Doç. Dr. Erhan Çapraz

Her beyit, Beytullah’a uzanır.

Sözlüğümüz Kubbealtı’nda beyit (ﺑﻴﺖ) i. (Ar. beyt), “Ev, mesken, hâne” mânâsına gelir. Aynı mânâ, hâl-i hakikatte ise bizi “Ehl-i beyt-i Mustafa”ya bağlar. Aynı beytin doğrudan Cenab-ı Hakk’a açılan tarafı ise “Beytü’l-hikme” olup “Allah aşkıyle ve hikmetle dolu gönül” mânâsına gelmektedir. Dolayısıyla bundan sonra göreceğimiz beyte bağlı türemiş (tecelli) tüm kelimeler, Beytullah’a uzanır.

Beytullah’ta O (C.C.) ve beyti bir araya gelerek (Ar. beyt “ev” ve Allāh ismiyle beytu’llāh) Allah’ın evi, Kâbe oluverir. Öyle ki O’na hakkıyla inanan her kulun gönlü de birer Beytullah’tır. Bu yüzden Pir Sultan’ım mürşidde bile onun gönlüne taliptir:

“Mürşidin gönlünde var ise yerin

Beytullah değil mi ol bana yeter

Kul, daima bu beyitte kalmak ve gecelemek ister. Kulun bu isteği ise “beytutet” (gecelemek) kelimesine hayat verir. Bir de bu beytin evlat acısıyla yanıp kavrulan Hz. Yâkub’da vücut bulan tecellisi mevcuttur ki sanat ve edebiyat, büyük ölçüde bundan beslenir: Beytü’l-ahzan… “Hüzünler evi” mânâsına gelen kelime, Hz. Yâkub’un, oğ­lu Yûsuf’u kay­bet­tik­ten son­ra ka­pandı­ğı ku­lü­be­den dolayı lisanda da bir teşmil kabiliyeti kazanmıştır. Elbette Rûhî-i Bağdâdî’nin belirttiği üzere bu evin esiri olmak hîç de kolay değildir, fakat mükafatı pek yücedir:

“Esîr-i bey­tü’l-ahzân ol­ma­dan Ya’kūb veş maksûd

Gö­nül mıs­rın­da bir Yûsuf-likāya mâlik ol­mak­tır

Onun civarı bile öylesine yüce bir kıymete haizdir ki sadece dostun alayları onun civarından akın akın geçer:

“Mev­kib-i yâran civâr-ı bey­tü’l-ah­zan­dan ge­çer (Yahyâ Ke­mal).

Oldukça ilginçtir ki bu kelimenin mecazı, “dünya”dır. Yani, kelimenin kendisi, hakikatin ta kendisi olmuştur bize.

Kâbe, “Beytü’l-atik”tir. Yani en eski zamana ait (ilk) beyittir; tüm kulların azat olduğu yerdir. Bu yüzden “Beytü’l-haram”dır. Çünkü yeryüzündeki en kutlu mabed orasıdır. Aynı beyit, Kutlu Nebi’nin Mîrac’ı üzerinden bu sefer de bizi “Beytü’l-mukaddes”e, yani Mescid-i Aksâ’ya bağlar. Dolayısıyla beyit, bu sayede mukaddes bir beyittir de artık.

Bir de kutlu olana bağlı “beytü’l-ma’mur” mevcuttur ki bu beyit de “Hz. Âdem’le yer­yü­zü­ne in­di­ri­lip Tûfan’dan son­ra tek­rar gö­ğe çı­ka­rıl­dı­ğı­na ina­nı­lan ye­din­ci kat gök­te­ki köşk”tür. Böylece de beyit, Töreli dairede asıl kaynağını da bulmuş olur.

Doğrudan töre dairesine dâhil olmayan beyit ise “beytü’l-mâl”dir. Çünkü bu sadece dünyaya ait bir “devlet hazinesi”dir.

İşte, beytin Töreli edebî dairede ebedî hakikate doğrudan bağlandığı yer ise nazımdır; şiirdir; şiirdeki beyittir. Dolayısıyla “Dîvan edebiyâtında nazım birimi olarak kabul edilen iki mısrâdan ibâret nazım parçası”na bu yüzden beyit adı verilmiştir. Bu yüzden belli bir kişi, mekan veya vak’a için beyit düzülür. Eğer bu beyit, anlamını bir başka beyitte tamamlarsa “beyt-i merhun” olur. Gazelde, “beytü’l-gazel” (Bir ga­ze­lin en gü­zel bey­ti); kaside de ise “beytü’l-kasid” (Bir kasîdenin en gü­zel bey­ti) olur. Fakat beyit için aslolan “aşk”tır. Yani O’na (C.C.) karşı duyulan mahabbettir. Bu yüzden beytü’l-gazel, aynı zamanda bir “beytü’l-muazzam”dır. Bakınız Töreli büyük şairimiz Yahyâ Kemal bize bu hususta ne diyor:

“Bir tek ga­zel bı­rak­sa ye­ter bir ga­zel-serâ

Her bey­ti an­cak ol­ma­lı bey­tü’l-ga­zel gi­bi

İlk defa benden duyacaksınız ama beyit kelimesi aslında sadece bu yüzden halk arasında “dörtlük, kıta, şiir” mânâsına kullanılır. Bu yüzden Kerem Aslı’sına; Aslı da Kerem’ine beyit söyler. Çünkü en başta söylediğimiz gibi, “Her beyit, Beytullah’a uzanır.”

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu