkan Türklerinin de Tito’nun yanında yer almış olması, savaş sonrası dönemde Türk azınlığa bazı hakların verilmesine vesile olmuştur.

1950 yılına kadar kabaca özetlemeye çalıştığımız Balkan Türk halk kültürünün serencamı böyledir dostlar.

Bugün dökülenleri toplamaya çalışsak da kaybolup gidenleri geri getirmek artık mümkün olmayacaktır.

Taşlardan, kitabelerden, yaşayan canlı hazinelerden hareketle yeni bir tarih yazmaya çalışanlara buradan selam olsun.

 

Üstad Necip Fazıl’ın mısraları duamız olsun.

 

Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu;

Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?

Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna;

Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?

Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir?

Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir!

 

Kim bilir…

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu