
Bu hafta sizlere, önceki yazılarımda da değindiğim bir mevzudan bahsedeceğim: Sosyal (sanal) medya.
Evet, tüm dünyayı etkisi altına alan bu mecra, gerçekten yarar mı sağlıyor yoksa zarar mı veriyor?
İlginizi çekeceğinden eminim; aralara anılarımdan, “Etçi Nusret” misali biraz tuz ve baharat serpiştirerek, artistik pozlarla tadını artıracağım bir yazı sizleri bekliyor.
Herkes buradaysa… başlıyoruz o vakit!
Ne onsuz yapabiliyoruz, ne de onunla tam barışığız.
Bir yandan veryansın ediyoruz: “Ahlâkı bitirdi, çocukları mahvetti!” diye.
Diğer yandan “O olmasa vakit nasıl geçer, olup bitenden nasıl haberimiz olurdu?” diyoruz.
Hatta “Biraz da kafamı dağıtıyorum.” bahanesiyle baş başa kalıyoruz ekranla.
Evet, doğru. Kafalar dağılıyor da… gece o dağılanları süpürüp faraşla toparlaması epey zor oluyor, uyku öncesi.
Peki sanal medya neden bu kadar hayatımızın vazgeçilmezi?
Kimi gündemi takip etmek, kimi de gündem olmak için buralarda.
Peki sahiden de söylendiği kadar kötü mü?
“Olmaz olasıca, adı batasıca bir yer mi gerçekten? Hep ahlaksızlık, hep boş işler, hep kötülük mü var? Bizi sadece günaha mı, zaman israfına mı sürüklüyor?”
Hayır, elbette değil.
“Aa şu Aygül’ün dediğine bak, saçmaladı galiba!” diyorsanız, hele gelin yamacıma. Anlatacaklarım var.
Biliyorum, siz yaşanmışlıkların olduğu yazılarımı seversiniz. Hazırsanız başlıyorum o vakit.
Rabbim her kulunu farklı kabiliyetlerle donatmış; bize de onları keşfetmek ve kullanmak düşmüş.
Ben de herkes gibi keşif yolculuğundayım. Yarım asırlık ömrüme rağmen durmadan, sıkılmadan ilerlemeye ve kendimi geliştirmeye çabalıyorum. Bu yolda ilk fark ettiğim; resim yeteneğim ve yazmaya olan tutkumdu. Önceleri yazdıklarımı yalnızca kendim okur, nadiren birilerine okuturdum. İşte tamda bu noktada sosyal medya devreye girdi; adeta sahaya indi. Uzun soluklu, uzatmalara kalan bir maç bu!
Yıllar yıllar evvel, acemice ama samimi bir niyetle, “Hele bir yazayım, içimde kalmasın, paylaşayım; belki okuyan olur,” diyerek Facebook’ta iyilik üzerine bir yazı yazmıştım. İyiliğin illa parayla, pulla olmadığını; bir tebessümle, bir selamla bile dünyayı değiştirebileceğimizi anlatmaya çalışmıştım. Evde pişen kekin yarısını sokakta oynayan çocuklara, bir tabak çorbayı yalnız yaşayan komşuya ikram etmenin bile iyiliğin eteğinden tutmak olduğunu yazmıştım. Yani yüreğimin sesini sanal âleme duyurmuştum.
Bir hanım kardeşim bu yazıyı okumuş, etkilenmiş hatta kızına da okutmuş.
Nereden mi biliyorum? Çünkü kendisi anlattı bana. Hani üzerine hikâyeler yazdığım “tevafuk” dediğimiz o anlar vardır ya, işte öyle bir şey… Bir süre sonra, Allah beni o hanımın kapısına kadar götürdü. Kahve ısrarıyla içeri girdim, o da bana o yazının kendisine nasıl dokunduğunu anlattı. O satırlar, gönlüne iyiliğin tohumlarını ekmesine vesile olmuş.
Belki çok az kişi okumuştu, belki de çok fazla…
Ama mesele “kaç kişi okudu” değil, bir gönle dokunabildin mi, bir hayra vesile oldun mu? Benim için asıl mesele buydu. Bu olay geçmişte yaşandı ama benim için unutulmaz bir dönüm noktasıydı. Yazma cesaretimi tazeledi, sosyal medyada bulunma gayeme yön çizdi. Acemice yazdığım yazıları, aldığım eğitimlerle daha okunur hâle getirme çabam hâlâ sürüyor.
Ve şimdi yıllar evvel yaşananlardan bugüne ışınlanıyoruz. Fırından yeni çıkmış, dumanı üstünde, kokusu sizlere kadar ulaşacak taptaze bir anı sizleri bekleyen!
Geçtiğimiz günlerde gazeteci Ersin Çelik, “Sumud Filosu Gazze’ye yaklaşıyor, desteğinizi hissetmek istiyoruz. ‘Yanınızdayız!’ demek için bileklerinize turkuaz kurdele bağlayın.” diyerek bir çağrıda bulunmuştu.
Bunu akşam geç vakit izlemiştim. Ertesi sabah hemen koşa koşa çarşıya gittim. Şaka şaka, koşmadım tabii! Koca kadın çarşıda niye koşayım? Neyse, kurdeleleri aldım, arkadaşımın dükkânının önüne tabureyi çektim. Elimde makas, “kırt kırt” kesmeye başladım. Ama sanatçı ruhum var ya, sıradan kesmiyorum! Uçlarını havalı, alengirli yapıyorum; sökülmesin diye çakmakla sabitliyorum… Yani işimi ciddiye alıyorum. İlk duyuru ve dağıtımı kadın esnaf arkadaşlarla yaptık. Sonra bu kurdele işi iyice büyüdü. Yakın çevreme hediye ettim, yetmedi; çeşit çeşit bileklikler tasarladım. Sonra düşündüm: “Derdimiz Filistin’e ses olmaksa, daha fazla insana ulaşmalı!” Ve aklıma bir fikir geldi: Bunları çekip acemice de olsa bir video yapayım, İnstagram’da paylaşayım.
Kısa keseyim, sonuç: Videolar olay oldu! Yüz binlerce kez izlendi. Her yoruma teşekkür ettim, her mesaja cevap verdim. Ne sıkıldım, ne yoruldum. Aksine, insanların bu videolardan ilham alması, iyiliğe yönelmesi beni çok mutlu etti.
Şimdi, yazının bu kısmında size Yakup’tan bahsedeceğim. Yakup kim mi? İnstagram’dan bana mesaj atan bir genç:
“Abla, bu bilekliklerin rengi mavi mi, turkuaz mı? Yarın alıp okulumda dağıtmak istiyorum. Okulumda, en azından sınıfımda bir duruş göstermek istiyorum. Videonuzu görünce, ‘Ben de yapabilirim!” dedim.” diye sormasıyla başladı sohbetlerimiz. Ertesi gün hemen fotoğraf attı: Kendisinin ve arkadaşlarının bileklerinde turkuaz kurdeleler!
Dün akşam yine yazdı. Okulunda bileklik takma konusunda “Tepki görür müyüm?” diye endişelenmişken, Milli Eğitim’den 7 Ekim Gazze konulu bir çalışma talimatı gelmiş. Ve tahmin edin, bu görevi kime vermişler? Tabii ki Yakup’a! Onun sevincini, gururunu tahmin edebiliyor musunuz? “Abla, fikir verir misin?” dediğinde, aklıma gelenleri yazdım. Ama o, kendine yakışır bir fikir bulmuş. Çektikleri videoyu bana gönderdi, izledim, bayıldım!
Yakup, Aydın’da yaşayan, 12. sınıf öğrencisi samimi güzel bir gencimiz.
Onun da benim gibi bir derdi var: İyilik kazanacak!
O sayısalcı, ben sözelci bir sanatçıyım; ama yazma sevgimiz ortak. Yakup sadece bir örnek. O kadar çok insanla yazıştım ki… Mazlumların derdiyle dertlenen anneler, öğretmenler, “Çoluk çocuk da bilinçlensin.” diyen nice güzel yürek… Bunlar, iyiliğe olan inancımı tazeledi. Elbette olumsuz yorumlar da geldi.Ama yüzlerce güzelliğin yanında bir hiçti. “Şov yapmayın, cihadınızı yapın!” diyen birine nazikçe, “Sanırım siz filodasınız ya da Gazze’ye cihada gittiniz; biz de kadınlar olarak buradan dualarımızla yanınızdayız.”
diye yazmıştım. Bu yanıt ağır gelmiş olacak ki, yorumunu sildi.
Evet, belki uzattım, ama sizlere meramımı anlatabildim sanırım. Sanal medya sadece hava atmaya, dost-düşman çatlatmaya yaramıyor. Bazen iyiliğe de vesile oluyor.
Düşünsenize; Gazze’deki soykırımı, tüm dünyanın iyi insanlarının bu mecralarda yükselen vicdan sesiyle duyurmadık mı? Aslında ne kadar çok iyi insanın olduğunu da yine burada görmedik mi? Hepimiz iyiliğin birer neferi olabiliriz. Kulağa çocukça, safça geliyor belki… ama dünya bu hâle geldiyse, tam da bu duygulardan uzaklaştığı için olmadı mı? Hadi, Yakup’un dediği gibi diyelim: “Abla, elbet bir gün iyilik kazanacak!”
İnanmıyor musun? İnan, çünkü gerçek… Bu olacak!
Not:
Bu yazıyı yazdığım akşamın sabahında ateşkes ilan edildiğini de Gazzelilerin sevinç görüntülerini de yine sosyal medyadan öğrendik. Ne tuhaf değil mi? Sumud Filosu’na katılanların linç edilmesi de yine bu mecralarda yaşanıyor maalesef. Ama onların bu çabasının ateşkese katkısı olmadı diyebilir miyiz? Asla!
Dünyadaki tüm iyi insanlar iyi ki varlar. Onların sayesinde iyilik yayılacak, bu platformlarda paylaştıkça daha çok görünecek ve artacak. 🌿