
Zengînlik Zencîliktendir
Zengîn kimdir..? Zengînliği nereden gelmektedir..?
Bu soruların haylî zamandır kafamda neşv ü nemâ bulan cevâbını artık yazıya geçirmenin vakti gelmiş…
Farsça’da “siyâh tenlilerin siyâhî ırkı”nı ifâde eden “zeng” kelimesi, “siyâh tenlilerin siyâhî ırkına âidiyet”ini belirten “zengî” kelimesinin bünyesinde de yaşamaktadır…
Zeng kelimesi Arabca’ya geçerken -başka bâzı kelimelerde de görüldüğü üzere “g” sesinin “c” sesine dönüşmesiyle- “zenc” hâlini almış, “siyâh tenlilerin siyâhî ırkına âidiyet”ini belirten “zencî” kelimesi de böylece ortaya çıkmıştır…
Kelime, Türkçe’de ise, hem Farsça’dan ve hem de Arabca’dan geçmiş hâlleri ve anlamlarıyla kullanılmaktadır: “zengîn” ve “zencî”…
Sözlüklerde zengîn kelimesinin Farsça’da “taşlı” anlamındaki sengîn kelimesinden geldiği yönünde bir yakıştırma bulunmaktadır; yânî, gûyâ “mücevherât hükmündeki kıymetli taşlarla bezenmiş şeyler”e ve onlara sâhip olanlara zengîn (< sengîn) denmiş..! Tabî, Farsça’da kelimenin etimolojisine ışık tutacak başka bir kelime olmasaydı bu açıklama iknâ edici olabilirdi; lâkin, elimizde zeng ve zengî kelimeleri var ve bu isim soylu kelimelerin, isimlerin sonunda sıfat yapan “în” (-lı/-li/-lu/-lü) unsuruyla meydâna gelmiş sıfat hâlleri ise zeng-în (zeng-li, zengî-li) kelimesidir… Son tahlîlde, zengîn kelimesinin, “zengîlere ve zengîlere âit olan şeylere sâhip olan” anlamına geldiğini söylemek mümkündür…
Mâlûmdur ki, eski devirlerde de Habeşistân, Sûdân gibi Afrika ülkelerinden, boyu bosu yerinde olan, kuvvetli zencî erkekler, hem şahsî-ferdî muhâfaza ve hem de ordu hizmetlerinde kullanılmışlardır… Bunlar arasından, devletlerin saray ve idârî teşkîlâtlarında görevlendirilenler olduğu gibi, üst makamlara terfî edenleri de olmuştur… Maiyetinde husûsî işlerine hizmet için bir, birkaç yâhut daha fazla zencî istihdâm eden kişiye zengîn denmiş olduğunu iddiâ etmek yanlış olmasa gerektir… Kezâ, muhâfız alaylarında ve ordularında güçlü, gösterişli, becerikli, gözüpek zencî askerler barındıran sarayların ve devletlerin de zengîn sayılacağı âşikârdır…
Öte taraftan, Avrupa ve Amerika sömürgeciliğinin temelinde de bu zeng kaynaklarının ve zencî gücünün bulunduğunu söyleyelim… Kezâ, 15. asırdan îtibâren “coğrafî keşifler” adı altında işgâl ve istîlâ edilen zeng memleketi Afrika, altınıyla, elmâsıyla, mücevherât taşlarıyla ve diğer yer altı kaynaklarıyla sahte Batı zengînliğinin ve refâhının hâlâ en temel sömürü alanıdır… 2 asır evvel Avrupa’da ortaya çıkan “endüstri devrimi”nin ve iki asırdır eze eze, sömüre sömüre devâm eden bayındırlık faâliyetlerinin ağırlıklı insân gücü de Afrika’nın zencî halklarından teşekkül etmiyor mu..? Bilhassa son asırda kapitalist bir sektör olarak Avrupa’yı, Amerika’yı ve tüm kıtaları saran “futbol endüstrisi” ve “basketbol endüstrisi” ile antik paganizmin hâlâ yaşatılmaya çalışıldığı spor podyumu sayılan “olimpiyat sektörü”nün sporcu insân kaynağının ağırlık merkezi de zencî -ve zencî kırması– atletik halklar değil midir..?
Mutlakâ söylemek iktizâ eder ki, “modern dünyâ” materyalist refâhını ve kapitalist zengînliğini çok önemli ölçüde zengî topraklarına ve zencî insânlara borçludur… Ve bu ağır borç, bir gün mutlakâ tahsîl edilecektir… Malcolm X’in, esâsında zencîlerin aslî hakları olan zengînliklerini muhâfaza etmeyi hedefleyen mücâdelesinden, Cassius Clay ve Mike Tyson gibilerinin yumruklarıyla sömürgecilerin yüzlerine vura vura elde edilen zaferlerden ve daha nice zencî muvaffakiyetlerden hâsıl olan zencî şuûr, sahte zengînlikleri asıl zencî sâhiplerine ircâ edecektir…
Töreli telakkîde, hakîkî zengînlik îmândandır, sengden yânî taştan değildir… Meselâ, Mekke Muhammedîlerinden, karnına koskoca taş konularak kendisinden “Muhammed’in yolu”nu reddedip dîninden dönmesi istenen yoksul ve zencî köle Bilâl-i Habeşî’nin sâf îmân cevherine mahfaza olan kalbindeki nûrdur… O, Şeyh Gâlib’in,
Ammâ ki ne şeb emîn-i rahmet
Şeyhu’l-harem-i harîm-i hazret
Mânend-i Bilâl-i sâhib-‘irfân
Nûr-ı siyeh içre nûr-ı îmân
mısrâlarında, Mi‘râc Gecesi’nin karanlığını zencîliğine teşbîh ettiği o mü’min Bilâl’in kalbindeki nûrânî zengînliktir…
Her gün, her biri zencî Bilâl’in gür ve güzel sesiyle okuduğu ezânların tecellî ve tezâhürleri sayılan “ezân-ı Muhammedî”lerle zengînleşmiyor mu, rûh ve mânâ âlemimiz; hakîkî zengînlik de asırlarca bu şekilde minârelerden hâtırlanmak değil midir..?
Bir ses ki
ağar minârelerden
Bilâl’in zengîn sesidir
bir nûr ki
yağar minârelerden
o zencînin nûrudur
ey bilâl
ey nûr-ı siyâh
ne büyüksün ki
sesin haykırıyor tevhîdi
Bedr’in arslanısın sen
ne kadar da şânlısın…
(Bu arada… Evet, aklımıza da takılıp kalmadı değil… Acabâ, 1127-1233 yılları arasında Musul ve Haleb merkezli bir dâirede hüküm süren Türk Selçuklu hânedanlığı Zengîler (İmâdeddîn Zengî, Nûreddîn Mahmûd Zengî vs.), neden bu isimle anılmışlardı..? Kurucusu İmâdeddîn Bey, acabâ siyâha yakın esmer, karayağız bir kimse mi idi..? Yâhut, hizmetkârlarını ve askerlerini zencîlerden mi seçmekte idi..? Veyâhut, Zengîler dünyevî ve maddî varlıkları bakımından çok mu zengîn idiler..? Her neyse…)
Zencîlerle zengînleşecek dünyânın eşiğindeyiz…
Vesselâm…
Abdülkadir Dağlar



