Kurak Toprağın Yalnız İnsanları (SURİYE)
1 Haziran 2024 sabahı, saat 8’de, soğuktan dişlerimin titrediği bir Kilis sabahına uyandık. Aradan tahminimce yarım saat geçmeden yerini kavurucu ve yaklaşık 35 derecelik sıcaklığa bırakmasıyla başladı hayat sınavımız. Bir önceki gün sabrımızı tazeleyen bir yolculuğun ardından, enerjimizi adeta yakalamış gibiydik. Suriye’ye gitmek herkese nasip olmamakla beraber içimizdeki kıpırtı ve heyecan gözlerimizden çığlık atar gibiydi. Yola çıktık, sınır kapısı derken kendimizi Suriye’nin Halep iline bağlı Azez ilçesinde bulduk. Arapça tabelalar, farklı kültürden insanlarla karşılaşmak derken Azez’in tamamını görecek kadar yüksekliğe çıkınca gözlerime inanamadım. Adeta kocaman bir şehir ama bu farklı bir şehirdi; çatı yerini çadıra bırakmıştı. Çadırların briketlerle yapıldığı, yolların çukur olduğu arazilerden geçerken gözlerim yerinden çıkacak gibiydi. Bırak fotoğraf çekmeyi, kendimi çadırlar ve oradaki insanları izlemeye verdim. Sadece izliyordum, izlerken aklımda deli deli sorular beni o çadır ve briketten evlere hapsediyordu. Acaba kaç çocuk, kaç kadın o çadırlarda korkuyla, açlıkla, acıyla, mutlulukla ve gözyaşlarıyla yaşamıştı? Evlerinde ziyade, insanlarla empati kurmam beni hem rahatsız ediyor hem de beynimi yoruyordu. İnsanlar nasıl yaşıyor diye düşünürken, bir anda sabahki Kilis’in soğuk havasından yarım saat sonra gelen 35 derecelik sıcaklığa dayanamayan ben, şu an çadırlarda yaşayan insanların çadırda nasıl yaşadığını sorguluyordum. Hayat bu kadar adil mi diye düşüncelere boğuluyorken, oradaki çocukların gözlerine baktıkça hayat görüyordum. Hatice, Naysa ve bizimle sadece el sıkışmak için sıraya giren onlarca çocuğun gözleri çok şey anlatıyordu. Masumiyet, mutluluk, umut, hüzün ve daha birçok duygu bir anda olması beni düşündürüyordu. Çocukların gözleri adeta bir film kutusu gibiydi. Bombalar, korkular, mutluluklar, umutlar ve acılar; hepsini bu kadar yakından izlememiştim. O her bir çocuğun korkusunu, acısını bir sıcaklık gibi hissediyordum. O sıcaklık beni rahatsız ediyordu. Hayat bu kadar adaletsiz olmaz diye düşündükçe, çocukların gözleri gözlerimin önünden gitmiyordu. Bizler de elbet ayakkabısız gezdik fakat o çocukların kurak, çorak ve sıcaktan adeta dayanılmayacak zeytin ağacının bile gölgesinin olmadığı o arazilerde (bakın yerleşim yeri demiyorum, arazi diyorum) ayakkabısız yürümesi ve yaşaması beni utandırıyordu. O gün ihtiyacım olmadığı halde aldığım her yedek ayakkabım için utandım. İnsan bir ayakkabıdan utanır mı? Derseniz, ben utandım. Daha 10 yıl önce giydiğim terlik onlar için lüks. En iyi markadan aldığımız ayakkabılar bizi tatmin etmezken, rengi modeli fark etmeksizin sadece kavurucu sıcaktan korunmak için giydikleri terlik onlar için lüks. Avlu mahremiyettir derler ama avlusuz ev değil, çadırın olması da acı ama gerçekti. Hiç bu kadar içten şükretmemiştim azizim, hiç bu kadar dua etmemiştim. İnanır mısınız, her bir nefes alışverişim için şükrettim. Koskocaman ağacın, taşın toprağın olmadığı, evlerin sadece çadırdan olduğu çadır kentler gördükçe şükrettim. Suyu bulmakta zorlanan her bir aile gördükçe şükrettim. Her bir çocuğun gözüne baktıkça şükrettim. Her kadının utanç dolu bakışlarını görünce şükrettim. Çadırın içindeki cehennem sıcağını hissettikçe şükrettim. Ayakkabısız gezen çocukları gördükçe şükrettim. Şükrettim azizim, bana sunulan her fırsat için inanır mısınız bahçemizdeki tek bir ağaca şükrettim. Şükrettim anama, babama, adeta ağlayarak şükrettim. Şükrettim amma utançtan da yerin dibine girdim. Üstümdeki gömlekten tut ayaklarımdaki çoraba kadar utandım, öyle bir utançtı ki değil yıldız, gökyüzü kaysa da ben o utancı unutamam. Lakin şunu da unutmamak gerek, evet biz onların durumunu bir anda değiştiremeyiz ama o duruma gelmemek için gayret etmeliyiz. Hayırlı, şükretmeyi bilen, yaşamanın felsefesini anlayan insanlar olmalıyız. Öyle bir gelişmeliyiz ki dünyaya savaş değil, barış getirmeliyiz. Bu dünyaya barış gelmeli. Hani sözde der ya “O gün gelsin neşemiz tazelensin de gör dünyayı, hele sen barış ol da gör, seyreyle deli ozanı baştan başa sevda, baştan başa tutku, dili baldan tatlı.” Ne çocuklar ne de insanlar, hiç kimse ölmeyi, bombalarla ölmeyi hak etmiyor. Hiç kimse bir avuç toprak uğruna acı çeke çeke ölmeyi hak etmiyor…
Yüzlerce kez Elhamdülillah.
Nurmelek Çelik