Aygül Yıldırım UzunTöreli Yazılar

Çocukluğumla Vedalaştım

Aygül Yıldırım Uzun

Sıcağı sıcağına yazmalı ve hislerim soğumamalıydı. Bugün çocukluğumun geçtiği Erenköy’e gittim. Uzun zamandır niyetimdeydi aslında, nasip bugüneymiş demek ki. Çocuklarımı da yanıma alıp, Ben bu sokakta oyunlar oynadım, bakın bu aile apartmanında akrabalarımızla oturuyorduk, bahçesinde koştururduk diye anlatacağım bir hayalim vardı.

Bir akrabam, apartmanımızın yıkılmış olabileceğini söylese de, ben yine de bir umutla hâlâ yerinde duruyordur diye gitmiştim. Yol boyunca heyecanımı bastırmaya çalışsam da yaklaştıkça kalbimin pırpır etmesini engelleyemiyor ve derin derin nefesler alarak kendimi hazırlamaya, soğukkanlı olmaya çalışıyordum.

Şimdi sokağın başına geldik. Köşedeki eski bina yerinde dururken, iki bina aşağıda olan bizim apartman yıkılmış ve yerine zebellâk gibi devasa binayı çarçabuk dikmişlerdi maalesef. Arabayı binanın önüne çekip yavaşça indim aşağıya. Yukarıya kaldırdım kafamı ve göğe doğru yükselen katları sayıyordum ki, vaz geçtim. Oysa ki ne hayaller kurmuştum. Apartmanımızın içerisine girecek, tek tek daireleri ve içerisinde oturanları anlatacaktım evlatlarıma. Merdivenlerden çıkarken, okul dönüşü en küçük kız kardeşimin doğduğunu bu basamaklarda öğrenmiştim diyecektim. Osman Amca ve ailesi, bakın bu dairede otururdu. Onu çok severdik. Çünkü, bizi küçük kamyonetinin arkasına doldurur ve İstanbul sokaklarında gezdirirdi. Pikapın kasasına doluşan onca çocuk ve ağzımızda sokakları inleten o melodiyi bu defa ben de evlatlarıma tekrarlayacaktım:

Hindi baba hindi hey Allah

Arabaya bindi hey Allah

Allah Allah hey Allah

Arabadan indi hey Allah

Allah Allah hey Allah

Dilim bunları söylerken gözlerim buğulanacak, hatıraların sevinci hüznümle sarmaş dolaş  olacaktı. Ah Osman Amca, sen rahmetli olalı ne kadar uzun zaman oldu. Ama sen hala benim yüreğimde çocuk sevindiren o mübarek insansın. Sen bizleri mutlu ettin, Allah da senin mekanını cennet, kabrini nur eylesin. Babaannem senin kızını sevdiği için benim de ismimi Aygül vermişti. Aygül Abla ne kadar hoş genç bir kızdı. Şimdi kim bilir nerede, acaba yaşıyor mu kim bilir!

Bahçe duvarını çocuklarıma gösterip; yediğimiz çokomellerin boş kapaklarıyla, duvarın üzerine konan yeşil renkli sinekleri yakalama yarışını nasıl yaptığımızı gülerek anlatacaktım. Sonra apartman görevlimizin kızları, hala ve amca kızlarının bizlere evcilik oynatmalarını, onların anne bizlerin ise çocukları olduğumuzu biraz mahsunlaşarak söyleyecektim. Sebebiyse biz Bolu’ya taşındıktan bir kaç yıl sonra bina görevlimiz Ahmet Amca ve kızlarının Verem hastalığına yakalanarak peş peşe vefat ettiklerini hatırlayacaktım. İkisi de dünyalar güzeli kızlardı. Ne çok severdik sizi.

Binamızın yan tarafındaki toprak alanda taşıma suyla çamur yapıp, hayal gücümüzle kendi oyuncaklarımızı tasarladığımızdan bahsedecektim. Ta o zamandan belliymiş aslında  sanata yetenekli olduğum, sizde bana çekmişsiniz, diyecektim. Olmadı.

Sonra, yola tebeşirle yılan çizip gazoz kapaklarıyla kıvrımlarının üzerinde nasıl parmaklarımızla pür dikkat çizgiyi aşmadan, kuyruğundan kafasına doğru ilerlemeye çalıştığımızı. Etraftan topladığımız, yamuk yumuk dokuz taşı üst üste koyarak, topla vurup düşürerek, ardından nasıl çil yavrusu gibi dağılıp kaçmaya çalıştığımızı. Sokağın alt kısmında bulunan perili köşk dediğimiz ıssız evin bahçesinde korkuyla nasıl gezindiğimizi. Hatta orada yaşlı, kötü kalpli bir kadının yaşadığını ve çocukları hiç sevmediğini. Adeta bir masalın içerisindeymişçesine, titreye titreye yine de  oraya nasıl gizlice girdiğimizi. Evimizin arka tarafında çam ağaçlarının olduğu büyük bir arazide, yere dökülen çam fıstıklarını tek tek toplayarak nasıl da afiyetle yediğimizi söyleyecektim. Hatta Bolu’ya geldiğimizde buradaki çam ağaçlarında fıstık olmadığını öğrendiğimde yaşadığım hayreti de anlatmalıydım. Apartmanımızın karşısındaki binada oturan arkadaşlarımızla onların arka bahçesinde akşama kadar oyunlar oynadığımızı da diyecektim. Ama diyemedim. Hevesim de heyecanım da kursağımdaki düğümlerde boğulup gitti.

Ve şimdi zihnimde canlanıyor, işte orada görüyorum. Sarı lüle lüle saçları iki yandan bağlı, çakmak çakmak bakan o küçük kız apartmanın siyah demir kapısından hoplayarak dört basamaktan aşağıya iniyor ve yürümeye başlıyor. Kafasını bir sağa bir sola çevirerek tanıdık birilerini arıyor. Kimseleri göremeyince binanın arkasına doğru dolanarak aramaya koyuluyor. Gözleriyle etrafı kolaçan ederken bir yandan da pembe, mor ortancaları okşuyor, küçük narin parmaklarıyla. Yan binadaki komşumuzu görüyorum, üst kattaki balkonundan bizim binaya gerilen makaralı ipe astığı çamaşırlarını topluyor. Şimdi kulağıma çalınan sesle duyduğum kahkahalara doğru çeviriyorum başımı. İki bina yanımızda olan köşedeki bakkaldan aldığımız sıcak ekmekle koşturuyoruz kardeşimle; hangimiz daha hızlı koşacak, kim kimi geçecek diye bağırarak geliyoruz. Gözlerim yolun aşağısına ilişti şimdi de. Üzerimizde önlüklerimiz sokağın başındaki köşeyi dönerek okuldan gelişimizi izliyorum. Sanki yorulmuşuz biraz, hafif bir durgunluk var çehrelerimizde. Bunların ve daha fazlasının bir zamanlar bu sokakta yaşandığını ama artık geçip gittiğini hatırlamak… Zihnimde peş peşe izlediğim anılarım tıpkı  sinema şeridi gibi akıp geçerken, yağmur bulutları boşalmıştı, gözlerimdeki yaşlarımla.

Veda vakti gelip çattı. Şimdi apartmanın kapısından içeriye girmeden önce dönüp bakan  küçük kızla göz gözeyiz. Sakın büyüme, içindeki o masum hep yaşasın, acele etme, hayata yetişemem diye de korkma; diyorum gözlerimle, belki okur diye. Henüz bilmiyorsun, yaşayacak ve göreceksin. Herkes gibi sende üzülecek, çok göz yaşı dökeceksin. Şimdi kapıyı aç, hızla koşarak eve gir ve annene (anneme) sıkı sıkı sarıl. Kemiklerini hissedene kadar da sakın bırakma. Ta ki annen kızana kadar. Kız ne oldu sana, hayırdır, yeni mi görüyorsun beni, ne bu halin; desin sesini yükselterek. Hiç, hiç ne olacak özledim, canım istedi işte, deyiver geçsin. Çok istesen de ileriki yaşlarında olamayacak yanında, sarılıp koklayamayacaksın. Burnunda kalacak, giderkenki Cennetin kokusu…

Elveda küçük, elveda sana da giden ömrüme de elveda…

 

16

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu