Doç. Dr. Erhan Çapraz

Ya’kub’dan yakuba…

Abdülkadir Dağlar hocamızın iştikak yazıları sayesinde yatay âlemde kelimeler arasındaki yakın kardeşliğe iyice aşina olduk sayılır. Diğer tarafdan geçen Karac’oğlan’ın bir şiirinde “yakub yandırma” tabirini görünce aklıma hemen Ya’kub Aleyhisselâm geliverdi. Yine Karac’oğlan’ın bir başka şiirinde de “Ben de Ya’kub gibi Yusuf m’aldırdım/ Karalar giyinmiş yasdadır gönül” dizelerini görünce de mânâca Ya’kub’u yakuba götüren süreci kavramış oldum.  Dolayısıyla belki birilerince “kel alâka” denilecek bu hususa kısaca da olsa köşemde değinmeye karar verdim. Zira Töreli dairede cari olan iştikak ameliyesinin dikey eksende de vücut bulması pekâlâ mümkündür, elbette Töreli bir nazarla bakılması kaydıyla…

Ömer Faruk Harman’ın İslam Ansiklopedisi’nde aktardığı bilgilere göre, “Ya‘kub” kelimesinin aslı İbrânîce Yaakob’dur (Yaakov). Tevrat’ta kelimenin menşei iki şekilde izah edilmektedir. Bunlardan birine göre Yaakob “topuk tutan” demektir; zira Esav ile ikiz olan Ya‘kub önce doğan Esav’ın topuğunu tutarak dünyaya gelmiştir. Diğerine göre ise kelime “birinin yerini alan” mânâsındadır. Ya‘kub, Esav’ın ilk oğul olma hakkını elinden aldığı, onun yerine geçtiği ve bereketini çaldığı için bu adla anılmıştır. Bizim kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’de Ya‘kub’dan hem bu isimle hem de İsrâil diye bahsedilmektedir. Fakat İslami kaynaklara göre de Ya‘kub, Arapça asıllı bir kelime değildir. Dolayısıyla kelimenin köken bakımından da mecaza (hakikat) dönük bir çokanlamlılık kazandığı görülmektedir.

Töreli dairede Ya’kub Aleyhisselâm, evlat acısına bağlı üzüntünün de yegane timsalidir.  Oğlu Yusuf’un yokluğunda Bünyâmin de yanından ayrılınca üzüntüden iki gözüne ak düşmüş, oğlu Yusuf’un gönderdiği gömleği yüzüne sürerek gözleri yeniden açılmıştır. Yakup Aleyhisselâmla ilgili olarak kitabımız Kur’ân’da bize şöyle buyrulmaktadır: “Deyin ki: Biz Allah’a inanırız; bize indirilene ve İbrâhim’e, İsmâil’e, İshak’a, Ya‘kub’a ve onların soyundan gelenlere indirilene, Mûsâ’ya, Îsâ’ya ve rableri tarafından diğer bütün peygamberlere verilmiş olana inanırız; onların arasında hiçbir ayırım yapmayız; biz Allah’a teslim olanlardanız” (el-Bakara 2/136; Âl-i İmrân 3/84). Dolayısıyla bu ayetler, Yakup Aleyhisselâmın peygamberliğine inanmanın Müslümanlığın bir şartı olduğunu bize açıkça göstermektedir. Bu bağlamda Töreli edebî gelenekte telmihe dönük tüm mecazi kullanımların hakikat alanını bu husus belirler. Kanaatimizce bu durum, Karac’oğlan’da açıkça görüldüğü üzere “Ya’kub”dan “yakub”a geçişimizin ilk ve en temel merhalesini teşkil eder.

Sözkonusu geçişin ikinci merhalesini teşkil eden şey ise yine Ya’kub Aleyhisselâmın şahsında tecessüm eden “sabır”dır. Nitekim Hz. Âişe validemiz, ifk hadisesinden dolayı bazı ithamlara maruz kalınca şöyle demiştir: “Artık bana düşen Yusuf’un babası gibi sabretmektir” (Müsned, VI, 367, 368; Buhârî, “Tefsîr”, 12/3; 24/11). Bu bağlamda içimizi veya dışımızı yakan (yakub) her hadisede sabra meclubiyetimiz Ya’kub Aleyhisselâmın temsiliyet makamıdır ve bizi doğrudan onun hakikat alanına bağlar. Dolayısıyla yakan her şeyde bir Ya’kub gizlidir!

Eski Türkçe’den beri kullanılan yakmak filli, temelde, “Yanmasını sağlamak, tutuşturmak”, “Ateşe vermek, ateşle yok etmek”, “Isı veya ateş etkisine mâruz bırakıp hasar görmesine, yanmasına sebep olmak”, “Fazla ısıya mâruz bırakarak kömürleşmesine, kavrulmasına sebep olmak”, “Işık veya ısı vermesini sağlamak”, “Yanıyormuş gibi ısırıcı sert bir etki yapmak”, “(Güneş) Çok fazla ısıtmak”, “(Güneş) Deriyi karartmak”, (Soğuk hava, don vb. tabiî âfetler bitkileri) Kurutmak, zarar vermek”, “(Benzin, gaz, odun, kömür vb. yakıt ve yakacakları) Tüketmek”, “(Sigara, çubuk, pipo vb.ni) İçilecek duruma gelmesi için tutuşturmak, içmeye başlamak” şeklinde aslında tamamen dışa bağlı ve dışta gerçekleşen bir fiile karşılık gelir. Kelimenin “Ya’kub”a geçişi ise tamamen mecazi tarafında gizlidir. Zira kelimenin mecazi mânâlarına baktığımızda ise Kullanamayıp hükümsüz kılmak”, “Çok güçlü, ıztırap verici bir aşk uyandırmak, aşk ateşine düşürmek”, “Büyük zarara uğratmak, geleceğini kötü şekilde etkilemek, felâkete sürüklemek” gibi kazandığı mânâları bu durumu açıkça teyit eder. Yani yakub fiili de açıkçası Ya’kub’a bir timsaldir.

Kanaatimizce bu timsale bağlı olarak da lisanımızda “Yakarım: ‘Mahvederim, perîşan ederim, öldürürüm’ anlamında tehdit sözü; Yakıp yandırmak: Perîşan etmek, şiddetle yakmak ve Yakıp yıkmak: Yok etmek, mahvetmek” gibi tabirler ve “Abayı yakmak / Ateş olsa cirmi kadar yer yakar / Başını ateşe (nâra) yakmak / Can yakmak / Canını yakmak / Dışı eli (seni) yakar, içi beni yakar / İçi beni, dışı seni yakar / Ok meydanında buhur yakmak / Pire için yorgan yakmak / Yağ yakmak / Yere bakan yürek yakan” gibi deyimler vücut bulmuştur. Hatta bu durumun yanık Kerem’in “Kerem der ki beni yakıp yandırma / Yandırıp da dost eline kondurma” dediği gibi “türkü”ye (ağıt) de vücut vermesi ve türkü söylemek, türkü düzmek içün “türkü yakmak” tabirinin türemiş olması da Töreli edebi dairenin hakikat alanında Ya’kub Aleyhisselâmın hakikatını bize tamamen aşikâr kılar. Ya’kub da yakuba dönüşmüştür gayrı!

Maalesef bizler, “yakub”u da yaktık ve “yakıp” şekline dönüştürdük. Dolayısıyla da hep âteş-i firkatta kaldık. Neyse ki bereket versin yine mecaz, mevcut bu hali (kıyamet) de Leyla Hanım’ın dediği gibi başka halete tahvil eyliyor:

“Yaktı yine yandırdı beni âteş-i firkat

Fikr eylese reftârını dil özge kıyâmet”

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu