DilDoç. Dr. Abdülkadir DağlarTöreli Yazılar

‘İlm ≈ ‘Amel ≈ Lem‘a Kelimelerine Dâir

Töreli İştikâk - 56

TÖRELİ İŞTİKÂK – 56

‘İlm ≈ ‘Amel ≈ Lem‘a Kelimelerine Dâir

Var oluş ve varlık, dil ile kavranabilir ve kelimelerle anlamlandırılabilir, tanımlanabilir ancak… Tüm kelimeler, esâsında tek bir kök mânâyı çok çeşitli yönlerden tümleyen ve de tanımlayan dil unsurlarıdır… Tek bir kökten sâdır olan ana gövdeden dallanıp budaklanır, koca dil ağacı; her bir dalından diller, her bir budağından kelime âileleri türer ve türevlenir… Yaprak yaprak, çiçek çiçek bu kelime türeyişinin en tatlı meyveleri ise sözlü ve yazılı edebî dil mahsulleridir… İlânihâye süregidecek olan bu türeyişe, bu türevlenişe “iştikâk” denmektedir…

İştikâk ameliyesi, varlığın nihâyetine doğru ilerleyen bu hareketin bidâyetini kavramaya, anlamaya ve anlamlandırmaya çalışır… Bu gâye istikâmetinde –meyvelerden köke doğru– önce ince dallarla budakların köklerini ve daha sonra da kalın dallarla budakların köklerini tanımaya ve bu dallarla budakların birbirlerine nasıl bağlandığını kavramaya, anlamaya ve anlatmaya çalışır, iştikâk… İnce dallardan budaklara, budaklardan kalın dallara her geçişte iştikâkın derecesi de artar ve “iştikâk-ı kebîr” –büyük iştikâk-, “iştikâk-ı ekber” –daha büyük iştikâk– diye ifâde edilir…

İştikâk alâkası ile birbirinin müştakkı –kökteşi– olan kelimelerin, mefhum ve mânâ yönünden bir bütünün çeşitli parçalarını teşkîl ettiklerini, dolayısıyla bir mefhum ve mânâ bütününü tümlediklerini söylemek mümkündür…

Bu deneme ise, aynı budaktan türeyen farklı ince dalların birbirini tümleyen köklerinden ‘ilm, ‘amel ve lem‘a kelimelerinin iştikâkı üzerine olacaktır –ki bu da bir iştikâk-ı kebîr ameliyesidir-…

‘İlm, “bilmek, bilgi; mevcûdâtın ve mahlûkâtın bilgisi” anlamlarına gelmektedir… Kezâ, ‘ilm kelimesi, birer müştakkı olan ‘âlem ve ‘alâmet kelimeleri üzerinden tanımlamak gerekirse, “âlem(ler) bilgisi; âlemlerdeki alâmetleri tanıma bilgisi” şeklinde de anlamlandırılabilir…

‘Amel, “işlemek, işlem, iş; eylemek, eylem” anlamlarındadır…

Lem‘a, “parıltı, pırıltı; ışık, nûr; ışıltı” gibi anlamlarda kullanılmaktadır ki “parlama, parıldama” anlamlarına gelen lem‘ ve leme‘ân kelimeleriyle de müştakktır…

Bu üç kelime ile –ve türevleriyle– ortaya konmak istenen bütünü, parça parça tanım(lama)larla, hattâ kelimeleri birbiriyle tanım(lam)a çalışmalarıyla ortaya çıkabilecek yorumlar, şu şekilde hulâsa edilebilir:

‘İlm, mânâ sâhasındaki ‘ameldir… ‘İlm, –bilfiil hâlindeki– ‘amelin bilkuvve hâlidir… ‘İlm, cevher hâlindeki ‘ameldir; ‘amel, ‘ilm üzerine yapılır, eylenir… ‘İlm, ‘amelin ön şartıdır; insânı ‘amel için harekete geçirici en temel unsur ve sâiktir… ‘İlm ile ‘amel, bir aynanın iki yüzü mesâbesindedir; ‘ilm, ‘amelin sırrıdır; ‘ilm, ‘amelin rûhudur…

‘İlm, lem‘adır… ‘İlm, ‘âlemleri aydınlatan, ‘âlemleri ‘amâ –mutlak körlük, mutlak bilinmezlik– karanlığından kurtaran lem‘adır… ‘İlm, cehl zulmetini nûra, cehâlet karanlığını aydınlığa çeviren lem‘adır… ‘İlm, insan dimâğını parlatan lem‘adır… ‘İlm, insâna ‘âlim hüviyeti veren lem‘adır…

‘İlm ‘amelle kemâle erişip tamâma ulaşınca, lem‘a –leme‘ân– meydâna gelir; yâni, ‘ilm pırıltı ya da nûr hâline dönüşür; o anda ‘ilmî aydınlanma, tenevvür gerçekleşir ve ‘âlim, münevver vasfını kazanmış olur… Denilebilir ki ‘ilm sâhibi ‘âlimi münevver kılan lem‘a, ancak ‘amelle parıldar; yâni, ‘amelsiz ‘âlim münevver olamaz… Başka bir ifâdeyle, ‘ilmini ‘ameliyle lem‘a hâline dönüştürüp önce kendisini aydınlatmayan –münevver kılmayan– ‘âlim, başkalarını da aydınlatamaz…

‘Amel, madde sâhasına inmiş ‘ilmdir… ‘Amel, bilkuvveden bilfiile dönüşmüş ‘ilmdir… ‘Amel, ‘ilmin aynasıdır; ‘ameldir, ‘ilmi gösteren; ‘ilm, ‘amelde görünebilir ancak… ‘Amel, ‘ilmin mütemmim cüz’üdür; ‘amel, ‘ilmi tümleyip tamamlayan eylemdir… ‘Amel, –kendi– ‘ilminin kemâl meretebesidir; ‘ilm, –kendine has– ‘ameliyle tekâmül eder, kâmil hâle gelir…

‘Amel, ‘ilmi ‘âlimde meleke hâline getiren eylemdir; yâni, ‘ilmin temellükü ‘amel iledir, ‘ilm ancak ‘amelle melekeleşir, ‘amelsiz ‘ilm ise melekeleşmez…

‘Amel, bedene bürünmüş ‘ilmdir; yâni, ‘ilmi ete kemiğe büründürüp görünür kılan eylemdir… ‘İlmsiz ‘amel, temelsiz duvar; ‘amelsiz ‘ilm ise, duvarsız temel gibidir…

‘Amel, ‘ilmden lem‘a tahsîl eden eylemdir… ‘Amel, ‘ilmi lem‘aya dönüştüren eylemdir… ‘Amel, ‘ilmi ‘âlimde bir lem‘a hâlinde parıldatan eylemdir; yâni, ‘amel, bir ‘âlimi ‘ilm lem‘asıyla münevver kılan eylemdir…

Lem‘a, ‘ilm parıltısı, ‘ilm ışığı, ‘ilm nûrudur; yâni, ‘ilmin nûruna lem‘a denir… Lem‘a, ‘ilmin ‘âlemleri aydınlatan nûrudur… Lem‘a, ‘ilmi tahsil yolundaki ‘alâmetlerin pırıltısıdır…

Lem‘a, her bir ‘amelle hâsıl olan parıltıdır; zîrâ töresözdür: “İşleyen demir ışıldar.”… Lem‘a, ‘âlimin dimâğında her bir ‘amelinin netîcesinde parıldayan parıltıdır… Lem‘a, ‘ilmiyle ‘amel eden ‘âlimin her bir ‘ameliyle, her bir sözüyle ‘âleme saçtığı pırıltıdır…

Ezcümle, ne ‘ilmsiz ‘amel ne de ‘amelsiz ‘ilm lem‘a hâlinde parıldar; lem‘anın parıldaması için, ‘ilmin, kuvve hâlinden ‘amelle fiil hâline dönüşmesine ihtiyaç vardır…

İlimle amelin izdivâcı…

‘İlm, ‘amelle izdivâc etmeden ehlîleşemez; ‘ilm kuşunu yeryüzüne indirip ehlîleştiren ‘ameldir… ‘İlm ile ‘amelin teehhülünden –izdivâcından– lem‘a doğar, parıldar; yâni, bu bakımdan lem‘a, ‘ilm ile ‘amelin çocuğu sayılır… Bu çocuktur ‘âleme ışık saçacak olan…

‘Âlim, ancak ‘ilmi ile ‘amel ettiğinde cehâlet zulmetinden tam mânâsıyla arınır… Cehliyle ‘amel eden kimse ile ‘ilmiyle ‘amel etmeyen ‘âlim arasında –aydınlanma yâhut tenevvür bakımından– bir fark olamaz…

‘İlmin merkebi, ‘ameldir; ‘amelsiz ‘ilmin merkebi ise, ‘âlimdir… Zîrâ, Rahmânî bir misaldir:

Meselu’llezîne hummilu’t-Tevrâte summe lem-yahmilûhâ ke-meseli’l-himâri yahmilu esfârâ. (Kendilerine Tevrât yükletilip de o yükü taşımayanların –Tevrât’tan aldıkları ilimle amel etmeyen âlimlerin– durumu, ciltlerce kitâbı sırtına yüklenmiş eşeğin hâli gibidir.)” (Cum‘a / 5)…

Töre yolunda ilim amel…

Hakîkat, mârifet –irfân ve örf– ve hikmet… Töre yolunun izleri, mihverleri, mertebeleri, menzilleri… Yolcusunun, evvelâ bizzat kendisini tanımaya çalışmakla başlayıp mârifetullâha erişme gayretiyle yürüyüp her menzilde daha da tenevvür ettiği töre yoludur, bu… Bu yoldaki ‘amel ise, sabır, sebât, cehd ve duâ ile müstakim bir şekilde yürümektir…

‘İlm, ‘amelle bir araya geldiğinde irfânörf ve mârifet– hâsıl olur… ‘Amel, ‘ilmi töre yoluna koyan, töreleştiren irfandır… ‘İlm ile ‘amel, mârifet sîmurgunun iki kanadıdır ki bu sîmurg, ne ‘ilm olmadan uçabilir ne de ‘amelsiz…

‘İlm, irfanla bir araya geldiğinde hikmet hâsıl olur; yâni, mârifet yolunda ‘ilm ve irfanla temâşâ edildiği takdirde hikmete vâsıl olunur… ‘İlm sözü, irfan gözü, hikmet de tözü te’vil ve tâbîr eder… Anlayabilmek için irfan, anlatabilmek için ‘ilm ve anlaş(ıl)abilmek için de hikmet lâzımdır…

İnsânın, kendisine sormakla başlar aydınlanma; başkasını buldukça ‘ilm, kendisini buldukça irfan, Rabbini buldukça da hikmet sâhibi olur, insan… Ve nihâyet, hikmet cevheri ile hakîkat lem‘asını elde eden kimse, artık münevver sayılır…

‘İlm ile irfân arasında…

Sâlih ‘amelle irfâna dönüşemeyen ‘ilmin –bilimin– dili ile irfânın dili arasında şu esaslı farklardan söz edilebilir:

‘İlmî dil –bilimsel dil-, soğuk ve vahşî; irfânî dil ise, sıcak ve ünsîdir… ‘İlmî dil, bölücü ve tasnîf edici; irfânî dil ise, birleştirici ve tevhîd edicidir… ‘İlmî dil, ayrıştırıcı ve tahlîl edici; irfânî dil ise, kaynaştırıcı ve terkîb edicidir… ‘İlmî dil, arazın; irfânî dil ise, cevherin dilidir… ‘İlmî dil, hilkatın; irfânî dil ise, hakîkatın dilidir… ‘İlmî dilin lafzı husûsî, mânâsı umûmîdir; irfânî dilin ise lafzı umûmî, mânâsı husûsîdir…

Kâl-söz dili, ilmîdir; hâl-öz dili ise, irfânîdir… Yâni, maddî-bedenî dili anlamaya ‘ilm, mânevî-rûhî dili anlamaya ise irfan lâzımdır… ‘İlmî dil, –daha çok– kitâbîdir, okuyarak elde edilir; irfânî dil ise, –daha çok– şifâhîdir, dinleyerek kazanılır…

‘İlm –bilim-, yapıcıdır da yıkıcıdır da, ıslâh da eder ifsâd da, îmar da eder imhâ da, tâmir de eder tahrip de… Ama irfan, sâdece yapıcıdır, ıslâh eder, îmâr eder, tâmîr eder… Sâlih ‘amelle irfanlaşamayan, mârifete dönüşemeyen ‘ilm –bilim-, sâhibinin hem iç dünyâsını hem de kendi dışındaki dünyâyı tahrip ve imhâ eder; ancak, bilimin kirlerinden yine irfân arındırır, bilimin hasarlarını yine irfân onarır…

Bidâyetten nihâyete îman nûru…

Îman, en parlak lem‘adır… Îman lem‘alarından nasipdâr olan bir akıldan bir dile fitne, fesat, fücur, küfür sözleri düşmez… ‘İlm ve ‘amel lem‘alarıyla muhkemleşmiş bir îmanla dopdolu olan bir gönülden ancak emânet, sükûnet, muhabbet, meserret ve huzur yayılır…

Aklın ve nefsin iğvâlarından, ifsatlarından emin ve emniyette olabilmenin en mühim şartı, hakîkî sahih bir îmandır… Îmansız ‘ilm –bilim-, iğvâ eder, ifsâd eder, iğfâl eder, ıdlâl eder; ‘ilmsiz ‘amel ise, tahrîb eder, imhâ eder… Ezcümle, îman lem‘aları, ‘ilmin de ‘amelin de yolunu emin kılar; ‘ilmiyle ‘amel eden sâlih bir ‘âlimin yolu da, bu îman lem‘alarıyla pırıl pırıl ve ışıl ışıldır…

Hâsıl-ı merâm hulâsa-yı kelâm…

Sahih îman, lem‘adır; hâlis ‘ilm, lem‘adır; sâlih ‘amel, lem‘adır… Töre yolunda, bu lem‘aların ışığında önce kendi özümüzü aydınlatmak, sonra da hakîkatın, mârifetin ve hikmetin peşine düşerek ‘âlemi aydınlatmaya çalışmak gerekir…

Sözü, söztörenin büyük şâirine, Yûnus Emre’ye bırakma vakti gelmiştir:

İlim ilim bilmekdür ilim kendin bilmekdür

Sen kendüni bilmezsin yâ nice okımakdur

Okımakdan ma‘nâ ne kişi Hakk’ı bilmekdür

Çün okıdun bilmezsin hâ bir kurı emekdür

Okıdum bildüm dime çok tâat kıldum dime

Eri Hakk bilmez isen abes yire yilmekdür

Dört kitâbun ma‘nâsı bellüdür bir elifde

Sen elif dirsin hoca ma‘nâsı ne dimekdür

Yûnus Emre dir hoca gerekse var bin hacca

Hepisinden eyüce bir gönüle girmekdür…

Allâh, cümlemizi, ‘ilm ile okuduğunu bilen, irfân ile kendini bilen, mârifet ile Hakk’ı hakîkatı bilen, hürmet ile eri Hakk bilen, hikmet ile okuduğunu mutlak ‘ilm sanmayan ve muhabbet ile de bir gönüle giren kullarından eylesin…  Allâh, ‘ilmimizi îman, ‘amelimizi mârifet, irfânımızı da hikmet lem‘alarıyla donatsın… Âmîn bi-hurmeti Tâhâ ve Yâsîn…

Vesselâm…

Abdülkadir Dağlar

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu