
Ramazan ayını ve bayramı geride bıraktık.
Hem ayrılığın hüznünü hem de bayramın sevincini yaşayarak vedalaştık. Nasibimizde varsa, gelecek yıl yeniden kavuşacağız. Ancak sizlere başka bir veda(m)dan bahsetmek istiyorum.
Bu bir ayrılık yazısıdır.
Uzun zamandır benimle olan, aslında amme hizmetin için vakfettiğim ve pek çok insanla ortak anılar yaşadığımız arabama veda yazısı.
Manevi açıdan bağım olması sebebiyle bazı hatıraları sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu satırları okuyan pek çok insanın da benimle birlikte zihinlerinde canlanacak bazı sahneler vardır. Birçok arkadaş, dost, yoldaş bilir… Bana “Sana zahmet olmasın.” diyenlere cevabım her zaman “Sırtımda mı taşıyorum? Ne zahmeti?” olmuştur. Şimdi bu yazıyı okuyanların da zihinlerinde dönmeye başlayan hatıralarıyla gözlerine hüznün çöktüğünü hissedebiliyorum.
Benim için dört tekerlekli bir metal parçası olmadığından, bu satırlar bir vefa borcudur.
Bizler niçin otomobil sahibi olmayı arzularız?
İşe gidip gelmek, çocuklarımızı okula götürüp getirmek, ailenin ve yakınların ihtiyaçlarını karşılamak gibi temel sebeplerle çoğumuz için zaruri bir ihtiyaçtır. Elbette benim açımdan da bu sebepler geçerliydi: Çocuklarımın okul servislerini yapmak, ailemin ihtiyaçlarını gidermek noktasında vazgeçilmez yardımcımdı.
Ancak evlatlarım okumak için şehir dışına gittikten sonra, Allah bu kuluna hizmet etmenin farklı yollarını açtı. Bolu’nun sokaklarını, mahallelerini, köylerini ve hatta ilçelerini kapsayan binlerce kilometreyi iyiliğe giden yollar olarak katettik.
Saha çalışmalarında, özellikle ülkemize yoğun bir şekilde mülteci ve sığınmacı akını (bizim için muhacirlerdi) yaşandığı yıllarda arabam çok yoruldu ama bizim gibi o da hiç pes etmedi. Aşkı, heyecanı hep birlikte yaşadık. Bazı günler bagajını iki üç sefer doldurup boşalttığımız olurdu. Bolu’nun adını dahi duymadığım sokaklarına girdik. Zamanla da Bolu kazan, bizim araba bol kepçe oldu. Öyle ki çok popüler hale geldi, tanınır oldu. Bazı sokaklara girdiğimiz anda etrafımız sarılıyordu.
En çok da neyi özleyeceğim biliyor musunuz?
Sokak oyunlarına ilk başladığımız Damla Sokak’ın başında otomobili görünce çığlıklar atarak koşan ve oyun oynayacağımız alana kadar sevinç gösterisi yapan çocukların o mutluluğunu.
Bu, bir dönemin bitişi yahut da artık çocuklarla oyunlar oynayıp onlara hediyeler veremeyeceğimiz anlamına gelmiyor elbette. Allah nasip ettiği sürece, imkânları yine oluşturup bu sevdayı sürdüreceğim. Sokak oyunları fikrinin ilk Damla Sokak’ta başlamasının sebebi ise benim için çok kıymetli olan minik yetimlerimin o vakitler orada oturuyor olmalarıydı. Onlara hediyeler vermek için yaptığımız ziyaretlerde, diğer çocuklara da vererek başladık ve bu zamanla dönüşerek coşkulu sokak oyunları halini aldı.
İlk oradan başlayan, sonrasında parklara ve başka alanlara yayılan küçük bir mutluluk oyunuydu bu.
Çocuklar mutluydu, ben daha mutlu. Bir kaç saat boyunca evlerinde telefona yahut televizyon ekranına hapsolmuyorlar, gerçek oyunlar oynuyorlardı. Bu sayede ip atlamayı bilmeyen çok sayıda çocuğun öğrenmesine vesile olduk. Tebeşiri ilk defa gören, tanımayan küçüklerin asfalt yolu tuval gibi kullanarak resim yapması, benim gibi sanatçı ruha sahip biri için de ayrı bir sevinçti.
Futbol, voleybol, renkli istop, hula-hoop çevirme, balonları tık nefes kalana, yüreğimiz korkudan hoplayana kadar şişirip patlatma yarışması ve tüm sokağı kaplayana kadar yanaklarımız acıyana dek üflediğimiz köpük balonlarla dolu eğlenceli günlerde de hep yanımızdaydı, şahitti her anımıza.
Şimdi size minik bir sır vermek istiyorum.
Benim onu sevdiğim gibi, o da beni seviyordu. Biliyorum. Çünkü beni koruyordu. Şaşırdınız değil mi? O vakit size bir anımı anlatayım.
Hayatımda yeni bir sayfanın açıldığı, yeni bir dönemin ilk günlerinde, sabahın erken saatinde telefonum çalmıştı. Arayan kişi, söyleyeceklerinin olduğunu ve benimle özel olarak görüşmek istediğini iletmişti. Nedense sesindeki ton, içimde tarifini yapamadığım bir sıkıntıya sebep olmuştu. Sanki duymak istemeyeceğim şeyleri söyleyeceği hissine kapılmıştım ve yüreğim fena daralmıştı. O gün, buluşma yerine gitmeden evvel öğle namazından sonra duamı ederek evden ayrıldım: “Rabbim, eğer bu görüşme benim için hayırlı değilse bana bir işaret gönder, oraya gitmemi engelle.”
Hazırlanıp arabama bindim. Ama ne olduysa ondan sonra oldu. Arabam hiçbir sebep yokken teklemeye başladı, gitmemek için adeta benimle inatlaşıyordu. Kendimi en yakın benzin istasyonuna nasıl attım, Allah biliyor. Depoyu doldurdum ama sorun bu değildi. Kaputu açıp bakan ustalar bile arızayı anlayamadı. Yetmedi, lastiklerden biri değil, tam ikisi patlamıştı! İşaretler üst üste geliyordu. Artık belliydi: Ben o buluşmaya gitmeyecektim. Ve zaman içinde anladım ki, gerçekten de o görüşme benim için hayırlı olmayacaktı. Rabbim duamı kabul etmiş, arabamı bana koruyucu kılmıştı. O artık benim için bir kahramandı.
Sizce de haklı değil miyim, ona veda ettiğim için hüzünlenmeye?
Güzel pek çok anıya olduğu gibi hüzünlere, gözyaşlarına da şahit olmuştur. Saha çalışmaları esnasında gördüklerimiz ve işittiklerimizin ağırlığıyla, ailelerin yanından ayrıldıktan sonra araç içerisinde yaşadığımız duygusal anlarımızı da biliyor.
İç çeke çeke hıçkırıklarımı da işitti.
Annemin beklenmedik kaybından sonra, tek başıma çıktığım o yolculuklarım…
Son ses açtığım, içimi dağlayan nağmeler ve durmaksızın akan gözyaşlarım.
Sessizce öptüm, yasladım başımı
Terlemiş anlı her bir satırı
Kokladım uzun uzun saçlarını
Ördüm uyanmadın
Ördüm uyanmadın ANNEM
Öptüm uyanmadın
ÖPTÜM uyanmadın ANNEM
Şahittir, sorun anlatır size…
Beni ona bağlayan belki de buydu. Sadece ayağımı yerden kesen bir metal yığını değil, yoldaşım da olmuştu. Yoksa bir ayrılık insana böylesi dokunur muydu?
O benimle nice yolları aştı, nice insana hizmet etti ve onunla nice anılar birikti. Ben ondan razıyım. Bundan sonra gideceği yerde de yeni ailesini mutluluk ve huzurla taşısın.
Ey yol arkadaşım, bana katlandığın ve kattığın her şey için minnettarım.
Seni ve seninle yaşadığımız hatıraları her zaman hayırla yâd edeceğim.