
Kur’an’da Allah Tasavvuru
Kur’an’ın indiği ortamda Mekke’de günümüzdeki deizmin tanrı anlayışına benzer şekilde hayatın içinden dışlanan, göklere çıkarılan uzak tanrı anlayışı hakimdi. Mekkeliler uzakta olan, göremeyen, hayata karışamayan bir tanrıya inandıkları için aracı olarak putlara tapıyorlardı. Kur’an işte bu inancı yerden yere çalıp sahih bir Allah inancı kurmak istemiştir. Onun için de ısrarla; bizi bizden iyi gören, şah damarımızdan daha yakın bir Allah inancını yerleştirmeye çalışmaktadır. Kur’an’ın her satırında bunu açık ya da gizli olarak görürüz. Hatta Kur’an’ın iniş gayelerinden biri uzak tanrı inancını yıkıp yakın tanrı anlayışını yerleştirmektir diyebiliriz.
Kur’an’ın Allah anlayışı düzenli yaratma, rızık verme, hidayet, adalet ve rahmet kavramlarını içeren organik bir bütün teşkil etmektedir. Kur’an’ı ilk okuduğumuzda üzerimizde kalan etki, Allah’ın sonsuz yüceliği ve sonsuz merhametli oluşudur. Allah, tüm varlık aleminde mutlak merkezdir, her şeye anlam ve hayat kazandırandır.
Geleneğimizdeki üç tür tanrı anlayışını da Kur’an’da bulmak mümkündür: 1. Aşkın tanrı anlayışı, 2. İçkin tanrı anlayışı, 3. İnsan biçimci tanrı anlayışı.
- Kelamcıların savunduğu aşkın tanrı anlayışı: Hiçbir şey ona benzemez. İnsanın hayaline gelen ne olursa olsun o Allah değildir. Çünkü insanın hayali sınırlıdır. Sınırlı olan sonsuz olanı kavrayamaz. Kur’an, müşriklerin Allah’a izafe ettiği, yaratılmışlara özgü sıfatlardan münezzeh olduğunu defaatle söyler ve insan biçimci sıfatları tevile açık bir şekilde sunar. İnsan ancak yaratılmış olanları hayal veya tasavvur edebilir. Allah ise, yarattıklarına benzemez. Allah, madde ötesi aşkın bir varlıktır. Bırakın O’nun benzerinin olmasını, «O’nun benzeri gibisi (dahi) hiçbir şey yoktur.» (Şûrâ 42/11)
- Tasavvuf ehlinin savunduğu içkin tanrı anlayışı: Üç kişi bir araya gelip kendi aralarında konuşsalar dördüncüsü Allah’tır, Allah oradadır, her yerdedir (Bk. Mücadele 58/22). Allah insana şah damarından daha yakındır (Kâf 50/16; Bakara 2/186), kişi ile kalbi arasına girer (Enfâl 8/24). O, insanı insandan daha iyi bilen içkin varlıktır. O, zahirdir, batındır, sanatıyla, eserleriyle apaçıktır ama beş duyuya kapalıdır, kulları ile dostluk kurmak, gönül saraylarının tahtına yerleşmek ister (Bk. Nisa 4/125; Kaf 50/33-34).
- Selefilerin ve selef ulemanın savunduğu insan biçimci tanrı anlayışı: Allah’ın eli, gelmesi, arşa istiva etmesi vb. nitelemelerle de Allah Kur’an’da tanıtılır ve selefiler bu tür ifadeleri tevil etmek yerine olduğu gibi anlama eğilimindedirler. Kur’an’da Allah evreni yöneten mutlak padişah, gerçek hükümdar “el-Melikü’l-Hak” şeklinde de tanıtılır. (Bk. Mü’minun 23/116)
Allah’ın el-Melik olarak tanıtılmasının sebeplerinden biri Mekke ve Medine’de kral ve padişah olmadığı için kralları ulaşılmaz gören o günün toplumuna mutlak padişah, gerçek yönetici Yüce Allah’tır mesajını vermektir. Krallar ülkelerinde muktedir olamazken, Allah zerreden kürreye her şeyi yaratan ve hakkıyla yönetendir anlayışını hâkim kılmak ve merkeze Allah’ı yerleştirmek içindir. Diğer bir sebep ise yöneticilerin Allah’ın isimleriyle ahlaklanmalarını sağlayıp onlara adalet, merhamet, sevgi ve bağışlama bilinci kazandırmaktır. Örneğin Burûc suresinde anlatıldığı gibi dinine girmeyenleri ateş dolu hendeklere atarak yakan Himyerîler’in son yahudi kralı Zûnüvâs’ın bu zulmüne karşılık kâinat tahtının sahibi Allah’ın el-Ğafûr (çok bağışlayan) ve el-Vedûd (çok seven ve sevilen) isimleri öne çıkarılır. Bu isimlerle ahlaklanılması istenir.
Herhangi bir kalıba ve tanıma sığmayacak olan Allah neden kendini bu şekilde farklı anlayışlara açık şekilde tanıtır? Bu sorunun muhtemel cevaplarından biri şu olabilir: Her insan orijinaldir, hiçbiri diğerine benzemez, her insanda Allah’ın farklı imzası vardır ve her insanın algısı farklıdır. Bu kadar farklı yapıdaki insanların kendi yapılarına uygun olarak Allah’ı tanımalarına ve ona inanmalarına imkân vermek ve bunu kolaylaştırmak içindir. Allah ile ilişkimiz ve Allah algımız özel ve özneldir. Yeryüzündeki insan sayısı kadar farklı tanrı anlayışı vardır. Önemli olan Allah anlayışımızın bizde bıraktığı izdir, bizde ahlak, sevgi, şefkat, merhamet, adalet oluşturmasıdır, bizi insan kılabilmesidir.
İslam’ın tanrısı bir diktatör değildir. Çünkü söylediklerini mutlaklaştıracak bir determinasyona ve onun adına hükmedecek bir merkezi otoriteye vekalet vermemiştir. İslam, hakkı arayan mü’min ile iman ettiği Tanrı (yani aradığı Hakk) arasında hiçbir aracı kuruma salahiyet vermiyor. Araya girme hakkı olan hiçbir zorunlu otorite tanımıyor. (Bk. Mücahit Bilici, İslam’ın Tanrısı bir diktatör mü?). Bunun yanında kuluna akıl ve irade bahşeden Allah verdiği iradeye saygılıdır, onların iradelerine ket vurmaz veya iradelerini zorla değiştirmez. Bahşettiği akıl ve iradeyle onları imtihan eder.
Kur’an’daki tanrı anlayışında bozukluk arayanlar neden Kur’an’da öne çıkarılan Allah’ın şu isimlerini görmezden gelirler veya yanlış yorumlarlar? Rab (her şeyin sahibi ve terbiye edicisi), el-Vedûd (çok seven ve sevilen), el-Ğafûr (çok bağışlayan), el-‘Afuvv (çok affeden), er-Rahmân (Güneşin ayrım yapmadan her şeyi ısıtıp ışıtması gibi kâfir-mümin ayırmadan merhameti ile herkesi kuşatan), er-Rahîm (Sonsuz merhamet sahibi olan), er-Raûf (Sonsuz şefkat sahibi olan), es-Selâm (selamete çıkaran, huzurun, barışın kaynağı olan), el-Mümin (Kullarına güvenen, güven veren ve güven isteyen), el-Müheymin (Bir kuşun yavrularını korumak için yuvası üzerinde uçtuğu gibi kullarına kol kanat geren), el-Cebbâr (Kulları üzerinde tasarruf sahibi olan, her durumda iradesini yürüten, İmam Maturidi’nin tanımına göre kırık çıkıkları onaran, yaraları iyileştiren), el-Alim (her şeyi bilen), el-Kerîm (son derece ikram sahibi ve cömert olan), el-Hayr (İyiliğin kaynağı olan), el-Berr (iyiliği yaygın olan, iyiliği ile her şeyi kuşatan), el-Halim (Hemen cezalandırmayıp mühlet veren), es-Sâdık (Dosdoğru olan), en-Nûr (Işığın kaynağı olan, her şeyi aydınlatan) vb.
Kur’an’ı iyi niyetle okuyan Kur’an ile hidayete ererken, Kur’an’dan kusur aramak için yakını uzak, uzağı yakın gösteren şeytanın dürbünüyle bakan ise onunla sapar. Zira ayetleri bağlamından ve maksadından uzaklaştırıp görmek istediği manayı onlara vermeye kalkışır. İçindeki karanlıktan bir türlü kurtulup da Kur’an’ın gösterdiği aydınlığa ulaşamaz. Bu durum Kur’an’da şöyle açıklanır: “Şüphesiz ki Allah (gerçeği açıklamak için) sivrisinek ve onun da ötesinde herhangi bir varlığı örnek vermekten çekinmez. İman edenler bu (örneklerin) Rablerinden (gelen) bir gerçek olduğunu bilirler. Kâfir olanlar ise “Allah böyle örnek vermekle ne kastetmiştir ki?” derler. (Allah) onunla birçoğunu saptırır; birçoğunu da doğru yola ulaştırır. (Allah) bununla (verdiği örneklerle zaten) yoldan çıkmış olanlardan başkasını saptırmaz.” (Bakara 2/26)
İnsanları ateş dolu uçurumun kenarından kurtarmak için Allah’ın gökten yere uzattığı rahmet ipi olan Kur’an’a yapışan Allah’a doğru yükselirken bu ipi beğenmeyerek onda kusur arayıp da uçuruma düşenler ise düştükleri çukurda debelenip dururlar. Taktıkları şeytani gözlükler, çukurda kendilerini alkışlayanlar ve şişirilmiş egoları düştükleri boşluğu / uçurumu kendilerine gökyüzünde parlayan yıldız gibi gösterirler. Bu havayla kendilerini çağının starları sanmaya başlarlar. Onların içinde bulunduğu psikolojiyi ve karanlığı Kur’an şu şekilde tasvir eder: “İnkâr edenlere gelince; onların amelleri ıssız bir çöldeki serap gibidir. Susamış kimse onu su sanır. Yanına geldiğinde hiçbir şey bulamaz. Ancak Allah’ı yanında bulur da Allah onun hesabını tastamam görür. Allah, hesabı çabuk görendir. Yahut (o inkârcıların duygu, düşünce ve davranışları) engin bir denizdeki yoğun karanlıklar gibidir; (öyle bir deniz) ki, onu dalga üstüne dalga kaplıyor; üstünde de bulut… Birbiri üstüne karanlıklar… İnsan, elini çıkarıp uzatsa, neredeyse onu dahi göremez. Bir kimseye Allah nûr vermemişse, artık o kimsenin aydınlıktan nasibi yoktur.” (Nur 24/39-40)
Rabbine kulluktan yüz çeviren insan kulluktan kaçmış olmaz ama kendinden aşağı şeylere kulluğa mahkûm olmuş olur. Sadece kendine yazık etmiş, kendini beş paralık etmiş olur.
El-Basîr olan Allah basiretimizi açsın, Kur’an nurundan azami şekilde istifade etmeyi nasip eylesin.
Dr. Resul ERTUĞRUL