Mustafa ArslanoğluTöreli Yazılar

Gel Ey Sükût

Gel Ey Sükût

Susmak ya da sükût etmak! İnsan için ahlâkî, irâdî ve edebî bir tercihtir. Mâmâfih, bazan zoraki bir uygulama da olabilir.

Yerinde susmak, yerinde sükût etmek olgun insanların şiârıdır.

Ben, susmaktansa sükût etmeyi tercih ederim. Sükût kelimesi daha sihirli, daha etkileyici geliyor bana.

Daha önemli olan yerinde konuşmak, yerinde susabilmektir. Haddini aşmadan, öfke ile taşmadan sözü yere düşürmeden konuşmak ne kadar güzelse; yerinde ve zamânında sükût edebilmek de bir o kadar güzeldir.

Töresöz ne güzel ders vermiş:

“Söz gümüşse, sükût altındır.”

Edep yolu, olgunluk yolu olan “susma âdâbını“ sabırdan ayrı tutamayız. Bu mânâda susmak, sabrın kendisidir.

Susmak, sükût etmek bir derstir, sestir, cevaptır, hedeftir, tevekküldür, sabırdır, asâletli bir tavırdır.

Herkes susabilir, sükût edebilir. Ancak insanlar üzerinde aynı tesiri gösteremez. Sükûtun yeri ve zamanı çok önemlidir.

Susmanın ilkesi nedir?

Edebi yere düşürmemek, zulme, yalana yol açmamak, gönül kırmamak, günâha, fitneye ve kavgaya sebep olmamak için insan susma tercihini kullanabilir.

Sükût, erdemli insanların edepli hâlidir.

“Edebim el vermez edepsizlik edene;
Susmak en güzel cevap, edebi elden gidene.“

denilmiş.

Câhil ile, kaba kimselerle ağız dalaşı yapmak, onlara anladıkları dilden cevap vermek olgun insanların işi değildir. Böyleleriyle tartışmak insanın seviyesini düşürür.

Mark Twain der ki:

“Asla bir aptalla tartışmayın. Sizi kendi seviyesine çeker ve sonra tecrübesiyle sizi yener. Dışarıdan bakanlar da hanginizin câhil olduğunu anlayamayabilir.“

Böyle durumlarda bazan bize yakışan bir cevap ile, bazan sitemimizi belli eden yüz ve göz işâretiyle konuşmak daha yakışık alandır.

Susmanın ölçüsü nedir?

“Her kim Allâh’a ve âhiret gününe îmân ediyorsa; ya hayır söylesin, ya da sussun.“ (Hz. Muhammed).

Yukarıdaki hadis-i şerif sükût etmenin ölçüsü hakkında güzel bir örnektir.

Neden sükût ederiz?

Sözümüzü dinlemeyen, bildiğinden şaşmayan kimseler, susmamızdan da pek etkilenmezler. Ancak biz, susmakla kendi edebimizi, vakârımızı ve kişiliğimizi korumuş oluruz. Bu durumumuz her şeye rağmen karşımızdakine bir mesaj olur.

İnsanın başına susmaktan değil, çok konuşmaktan dert ve belâ gelir.

Bu mânâda töresözümüz güzel bir rehberdir.

“Göz iki, kulak iki, ağız ise tek;
Çok görüp, çok dinleyip, az kelâm gerek.“

Ecdâdımız; “Aklın yolu birdir,” demiş. Kendini bilen az konuşur, çok dinler.

Maalesef câhil insanlar kendi bildiklerinden ve kafalarına yerleşmiş kurgularından kolay kolay vazgeçmezler. Böyleleri az düşünür, çok konuşur.

Böyle kimseler için Sâdî ne güzel demiş:

“Câhil için susmaktan daha iyi bir şey yoktur.”

Gel gör ki; câhil bunu bilmez, onlar çok konuşmayı mahâret zanneder.

Şu ince noktayı da unutmamak gerekir. Bir kimse câhil veya okumuş da olsa, makâmı da bulunsa; her konuda değil, zaafı bulunduğu hususun câhilidir.

Susmanın fazileti nedir?

Susmak edeptir, mahârettir, nefse hâkimiyettir. Bu yüzden sükût etmek kıymetlidir, izzetlidir.

İnsan, konuşarak değer kazandığı gibi, konuşmadıklarıyla da değer kazanır. Konuşmanın da susmanın da fazileti buradan gelir.

Konuşma hakkını susarak kullanmak, susarak konuşmak itibarlı ve hakkaniyetli bir yoldur.

Sözün bittiği yerde konuşan kaybetmiştir.

Söz isrâfı ne kötü bir huydur! Böyle durumlar için Mevlânâ hazretlerini dinleyelim:

“Kargalar ötmeye başlayınca bülbüller susar.”

Kelâm-ı kibardan ibret almak lâzım.

Sükût etmek de oruç ibadeti gibi olmalıdır. Nasıl ki, orucu sadece yeme ve içmeyi kesmekle değil, tüm organlarımızla tutuyorsak; sükût etmeyi de sadece konuşmayı kesmekle değil, bütün beden dilimizi de susturarak yapmalıyız.

Ne zaman konuşmalı, ne zaman susmalı?

İşte bütün mesele bu!

Susmak ar ve zarar getirecekse konuşmalı; konuşmak ar ve zarar getirecekse susmalı…

Yunus Emre konuşmanın ve susmanın önemini şöyle açıklamıştır:

“Söz ola kese savaşı, sözola kestire başı!
Söz ola ağulu aşı, yağ ile bal ede bir söz.“

Yerinde konuşmak, yerinde susmak ve yerinde dinlemek sanattır, ahlâktır, edeptir, tecrübedir.

Boş söz, dedikodu ve çirkin ifâdeler insanın dilinden çıkmamalıdır. Çünkü dil, kalbin ve fikrin emrindedir. Kalp kirlenmeden, zihniyet bozulmadan insan çirkin söz söyleyemez, günâh işleyemez.

Kalbimizi temiz tutmadan çevremizi temiz tutamayız.

Yerinde susmayı bilemezsek, bazan iki üç harfli bir kelime bile son pişmanlığımız olabilir.
Sanırım bu fıkra gülerken bizi düşündürecektir.

“Adamın biri deve satın alır. Satıcı deve ile ilgili bilgileri verirken; ‘Deveye binince yürümesini istiyorsan “oh” diyeceksin. Hızlı koşmasını istiyorsan, derin nefes alır gibi uzunca “ohh” dersen deve koşmaya başlar. Durmasını istediğinde ise “âmin” diyeceksin.’
Adam, “tamam” der ve devesine biner, “oh” diyerek devesiyle beraber yola revân olur. Epey gittikten sonra devesini koşturmak ister ve derin bir “ohh” diyerek deveye komut verir. Deve süratlenir, koştukça koşar! Adam bir bakar ki, uçuruma doğru gidiyorlar. Fakat deveyi durdurmanın şifresi olan “âmin“ kelimesini unutur. Bu korku ile bildiği bütün duaları okur, bu ara uçuruma ramak kala dualarının kabulü için “âmin” der. Deve hemen durur. Adam bu sevinçle gayrı ihtiyâri ciğerinden gelen bir sesle “ohh” der…”

Kıssadan hisse:
Nerede ne konuşacağımızı, nerede susacağımızı iyi bilmek gerekir. Küçük ihmaller büyük belâlara sebep olabilir.

Hayat; emek, çile, huzur, neşe ve keder arasında yaşadığımız bir zaman dilimidir.

Herkes Cennet’i ister, ölülerimize son görevimizi yaparken duamızın bir yerinde; “Allah’ım makâmını Cennet eyle” diye niyâz ederiz.

Cennet bu dünyada kazanılır, cennete gidiş pasaportu, vize belgeleri bu dünyada hazırlanmalıdır.

Kul kusursuz, gül dikensiz olmaz. Gülün gövdesindeki dikeni unutturan, onu gözden uzak tutan; gülün zarâfeti, kokusu, renkli görüntüsüdür. Bu öyle bir güzelliktir ki, dikenine kimse bakmaz.
İnsan da gül gibi olmalı ki, kusurları görülmesin, affedilsin.

Yerinde konuşan, yerinde susmasını bilen, hayır hasenât ve sâlih amel ile ömür süren insanlar gül gibidir.

İşte Kur’an’dan konumuzla ilgili güzel bir örnek:

“Onlar orada (Cennet’te) “selâm”, “selâm” (karşılıklı selamlaşma) dan başka boş bir söz ve günâha düşüren kelâm duymazlar.” (Vâkıa, 25-26).

Bu âyette Cennet ehlinden bahsediliyor. Dünya ehli bundan örnek alıp boş sözden kaçınmalı, ya hayır söylemeli veya susmasını bilmeli ki, iki cihân huzurunu yakalayabilsin.

“Susan kurtuldu.” hadîs-i şerifi insanı yalandan, konuşmakla düşülen belâ ve günahtan, öfke ve kalp kırmaktan koruyan bir nasihat olarak değerlendirilmelidir.

Sessizliğin sesi kadar, sükûtun tesiri kadar, yerinde söz söylemek de güzeldir.

Mustafa Arslanoğlu

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu