Söz
Hakikatin izini sürmeye devam ediyoruz…
Çarpıtmak, “bir tarafa doğru eğmek, eğriltmek, çarpık duruma getirmek” anlamının yanında “gerçek anlamından saptırmak” anlamına da gelmektedir.
Saptırmak ise, “sapmasına, yolunu yönünü değiştirmesine sebep olmak”, “doğru yoldan ayırıp yanlış yola sevketmek, ıdlâl etmek” anlamlarına gelmektedir.
Idlâl, “doğru yoldan çıkarma, saptırma, dalâlete düşürme, azdırma” anlamındadır.
Dalâl, “ sapıklık, dalâlet” anlamına gelmektedir.
Dalâlet, “doğru yoldan ayrılma, yoldan çıkma, sapıtma, sapıklık”, “inanç ve akîdede bâtıla sapma” anlamlarındadır.
Herhangi bir meselede çarpıtma yaptığı iddia edilen kişinin yanlış yolda olduğuna, bir sapkınlık içinde bulunduğuna, dolayısıyla muhatabını da doğru yoldan ayırıp yanlış yola sevkettiğine, saptırdığına, dalâlete düşürdüğüne hükmedilmiş demektir. Bu hükmün içinde ahlaka dair yargı da mündemiçdir. Yani gerçeği çarpıttığı iddia edilen kişi, ahlak bakımından da konumlandırılmış olur. Bu konumlandırma aşağı bir seviyeyi işaret eder.
İlim, hakikat arayışıdır. Bir ilim talebesinin gerçeği çarpıtması düşünülemez. Bu anlamda talebenin ahlak bakımından güzel bir noktada olması gerekmektedir. Zira vereceği hükümlerin hakikat ile örtüşmesinin kaygısını taşıyor olması gerekir.
Hocasının, gerçeği çarpıttığını ileri sürdüğü talebesi ile arasında artık bir hoca-talebe hukukundan söz etmek mümkün değildir. Çünkü o aşamadan sonra talebenin, güzel ahlaktan uzak olduğu anlamını taşıyan hükmün sahibi -hoca- ile yürüyecek doğru bir yolu kalmamış demektir. Bu durumda hoca tarafından talebenin talipliği de yok sayılmış, sahte bulunmuş olmaktadır. Verilen hüküm, artık hoca-talebe ilişkisinin devam etmesinin mümkün olamayacağını gösterir ve bu ilişkinin bitmesi ile sonuçlanır. Bu bitiş zorunludur. Çünkü verilen hüküm sonrasında bu ilişkinin devam etmesi hoca-talebe ilişkisinin tabiatına mugayir bir durum oluşturacaktır.
Esasında her tür ilişkide böyle bir hükmün benzer sonuçları vardır. Tabiatına mugayir şekilde devam etmeyen ilişkilerdir, kastımız. Zira çarpıtmayı gören kişi, doğru yolu da görüyor, biliyor demektir. Dolayısıyla çarpıtma yapan kişi ile yollarının ayrılması kaçınılmazdır. Ancak burada bilhassa hoca-talebe ilişkisini zikretmek istedik. Çünkü ilim, çarpıtmaya yer olmayan bir alandır.
Diğer yandan varılan hüküm, hakikat ile örtüşmüyor ise hükmü veren kişi gerçeği çarpıtmış olmuyor mu? Bu hükmün neleri kapsadığı, hükmü veren ve hakkında hükme varılan kişiyi nasıl bir sonuca mahkûm ettiği hesap edilmiş mi idi, acaba? Hükmeden kişi, ithamında haksız ise kendisi doğru yoldan ayrılmış olmuyor mu? Cevapları kendinde mündemiç sorular… Muâdeleyi bozan sorular…
“Söz”ün yapıp ettiklerimizde belirleyici olabilmesi için ne söylediğimizin farkında ve idrakinde olmamız gerekmektedir. Söz söyleyen kişinin, kelimeleri, sonuçlarını kabul ederek tasarruf ediyor olması gerekir. Bu farkındalık, idrak ve kabul için de iz sürmeyi bilmek lazım gelmektedir. Dil ile gerçek arasındaki çatlağın hiçbir zaman kapatılamayacağını, “ruhumuzda kaynar adımlarla gezinen”in hiçbir zaman faş edilemeyeceğini bildiren o boşluğun her daim yerini muhafaza edeceğini bilerek, hatta -belki de- buna rağmen kelimelerin dünyasına dalmak; sabır ile, aşk ile boğulmak gerektiğini düşünmekteyiz.
Her daim neyi, niçin söylediğinin idrakinde olanlardan olmak niyazı ile…
Büşra AKSAR