
TÖREDE BARIŞ VAR
İbrahim Kalın hocanın Heidegger’in Kulübesine Yolculuk kitâbını okuduğum şu günlerde kadîm “varlık” -vücûd- mes’elesi ile yeniden hemhâl oluyorum… Varlık karşısında “var”ın, -yânî mevcûdun- hikmeti ve hükmü nedir, anlamaya çalışıyorum… Bu sabâh da hocam Mustafa Öner’in, üniversite tahsîlimin ilk yıllarında henüz yeni yayımlandığında okumuş olduğum, “Barış-/Barış Sözü Hakkında” makâlesini hâtırlayarak bir kez daha mütâlaa ettim… Şimdi ise Varlık ile barış arasındaki alâka üzerine düşünüp yazmaktayım…
Türkçe “mevcûd” anlamındaki var isim kelimesi ile -kökteş- “gitmek, ulaşmak” anlamındaki var-(mak) eylem kelimesi, Kök Türkçe’de “bar” ve “bar-(mak)” şekillerinde kullanılmakta idi… Kök Türkçe’den Türkiye Türkçesi’ne yâdigâr kaldığı söylenebilecek olan “barış” kelimesinin kök anlamıyla (“karşılıklı varış, karşılıklı gidiş-geliş”) -sonradan yüklendiği- metaforik/istiârî anlamları (“sulh, silm/selâmet”) arasında oluşan mânâlar dâiresi, varlık, var, var oluş, varmak, varış(mak), barış(mak) mefhûmlarının tabakalar hâlinde birbirinin üzerinde yükseldiğini bize göstermektedir…
Tefekkür atımı bu dâirede seyr ü temâşâ ettirirken dikkatimi çeken kavramlar etrâfında hâsıl olan düşünceleri hulâsa ederek paylaşmak istiyorum…
*
Varlık
Varlık, cevherî bir hakîkattır… Varlık, kendi kendisine varan ve kendi kendisiyle var olan cevherdir… Varlık, var’ı var eden ve var kılan cevherdir… Varlık, kendisine vararak başkasını var eden, vara vara var kılan cevherdir… Varlık, tecellî ve tezâhür yoluyla var’a varan cevherdir… Varlık, vardığı var’da tecellî ve tezâhür ederek görünen cevherdir…
Varlık, var’ın müstakîmen yürüyüşü netîcesindeki varma eyleminin nihâyî menzilidir… Varlık, var’ın var oluş yürüyüşü netîcesinde vardığı menzilde bulduğudur…
Var
Var, varlık’ın teveccühen ve tenezzülen nüzûl edip vardığı zemîndeki tecellî ve tezâhürüdür… Var, varlık’ın öz aynasında kendisine varış’ının sûretidir… Var, kendisine varlık aynasında varan ve kendisini varlık aynasında bulan sûrettir… Var, varlık’a vara vara kendisine varan -kendisine gelen-, kendisini bilen ve varlık sâhasında var kalan sûrettir…
Var Oluş
Var oluş, varlık’ın var’a ve var’ın varlık’a dâimî sûrette varış’ıdır; var’la varlık arasındaki varış eyleminin devâmıdır… Var oluş, var’ın varlık’ta oluşu, varlık’ta bulunuşudur; var’ın varlık’la hemhâl oluşudur… Var oluş, var’ın bir başka var’a varış’ı, var’ın bir başka var’da oluşu ve bulunuşudur…
Varmak
Varmak, -bir bakıma- var olma, var bulunma, var kalma eylemidir… Varma, bulunduğu mekândan ayrılıp bir başka mekânda var olmak için var oluş’unu bir başka mekânda sürdürmek oraya gidip ulaşma eylemidir… Varma, var oluş kuvvetini yolda bulunma ve yürüme eyleminden alan var’a verilen hediyedir…
Varış(mak)
Varış -bir isim-fiil olarak-, varlık’ın var etmek için var’a, var’ın da var kalmak için varlık’a yürüyüşünün netîcesidir… Varış, var oluş yürüyüşünün son durağı, var’ın varlık’la var oluş’unun ilk durağıdır… Varış, varlık’ın kendisini idrâk ettirmek için var’a gelişi, var’a kendisini fark ettirişidir… Varış, var’ın varlık’a, kendisine ve bir başka var’a gelişidir; var’ın varlık’ı, kendisini ve bir başka var’ı idrâk edişidir…
Varış-(mak) -karşılıklı varmak anlamında işteş fiil olarak-, varlık ile var’ın birbirine doğru yürümesi ve birbirine varmasıdır… Varış, iki ya da daha fazla var’ın, var oluş’larını karşı tarafa gösterip isbât etmek için karşı tarafa varma’sıdır… Varış, iki ya da daha fazla var’ın, kendilerinin karşı tarafta ve karşı tarafın da kendilerinde var olduğunu ve var(lık) bakımından birer kıymet taşıdıklarını gösterip isbât etmesi eylemidir…
Barış(mak)
Barış-(mak), müşâreket/işteşlik bildiren bir eylem olarak “varış-(mak)” kelimesinin arkaik/eski hâlidir ve kök anlamıyla“birbirine varmak, birbirine gidip gelmek, varışmak” demektir… Barış, ayrıca “bar-(mak)” (>var-mak) fiilinin isim hâli olarak da günümüzde kullanılmaktadır…
Barış, gidiş-geliş ile varış’ın devâmını sağlayan sulh zamânı ve salâh zemînidir… Barış, birbirini çağırma, kendisini diğerine açma eyleminin adıdır…
Barış, var’ın huzûru, var oluş’un te’mînâtıdır… Barış, var’ın, varlık sâhasına düşme zamânı, var kalma zemînidir… Barış, varlık’ın var’lar üzerindeki hakkıdır… Barış, var’ların birbirlerine karşı hukûkudur…
Barış, var’ların birbirleriyle hep berâber var (<bar) olma hâli ve var kalma gayretidir… Barış, varlık dâvâsı uğrunda sulh u salâh ile silm ü selâmeti muhâfaza gâyesiyle zulm ü fitne ve fesâd u fıskla mücâdele etme azmidir…
**
Varlık Aynası…
Bir tarafıyla İlâhî olana, öteki tarafıyla da beşerî olana bakan varlık, mânâ âlemini maddî âleme, hakîkat âlemini hilkat âlemine yansıtıp gösteren bir aynadır… Bu husûsiyetiyle varlık, halkın Hakk’a varmasını sağlayan bir hidâyet rehberi ve Hakk’ın halka bir hediyesidir…
Varlık aynasının Hakk’a bakan tarafını görebilmek için şu isimleri hâtırlamak yerinde olacaktır:
Vücûd, Allâh’ın zâtî sıfatlarındandır, “varlık” demektir… Allâh’ın Varlık’ı, var ettiği hîç bir var’a -mevcûd’a- benzemez; O’nun Varlık’ı, hîç bir var’la mukâyese edilemez; O’nun Varlık’ını, hîç bir var kemâliyle idrâk edemez… Allâh’ın Varlık’ı, öz zâtıyla kâimdir, var ettiği var’lara ihtiyaç duymaz; cümle var’lar, O’nun Varlık’ının birer tecellîsinden ibârettirler ve O’nun Varlık’ından nûr alırlar…
El-Vâcid, Esmâ’ü’l-Hüsnâ’dan, yânî Allâh’ın güzel isimlerinden bir isimdir, “vücûda getiren, var eden, var kılan” demektir… Var’lar -mevcûd’lar- Vâcid teâlâdandır ve varış O’nadır… Vâcid, vücûd’un -varlık’ın- sâhibidir…
Es-Selâm da Esmâ’ü’l-Hüsnâ’dandır, “silmin, selâmetin, barış’ın, esenliğin ve İslâm’ın sâhibi” demektir… Selâm, bütün var’ların silmini, selâmetini, barış’ını İslâm töresi ile te’mîn eden Varlık’tır… Allâh, selâmetin, barışın, esenliğin ana yurdudur… Bu bakımdan “silm ve selâm(et) telkîn edip islâm eden” anlamıyla müslim -müslümân-, Allâh’ın Selâm isminin yeryüzündeki mümessili ve tecellî ettiricisi sayılmaktadır…
***
Varlık’la Barış…
Barış, var(lar)ın var edenle, yânî Vâcid’le varış’ıdır… Barış, var’ın varlık’la varış’ıdır… Barış, var(lar)ın var(lar)la varış’ıdır… Varlık’tan varan barış, var(lar)ı birbirleriyle varış’tırır… Barış, var(lar)dan var(lar)a, var(lar)dan da Varlık’a varış’tır…
Barış, aklen ve rûhen Hakk’a ve hakîkatın kaynağına varış’la mümkündür; Hakk’tan bîhaber ve hakîkat arayışından uzak olan var’ların barış’ından bahsedilemez; zîrâ, Hakk’a varmayan, halka da varamaz; Hakk’la var olduğunu bilmeyen, halkla da var olamaz… Barış, var’ların varlık’ın sâhibi olan Vâcid’e varış’ı ile mümkündür; Vâcid’i tanımayan var’lar barış içerisinde olamazlar…
Ezcümle, Hakk’la barışmayan var’ın halkla barış hâlinde olması bir hayâl-i muhâldir…
Esenlik ve Barış Yurdu Törede Gerek…
Arapça silm ve sulh kelimelerinin esenlik ve barış anlamlarını karşıladığına yukarıda işâret edilmişti… Cemiyetin ve bütün beşeriyyetin işlerinin barış içerisinde, selâm(et) ve salâh ile görülebilmesi, ancak kadîm ve ezelî töreyi bilen sâlim (silm ve selâm(et) sâhibi) ve sâlih (sulh ve salâh sâhibi) insânlarla mümkün olabilir… Zulm(et) ve fitne ehli, fâsık ve fâsid insânlar ezelî nizâmnâme sayılan töreyi yok sayıp unuttururlar, cemiyetin iç işleyişini -maslahatlarını, işlerini- bozarlar ve sonunda bütün beşeriyyetin nizâmını ifsâd ederler…
İslâm, Vücûd’un dâvet ve barış töresidir, ıslâh eder, barış sağlar… Bunun karşısında küfr ise, ‘ademin -yokluğun- zulm ve fesâd karanlığıdır; ifsâd eder, varları savaşa tahrîk ederek varlık’ı kargaşaya sevk eder…
Hulâsa… Töre barışın ve barış da nizâm-ı âlemin te’mînâtıdır… Varlık, barış nûrudur; halkı halkla var kılarak Hakk’a vardıran esenlik ve barış yolu ise ezelî ve ebedî İslâm töresidir…
Vesselâm…
Abdülkadir Dağlar



