Ahmet ÖzdemirTöreli Yazılar

BEN SENİ SEVERİM SEVMESİNE AMA TOPLUM BUNA HAZIR DEĞİL[1]: BİR FAİZ HİKÂYESİ

Ahmet Özdemir

 

BEN SENİ SEVERİM SEVMESİNE AMA TOPLUM BUNA HAZIR DEĞİL[1]: BİR FAİZ HİKÂYESİ

Francis Fukuyama’nın Sovyet Rusya’nın dağılmasından hemen sonra yazmış olduğu “Tarihin Sonu” makalesi meşhurdur. Meşhur olmasının bir sebebi, neredeyse tüm sosyal bilimcilerinin olumlu veya olumsuz bu makaleye atıf yapmalarıysa diğer sebebi bir şeylerin, izmlerin veya olguların sonunu getirme merakında olanlara bir yöntem sunmuş olmasıdır. Bu makalesinde Fukuyama, sosyalizmin en büyük temsilcisi olan Sovyetlerin yıkılmasının ardından liberalizmin geçer akçeye sahip tek dünya görüşü ve ideolojisi olarak “haklı zaferini” muştulamıştır. Fukuyama’yı “yanlı” ilan edip gelecekten haber veren bir kâhin nitelemesi yapanlar şu an muhtemelen yanıldıklarını düşünüyorlardır. Ona hak verenler de öyle. Hakikaten ortada bir zafer var. Bugün küresel bir köyde aynıların yarattığı bir cehennemdeyiz. Liberalizmin bir ideoloji olarak sunmuş olduğu şeylerden azade olduğumuzun aksini kim iddia edebilir? Toplum, siyaset, ekonomi; her yere sızan o: büyük ölümsüz. Öte yandan her yere o kadar sızdı ki tatmadığı zafer kalmadı. İdeallerini o kadar gerçek kıldı ki artık ideali kalmadı. Liberalizm, nihayetinde ideallerini gerçeğe dönüştürmesi ve yozlaştırmasıyla kendi sonunu getirdi.[2]

Liberalizm gibi Siyasal İslam’ın da sonunu getirme heveslisi oldukça fazla. Siyasal İslam’ın sonunu beynelmilel alanda Oliver Roy getirirken ülkemizdeki soncu mümessil ise “Bahçeli Affı” ile özgürlüğüne kavuşan Mümtaz Er Türköne.  Ortak paydaları, muhtelif bölgelerdeki Siyasal İslam hareketlerinin, ilkelerini onun karşısında olmakla kurguladıkları, liberalizmin vaz etmiş olduğu değerleri benimsemeleri, bu değerler dışında düşünememeleri ve ortaya çıkışları itibariyle kendilerine bir hüviyet bahşetmiş olan muhalefet fikrini iktidara gelerek kaybetmeleridir (Bu isimlere doğu-batı karşıtlığının anlamı kalmadığını iddia eden Hamid Dabashi ve Daryush Shayegan’ı da ekleyebiliriz).  Haksız sayılmazlar. Nitekim sistem karşıtı muhalif bir hareket Türkiye de dâhil sistemin dönüştürücüsü değil ufak tefek reformlarla veya sistem içinde kendine yer bulma-açma kanaatkârlığıyla devamcısı olmuştur. Hesap etmedikleri ise İttihad-ı İslam ve ekonomi. İslam birliği hiç gerçekleşmeyecekmiş gibi dursa da, bugün bir ideal olmaklığıyla Siyasal İslam’ın bitmemiş zaferini temsil eder. Bu ideal İslamcılığın bazı prensiplerini diri tutmaya devam edecektir. Tali olansa ekonomi. Ekonomi fikrinin tartışılabilmesi, speküle edilebilmesi hatta bu fikir için adım atılabilmesi bu ideolojiyi ayakta tutacak diğer bir ideal. Ünlü ABD’li iktisatçı Kenneth Galbraith’in iktisatçıların düşüncelerinin sanıldığının aksine bizlerin esas yöneticisi olduğu minvalindeki sözü hatırlanırsa ortodoks ekonomi-politikten çıkmaya çalışmak bir devrimle eş değerdir. Gerçekten de bugün bakıldığında yerleşik ekonomik düşünceler bir amentü niteliğindedir. Sorgulanamıyor, tartışılamıyor, yeniden düşünülemiyor ve itiraz edildiğinde bastırılıyor. İşte bu denemenin asıl meselesi de buradan başlıyor: Faizi yeniden, tarihsel serencamıyla düşünmek ve Türkiye’nin faiz ekonomisinin dışına çıkmakta neden başarısız olduğunu tartışmak. Nihayetinde başarısız bir adımın, siyasal İslam için yeni bir alan açtığını vurgulamak.

 

BORÇ YİĞİDİN KAMÇISI MIDIR: FAİZ KÖLELİĞİ

Borç köleliğini biliriz. Ancak bir borcun ödenmediği takdirde köle yapabilme gücünün ahlâki yükümlülüğü nerden gelmektedir fazla düşünmeyiz. Temel soru, borcun ahlâki bir yükümlülük mü yoksa ekonomik bir araç mı olduğudur? (Graeber, 2022). Borç tarihsel süreçte ekonomik bir iş sözleşmesi derekesine indirilerek ve hem ahlakın hem de ekonominin içine çekilerek karmaşık bir hale getirilmiştir. Dokunulmaz bir alan olan iktisat bilimi ise –şayet borç bir ahlâki yükümlülükse- borcun neden ekonominin içinde ekonomik bir dille söze geldiğini tartışmaya izin vermez.

Borç ve yükümlülük arasındaki ayrım barizdir. Borç, belli bir miktardaki paranın ödenme yükümlülüğüdür. Borcu diğer yükümlülüklerden ayıransa hem nicelik kesp etmesi hem de nicel olduğu ölçüde devredilebilir olmasıdır. Nicelik ve devredilebilirlik borcu kişisel alandan uzaklaştırdığı için ahlâki kılmanın bir yolu olarak görülmüştür. Diyelim ki bir insan başka bir insana iyilik borçluysa bu borç zatidir, kişiseldir. Devredilemez veya nicelleştirilemez. Kişisel ve iki kişiye mündemiç olduğundansa ahlâkidir. Ancak biri diğerine %10 faizle 5000 lira borçluysa borcun devredilebilir olmasında borçlu ve alacaklı arasındaki ahlâki ilişki ortadan kalkar. Önemli olan içinde bulunulan durum ne olursa olsun anapara ve faizin ödenmesidir. Borcun bir ekonomik sözleşmeye dönüşmesi ve rasyonel ekonomi dedikleri işte budur. Bu bağlamda para, “ahlâkı kişisellikten uzak bir aritmetiğe dönüştürerek haklı olabilme gücünü elinde tutar” (Graeber, 2022, 20).  Bu olgu bize çok gerilere götürebildiğimiz faizin geçmişten bugüne sadece iktisadi bir edim değil toplumsal bir kurgu olduğunu da gösterir.

O halde borç kendisine ahlaki bir dayanak bulup eşitsiz ve özgür olmayan bir toplum yaratır. Aynı zamanda böyle bir toplumun meşruiyetini parayı veya borcunun ahlaki dayanak noktasını ekonomik alana çekerek meşruiyetini de sağlar. Borç köleliğinin meşruiyeti de buradan kaynaklanır. Özgür olmayan biri eyleme geçemez, bu nedenle köleliğe karşı çıkması şöyle dursun borcundan kurtulup özgür olabilmek için evladını bile kurban eder. Böylece eski dönemlerde borç toplumun ahlaki yapısına o kadar sinmişti ki borç köleliği antikitenin bir realitesi haline geldi.  Faiz veya borcun köle kılmasına Sümer’de, Babil’de, Asur’da, Yunan’da sıkça rastlamaktayız. Yahudiler ve İseviler için de geçerli. Borç köleliği bu eski uygarlıklarda borçlunun borcunu ödeyememesi durumunda yaptığı bir şey değildi. Daha çok borçlunun evladını özellikle kızlarını borcuna karşılık tapınağa bağışlaması şeklinde gerçekleşirdi. Bu gelenek uzun bir süre sürdürüldü. Bu durum kadını hem bir metaa hem de korunması gereken bir varlığa dönüştürdü. Miken Uygarlığında kadına laf atmak kavga sebebiydi. Antik Yunanda fahişelik kadına değil erkeğe özgüydü ve yurttaşlıktan atılacak kişi fahişe olarak damgalanırdı. Sümer’de borç kölesi tapınağın korunmasıydı. Asur’da borç kölesi kadından özgür kadını ayırmak için başörtüsü kullanılırdı. Ünlü Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ’ın başörtüsü köle kadını simgeliyordu ifadesi tamamen yanlıştır. Başörtüsü özgür kadını simgeliyordu. Görüldüğü gibi borç köleliği toplumsal bütünlüğe oldukça zarar vermekteydi. Bu uygulamayı eski uygarlıklar ortadan kaldıramasa da bastırmak istediler. Bir kurala oturtmak istediler. Babil’de ve Asur’da faiz oranları sistematiğe bağlayan tabletler bulunmuştur (Bozik & Demez, 2020). Buradan hareketle faizle mücadele bugüne kadar sürmüştür. Nitekim Yahudilerin ünlü kralı Neremya, Yahudiyeye vali olarak atandığında büyük bir toplumsal krizle karşılaşmıştır. Bu krizin borçtan kaynaklandığını görünce bir Babil geleneği olan sil-baştan, geçmişe sünger çekme uygulamasını başlatır. Hatta Yahudilerin Sebt yılı geldiğinde Jubile bayramları borçları ve faizleri kaldıran bir geleneğe dönüşerek kurumsallaşmıştır. İncil’de de kurtuluş borçtan kurtulmakla ilişkilendirilmiştir. Hz. Musa’nın Mısır’dan çıkışı da bu duruma benzetilebilir. Kölelikten çıkış; eylem gücüne dönüşecek özgürlük için çıkış (Graeber, 2022).

Gelelim İslam’a. Peygamberimizin Veda Hutbesi’nde faizle ilgili telkini esasında bu tarihsel süreçte devam eden toplumsal krizlerin tekrar yaşanmamasına yönelik bir yasa koymaydı. Bu telkin geçmişe sünger çekme veya bir sil baştan uygulamasıydı. Biliyoruz ki tarihsel süreçlerde toplumsal bazı şeyler İslam’da kabul edilmişti. Sa’y ibadeti bunlardan biridir. Sa’y cahiliye toplumunun da gelenekselleştirdiği bir ibadetti. Bununla ilgili Diyanetin Kuran Yolu Meali’nde bir açıklama vardır. Bu noktada eski adetlerin veya bir Yahudi geleneğinin devam ettiricisi olarak İslam’a atıf yapmıyorum. Daha ziyade tarihsel bir süreklilik içerisinde İslam’ın geleceği inşa eden ve hakikat vizyonuyla ilgili bir bağlantı kuruyorum. Faizi yasaklamak borç köleliğini yasaklamaktır, insanları köle yapan ve toplum tarafından ahlakileştirmiş edimi yasaklamaktır; faizi yasaklamak aynı zamanda insanı özgür kılmaktır, zamanını ona vermektir. Müslüman özgür olandır, faizi yasaklamak aynı zamanda kadını meta değil korunması gerekli bir varlık olarak görmektir. Tüm bunlar İslam’ın tarihsel süreç içerisinde olayları takip ederek bize hakikati sunduğunun kanıtlarıdır.

Zaman, özgürlük, geçmişe sünger çekme, kölelik akılda tutularak, bu konunun ikinci yazısı birkaç gün sonra devam edecektir. Faizin nasıl olur da hala meşruiyet zemini elde ettiğini Ortaçağlardan modern zamanlara kadar olan süreçte ikinci yazı ele alınacaktır.

Kaynakça

Bozik, M. S., & Demez, S. (2020). Antik Çağ Medeniyetlerinde Faizli Borç İlişkilerinin Kurumsal Kökenleri: Sümer, Babil, Asur Dönemi. M. Ustaoğlu, & A. İncekara (Dü) içinde, Faiz Meselesi (s. 39-59). İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.

Dabashi, H. (2023). İki Yanılsamanın Sonu: Batı’dan Sonra İslam. (D. Çobanoğlu, Çev.) İstanbul: The Kitap.

Deneen, P. J. (2022). Liberalizm Neden Çöktü? (İ. H. Yılmaz, Çev.) İstanbul: Vakıfbank Kültür Yayınları.

Galbraith, J. K. (2005). Kuşku Çağı. (R. Aşçıoğlu, Çev.) İstanbul: Altın Kitaplar.

Graeber, D. (2022). “Borç” İlk 5000 Yıl. (M. Pehlivan, Çev.) İstanbul: Everest Yayınları.

Roy, O. (2020). Siyasal İslamın İflası. (C. Akalın, Çev.) İstanbul: Metis Yayınları.

Shayegan, D. (2020). Yaralı Bilinç. (H. Bayrı, Çev.) İstanbul : Metis Yayınları .

Türköne, M. (2012). Doğum ile Ölüm Arasında İslamcılık. İstanbul: Kapı Yayıncılık.

 

 

[1] Başlık Ali Lidar’ın bir şiirinden ilham alınarak koyulmuştur.

[2] Liberalizmin sonunu ilan eden bir çalışma için bknz: (Deneen, 2022).

Ahmet Özdemir

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu