
Sevb ~ Sevâb Kelimelerine Dâir
-Töreli İştikâk – 67-
İştikâk, aynı tohumun çatlamasıyla türeyen kardeşlerin birbirlerine göre durumlarını anlama, tanımlama ve anlatma ameliyesidir, denilebilir… Bu ameliyenin netîcesinde, vaktiyle aynı hânede berâber yaşayan kardeşlerin, bir zamân sonra bambaşka meslek ve meşreblerde temâyüz ederek şahsî kâbiliyetlerini tezâhür ettirdiklerini, kök tohumlarını kendi mizâclarına münâsib mecrâlara taşıyıp temsîl ettiklerini müşâhede etmek mümkündür…
Kavramlar ve kelimeler için de durum çok da farklı değildir… Aynı kökten ya da masdardan türemiş şakîk -yânî kardeş- kelimelerin bile bir zamân sonra bambaşka anlamlarda tezâhür ettiğine sıkça rastlanmaktadır… Bu durumda, -tek tümden gelen- kelimelerin üst hakîkat alanındaki birleşme noktalarını -tüme varım yoluyla- tesbît etmeye çalışmak îcâb eder…
Bu denemede de aynı minvâlde bir amelî gayretle, s(â)-v(âv)-b(â) harflerinden müteşekkil üçlü masdardan türemiş iki kelime arasındaki iştikâk alâkası üzerinde durulacaktır… (Başta ifâde etmeli ki s(â), elifbânın dördüncü harfidir, peltektir…)
Sevb, “libâs, elbise; giysi” demektir…
Sevb kelimesinin cem‘/çoğul hâlleri, “giysiler, sevbler” anlamına gelen esvâb ve siyâb kelimeleridir…
Türkçe’de -tıpkı libâs > elbise kelimesinde olduğu gibi- kelimenin müfred/tekil karşılığı için de esvâb kelimesi kullanılır… Meselâ, sevbler değil de esvâblar -esvaplar- denir… Benzeri durum, zâten cem‘/çoğul olan elbise kelimesinde de görülür; libâslar karşılığında elbiseler kelimesinin kullanılması gibi…
Sevâb, “Allâh, mü’min kullarının sâlih ve hasen amellerine, yânî hayırlı ve faydalı eylemleri ile doğru, iyi ve güzel davranışlarına karşılık yaz(dır)dığı ecr ve mânevî mükâfât” anlamındadır…
Sevâb, mecâzî olarak da “karşılığı sevâb olan, yânî karşılığı âhirette Allâh tarafından cennet mükâfâtı şeklinde verilecek olan sâlih ve hasen amel” anlamında da kullanılmaktadır; sevâb işlemek deyiminde görüldüğü gibi…
Sevâb kelimesinin ayrıca bir galat-mecâzî kullanımı ise helâl kelimesi karşılığıdır; helâl kelimesinin yerine sevâb kelimesinin kullanıldığına sıklıkla şâhit olunabilmektedir… Meselâ, “Bunu giymek helâl midir?” sorusu, “Bunu giymek sevâb mıdır?” şeklinde sorulabilmektedir…
Lugavî mânâlarını beyânın ardından, bu iki kelimenin birbiri ile tanımlanma imkân ve ihtimâlleri dâiresinde neler söylenebilir; tecrübe edip görmek gerek:
Sevb, mânevî bir mükâfât olarak giyilen sevâbdır… Sevb, giyilmesi günâh olmayan, sevâb olan giysidir; denilebilir ki, tesettürü sağlamak maksadıyla giyilen her sevb, sevâb sayılır… Sevb, her kulun dünyâda iken bizzât kendisinin diktiği sevâb giysisidir; günâhkâr kulun ise, âhiret hayâtında iflâs etmiş müflis bir hâlde çıplak kalacağı söylenebilir ki onun cehennemde giyebileceği tek şey ancak âteşten gömlek olsa gerektir…
Sevâb, mü’min, sâlih ve muhsin kulları cehennem âteşinden koruyacak olan sevb -esvâb yâhut siyâb- demektir; diyelim ki, sevâb esvâbı ne kadar tabakalı ve kalın olursa cehennemin harâretinden o derece koruyucu olur… Sevâb, cennet sevbidir, yânî mü’min, sâlih ve muhsin kullara cennette giydirilecek olan sevb demektir; bir bakıma insân, sonsuz cennet bahçelerinde giyeceği esvâbını, siyâbını yâhut sevblerini bu dünyâda kendisi hâzırlar… Sevâb, ebedî hayâtın hîç yıpranmayacak, eskimeyecek ve tükenmeyecek esvâbı, siyâbı yâhut sevbleridir…
Dönülmez Sefere Hâzırlık…
Bir yolcu ziyâret, ticâret, siyâset gibi gâyelerle bu dünyâlık seferlerine çıkarken levâzım kabîlinden çeşitli esvâb -sevbler- tedârik ederek zamânına ve mekânına göre giyinmek üzere yanına alır… Mü’min, muhsin, muttakî, sâlih kullar da ebedî hayât seferinde yanlarında götürmek ve ebedî cennetlerde giyinmek üzere bir ömürlük hâzırlıklarıyla sevâb esvâbı biriktirirler… Bu, bir nevi donanma hâzırlamaktır…
Bilindiği üzere, donanma (< tonanma) kelimesi, kadîm Türkçe’de “elbise, giysi” anlamında kullanılan don (< ton) kelimesinden türemiştir, bilhassa deniz seferleri için yapılan hâzırlıklar için hâlen de kullanılmaktadır… Çektirilere, kalyonlara, gemilere yelkenler giydirilmesi; levend askerlerin göz alıcı, özendirici kıyâfetler giydirilerek hâzırlanması ile diğer donatma işleri, bu meyânda değerlendirilebilecek şeylerdir…
Tesettür Sevâb Giymektir…
Mâlûmdur ki giyinmenin dereceleri vardır; “setrü’l-‘avret -avret mahallini örtme-” şartının yerine getirilmesi anlamına gelen tesettür ise, farziyetle mükellefiyet yüklemesi bakımından bunların asgarîsi sayılır… Tesettür alt sınırından başlayarak temsîlât, teşrîfât, tebrîkât, tes‘îdât ve benzeri gâyelerle muktezâ-yı hâl ü makâma mutâbık giyinme derecelerinden de bahsetmek mümkündür…
Sevb -zımnında sevâb anlamını da taşıdığına göre-, acabâ, tesettür mikdârı giyilen giysi midir..? Eğer öyle ise denilebilir ki, sevb, giyilmesi sevâb kazandıran giysidir; tesettür de bir bakıma sevâb giymek demektir… Zîrâ, tesettür Allâh’ın emridir, farzdır; farzın edâsı da sevâb ile mükâfâtlandırılır… Ezcümle, bizzât tesettürün de bir sevb/esvâb sayıldığını söylemek yerinde olacaktır…
Kezâ, tesettür mikdârı sevbi olmayan bir kimseyi giydirmek, çok sevâblar kazandıran büyük hasenâttandır; şöyle ki, Resûlullâh -aleyhissalâtu vesselâm- Efendimiz’in “Kim ihtiyâcı olan bir Müslümân’ı giydirirse, Allâh da ona cennetin yeşil giysilerinden giydirir…” buyurduğu da rivâyet edilmektedir… Hattâ, bu hasene, hâli vakti yerinde olan bir kimsenin üzerine bir vecîbe sayılır; zîrâ, kardeşi açıkta iken kendisi süslü, gösterişli giysiler içinde âdetâ kaybolan kimsenin kâmil bir îmâna sâhip olamayacığı âşikârdır…
Hâsıl-ı kelâm…
Asgarî ölçülerde sevb giyinme, giyinmeye çalışma ve giydirme amellerinin, biaynihî sevâb anlamına da geldiğini ifâde etmek gerekir… Bu sâlih amelleri işleyen kula, Allâh’ın cennette sevâb esvâbı giydireceğine inanmak ise, hâlis bir îmânın tezâhürü sayılmalıdır…
Son tahlîlde, sevâbın ancak bu dünyâda iken donanılabilecek bir sevb/esvâb olduğunu tesbît etmek, bu meyânda “sevâb giymek” -sevap giymek- şeklinde bir deyimin bile artık kullanıma sokulabileceği teklîfinde bulunmak da bu yazı vesîlesiyle ortaya çıkan yeni kazanımlardan sayılmalıdır…
Vesselâm…
Abdülkadir Dağlar



