
Sözlüğümüz Kubbealtı’nda beyit (ﺑﻴﺖ) i. (Ar. beyt), “Ev, mesken, hâne” mânâsına gelir. Aynı mânâ, hâl-i hakikatte ise bizi “Ehl-i beyt-i Mustafa”ya bağlar. Aynı beytin doğrudan Cenab-ı Hakk’a açılan tarafı ise “Beytü’l-hikme” olup “Allah aşkıyle ve hikmetle dolu gönül” mânâsına gelmektedir. Dolayısıyla bundan sonra göreceğimiz beyte bağlı türemiş (tecelli) tüm kelimeler, Beytullah’a uzanır.
Beytullah’ta O (C.C.) ve beyti bir araya gelerek (Ar. beyt “ev” ve Allāh ismiyle beytu’llāh) Allah’ın evi, Kâbe oluverir. Öyle ki O’na hakkıyla inanan her kulun gönlü de birer Beytullah’tır. Bu yüzden Pir Sultan’ım mürşidde bile onun gönlüne taliptir:
“Mürşidin gönlünde var ise yerin
Beytullah değil mi ol bana yeter”
Kul, daima bu beyitte kalmak ve gecelemek ister. Kulun bu isteği ise “beytutet” (gecelemek) kelimesine hayat verir. Bir de bu beytin evlat acısıyla yanıp kavrulan Hz. Yâkub’da vücut bulan tecellisi mevcuttur ki sanat ve edebiyat, büyük ölçüde bundan beslenir: Beytü’l-ahzan… “Hüzünler evi” mânâsına gelen kelime, Hz. Yâkub’un, oğlu Yûsuf’u kaybettikten sonra kapandığı kulübeden dolayı lisanda da bir teşmil kabiliyeti kazanmıştır. Elbette Rûhî-i Bağdâdî’nin belirttiği üzere bu evin esiri olmak hîç de kolay değildir, fakat mükafatı pek yücedir:
“Esîr-i beytü’l-ahzân olmadan Ya’kūb veş maksûd
Gönül mısrında bir Yûsuf-likāya mâlik olmaktır”
Onun civarı bile öylesine yüce bir kıymete haizdir ki sadece dostun alayları onun civarından akın akın geçer:
“Mevkib-i yâran civâr-ı beytü’l-ahzandan geçer” (Yahyâ Kemal).
Oldukça ilginçtir ki bu kelimenin mecazı, “dünya”dır. Yani, kelimenin kendisi, hakikatin ta kendisi olmuştur bize.
Kâbe, “Beytü’l-atik”tir. Yani en eski zamana ait (ilk) beyittir; tüm kulların azat olduğu yerdir. Bu yüzden “Beytü’l-haram”dır. Çünkü yeryüzündeki en kutlu mabed orasıdır. Aynı beyit, Kutlu Nebi’nin Mîrac’ı üzerinden bu sefer de bizi “Beytü’l-mukaddes”e, yani Mescid-i Aksâ’ya bağlar. Dolayısıyla beyit, bu sayede mukaddes bir beyittir de artık.
Bir de kutlu olana bağlı “beytü’l-ma’mur” mevcuttur ki bu beyit de “Hz. Âdem’le yeryüzüne indirilip Tûfan’dan sonra tekrar göğe çıkarıldığına inanılan yedinci kat gökteki köşk”tür. Böylece de beyit, Töreli dairede asıl kaynağını da bulmuş olur.
Doğrudan töre dairesine dâhil olmayan beyit ise “beytü’l-mâl”dir. Çünkü bu sadece dünyaya ait bir “devlet hazinesi”dir.
İşte, beytin Töreli edebî dairede ebedî hakikate doğrudan bağlandığı yer ise nazımdır; şiirdir; şiirdeki beyittir. Dolayısıyla “Dîvan edebiyâtında nazım birimi olarak kabul edilen iki mısrâdan ibâret nazım parçası”na bu yüzden beyit adı verilmiştir. Bu yüzden belli bir kişi, mekan veya vak’a için beyit düzülür. Eğer bu beyit, anlamını bir başka beyitte tamamlarsa “beyt-i merhun” olur. Gazelde, “beytü’l-gazel” (Bir gazelin en güzel beyti); kaside de ise “beytü’l-kasid” (Bir kasîdenin en güzel beyti) olur. Fakat beyit için aslolan “aşk”tır. Yani O’na (C.C.) karşı duyulan mahabbettir. Bu yüzden beytü’l-gazel, aynı zamanda bir “beytü’l-muazzam”dır. Bakınız Töreli büyük şairimiz Yahyâ Kemal bize bu hususta ne diyor:
“Bir tek gazel bıraksa yeter bir gazel-serâ
Her beyti ancak olmalı beytü’l-gazel gibi”
İlk defa benden duyacaksınız ama beyit kelimesi aslında sadece bu yüzden halk arasında “dörtlük, kıta, şiir” mânâsına kullanılır. Bu yüzden Kerem Aslı’sına; Aslı da Kerem’ine beyit söyler. Çünkü en başta söylediğimiz gibi, “Her beyit, Beytullah’a uzanır.”