1888 yılında Beylerbeyi’nde doğdu. Galatasaray Sultanisi ve Mekteb-i Hukukta okudu. Devr-i meşrutiyette gazeteciliğe başladı ve kısa sürede üne kavuştu.
Fecr-i Ati edebî topluluğunun kurucularından oldu. Kirpi isimli taşlama ve siyasi yazılarından dolayı İttihat ve Terakki hükümetince beş yıl boyunca memleketin çeşitli yerlerinde sürgün yaşadı.
Robert Koleji’nde öğretmenlik, Sabah gazetesinde başyazarlık yaptı. Aydede mizah dergisini çıkardı.
Siyasi davranış ve görüşlerinden dolayı memleketten ayrıldı. Şam’da Vahdet gazetesini çıkardı ve buradaki yazıları ile Hatay’ın Türkiye’ye bağlanmasına katkı sağladı.
Pek çok hikâye, günlük yazı ve yirmi kadar romanı ile modern edebiyatımızın kurucularından sayılan yazar, 1965 yılında İstanbul’da vefat etmiştir.
Refik Halit Karay’dan bahsediyoruz efendim. Bu hafta, ‘Memleket Hikayeleri’ni yeniden okudum.
Ortaokulda, lisede ve üniversitede birer defa okumuştum. Şimdi bir defa daha okudum. Diyebilirim ki her okumada farklı bir dünyanın kapıları açıldı önümde. Bunu hep söyler ve kerameti ilgili kitapta ararız. Ama acizane görüşüm, bu farklılık, çoğunlukla okuyucunun değişimi ile ilgilidir.
Memleket Hikâyeleri, Refik Halit Karay’ın iki hikâye kitabından biridir. Diğeri ise Gurbet Hikâyeleri. Memleket Hikâyeleri 1919 yılında yayımlanmıştır. Hâliyle hikâyelerdeki konular, Osmanlı’nın son dönemlerinde geçmektedir. Dolayısıyla her biri aynı zamanda önemli birer vesikadır diye düşünüyorum.
Yazar, sürgün yılları (1913-1918) sırasında gezdiği Sinop, Çorum, Ankara ve Bilecik’te tanıdığı coğrafyayı ve bu coğrafyanın insanlarını eserinde ele almıştır. O dönem ve sonrasında meşhur olan köy şiirleri ve köy hikayeleri yazan pek çok kişiye göre, çok daha sahici ve içtendir. Çünkü Karay, onların çoğunun aksine, bizzat buralarda yaşamış; halkın duyuş ve düşünüşünü teneffüs etmiştir.
Karay, bu eserle Türk hikâyeciliğini İstanbul dışına çıkarma konusundaki öncülerden biri olmuştur aynı zamanda. Memleket Hikayeleri yazarın en çok tutulan hikâye kitabıdır. Eser, toplamda on sekiz hikâyeden oluşmaktadır. Nihat Sâmi Banarlı, bu eseri “Türk edebiyatında Anadolu’nun ilk hakiki hikayeleri” olarak nitelemiştir.
Hikayelerin kurgusu ve dili oldukça dikkat çekicidir. Bir yandan heyecanla sonucu beklerken; öte yandan enfes bir edebî zevkin doruklarında gezersiniz. En önemlisi de o devirlere ait tarihi olayların ardında yatan nedenleri, önemli ölçüde Anadolu insanının bakış açısıyla görme şansı yakalarsınız.
“Burası Anadolu’nun Sadâbadı idi. Tıpkı Sadâbad gibi burada da sürekli sazlar çalınıp çengiler oynar; gazeller okunup şiirler yazılırdı. İçki düşkünü mutasarrıflar, müdürler içinde, çoğu şairdi. Nedim gibi gazeller yazarlar; aruzdan tasavvuftan konuşurlar; Mevlevilikten dem vururlardı.” satırları ile tarif edilen Anadolu’nun bu güzide şehrinde, devlet görevlilerinin yaşantısına bakıp, bir devletin nasıl yıkıldığını, yıkılacağını rahatlıkla anlayabilirsiniz.
Şeftali Bahçeleri isimli bu hikâyede, aynı zamanda, şehre yazı işleri müdürü olarak gelen idealist Agâh Efendi’nin yaşadıkları da ayrı bir ibret vesikası olarak durmaktadır. Bu hikâyeyi okurken 1919 yılında yazıldığını da dikkate almakta fayda var tabii.
Koca Öküz hikayesinde, Hacı Mustafa Ağa’nın küçük ve komik bir macerası anlatılırken; aynı zamanda bize “işini bilen” insan tiplerinin toplumda nasıl itibar gördüğünü veya itibar sağlamanın, bozulmuş bir cemiyette nasıl sağlandığını gözler önüne seriyor. Bu hikâyeden şu satırları paylaşıp diğerini sizin merakınıza havale ediyorum:
“Mal müdürü, vergi katibi, evkaf memuru gibi her zaman işinin düşeceği sözü geçen adamlarla senli benli konuşan, odalarına uğradıkça baş köşede ikram gören biriydi. Çünkü haftada bir kasabanın pazarında bunlardan her birisinin kapısını çalar, içeriye “Fırını iyi olur, afiyetle yiyiniz.” diye bir yağlı oğlak, (…) kuyruğu kara, vücudu ak bir kuzu bırakır giderdi.”
Sarı Bal hikayesinde ahlaki çöküntü ibretlik ve sürükleyici bir şekilde anlatılır: “Sarı Bal, kasabanın felaketi idi. Sık sık taşıp köprüleri götüren Deliçay, damları çökerten karayel, bağları soyan dolu kadar zararlıydı.”
Bir gece içip içip sapıtan Hilmi Ağa ve arkadaşları Sarı Bal’ın kapısına dayanırlar. Ne var ki onları büyük bir sürpriz beklemektedir. Bu hikâye de trajikomik bir sonla bitmektedir.
Yatır isimli hikâyede, İlistir Nuri tiplemesiyle, günümüzde de var olan dine bakış açısı ortaya konulmaktadır. Başta İlistir olmak üzere köylünün ihtiyaç duyduğu odunlar yatır bölgesinde olunca işler zora girer. İşi çözmek kolay değildir elbette. Ne olacak peki, yıllardır tüm ormanları odun ettikleri halde, buraya dokunmayan köylüler razı olacaklar mı yatırın çamlarına el sürmeye?
Şaka, Garip Bir Hediye gibi her biri ayrı bir dünyanın ve düşünce ufkunun kapısını aralayan hikayeler de elbette okunmaya değer.
Yazı pek uzadı. Bu sebeple en ilginç hikaye diye düşündüğüm Boz Eşek ile bitireyim:
“Irmaktan su taşıyan çocuklar dağ yolunda ihtiyar bir adamın yattığını haber verdiler. Bir boz eşek de başıboş, oralarda dolaşıyordu. Hüsmen hoca “varıp bakalım” dedi.”
Varıp baktılar ve yine sürükleyici, ibretlik bir sürü olayın içerisinde buldular kendilerini. O ihtiyar öldü ve vasiyeti köylülere dert oldu. Acaba sorunu nasıl çözdüler, kasabadaki Kabak Kadı bu işe nasıl bir çözüm buldu? Bu hikâyede Anadolu insanının misafirperliği ve saflığı, komik bir sonla ortaya konmaktadır.
Refik Halit Karay bir yolcu esasında. Sürgün de olsa, Anadolu’yu gezmiş, yaşamış, hissetmiş bir yolcu. Her yol, hikayelerle doludur şüphesiz. Anadolu da öyle. Bir yandan insanı, bir yandan da devri anlamak için mutlaka okunması gereken bir eser, okunması gereken bir yazar. Dili zevkli ve akıcı, üslubu yumuşak, sade…
Okumak güzel, en güzel yolculuktur. Yepyeni bir yazıyla karşınızda olmak ümidiyle.
Muhabbetle kalın dostlarım.
İzzet Irmak