Habb ~ Hubb ~ Habbe Kelimelerine Dâir
Tüm kelimeler, aslında tek bir kelimenin, yânî ezel-ebed çizgisi üzerindeki “Kun…(Ol…)” emir kelimesinin birer türevi sayılır… Bu ön kabul doğrultusunda, kavramlar ve kelimeler arasındaki kökteşlik-soydaşlık ilişkilerini tek ve mutlak “hakîkat alanı”na atıflarla yorumlama denemelerini “töreli iştikâk” tâbîriyle isimlendirmek mümkündür… Denilebilir ki, töreli iştikâk, kavram-kelime ilişkilerini oluş-yaratılış-türeyiş merkezli bir edebî dâirede yorumlama ameliyesidir…
Bu yazı için konu olarak belir(len)en kavram-kelimeler de kendilerinin bu dâirede ele alınmasına müsâade etmektedir… H-b-b üçlü kökünden türevlenen kelimeler ile bünyesinde bu kelimelerin yer aldığı deyimler merkezi etrâfında nasıl bir kısa temâşâ yapılabilir..?
Habb, “çekirdek şeklinde, yutulması kolay, küçük ve yuvarlak ilaç tânesi; şifâ tâneciği; hap” anlamlarına gelmektedir…
Hubb, “sevgi, aşk; muhabbet” demektir…
Habbe, “çekirdek, tohum; dâne; zerre; maddenin teşekkülündeki en küçük tânecik; öz” anlamlarını karşılamaktadır…
Habb, hubbun şifâsı, hubb derdinin dermânıdır… Habb, şifâ habbesidir… Habb, hubbun, muhabbetin tâ kendisidir… Habb, ilâcın en kesîf, en küçük habbesidir…
Türkçe’de, argo tâbîr edilen “hapı yutmak” diye bir deyim vardır; insanın başına kötü bir iş gelmesi, bir hastalığa yakalanması durumunda kullanılır… “Habbı yutmak”, yânî “hapı yutmak” deyimi, böyle birçok bağlamda kullanılıyor olsa da, hakîkî anlamını “hubba düşmek, aşka giriftâr olmak, karasevdâya yakalanmak” bağlamında kavramaktadır… İçten, gizliden yaşadığı aşkını sevgilisine îlâm, çevresine de îlân edemeyen âşık, aşkını söylemeyip gönlüne yuttuğunda, yutkunduğunda, kendi içinde sırladığında habbı yutmuş olur…
Deyim bu anlamıyla “kan yutmak” deyimiyle de ilişkiye geçmiş olur… Şöyle ki: gizli aşkından ince hastalığın pençesine tutulmuş âşık, sırrını ifşâ etmiş olmamak için ciğerlerinden ağzına gelen kanını bile tükürmeyip yutmakta, aşkını kendi içinde saklamaktadır… Dolayısıyla, kan yutan âşık habbı da yutmuş olmaktadır… Nitekim, Azmîzâde Hâletî bir rubâîsinde
Biz başka bir ıstılâh peydâ itdük
Kan yutmanun adını tahammül komışuz
söylemektedir… Ondan yaklaşık iki asır sonra da İbrâhîm Şinâsî
Aşk kim kalbe gıdâdır ne yenir ne yutulur
Bir demir leblebidir çiğneyene aşk olsun
mısrâlarında, aşkın –yânî hubb ya da muhabbetin-, yenir yutulur ve maddî bir şey olmadığını, ama kalbe gıdâ ve şifâ veren âdetâ leblebi şeklinde bir habb –ya da hap-, bir ilaç gibi bir şey olduğunu dile getirmektedir…
Fuzûlî ustâdın bu husustaki yorumu ise şöyleydi:
Işk derdiyle hoşem el çek ilâcumdan tabîb
Kılma dermân kim helâkim zehri dermânundadur…
O, bu beyitte, bizâtihî aşk –yânî hubb, muhabbet– derdinin, cânın ve gönlün dermânı olduğunu, aşk derdini izâle etmek için tabîbin vereceği ilâcın ise ancak zehir hükmünde olacağını dile getirmektedir…
Bu misallerden de anlaşıldığı üzere:
Hubb, en şifâlı habb ya da haptır, yânî en tesirli ilaçtır… Hubb, bedenin değil cânın ve gönlün habbı, şifâ habbesidir… Hubb, habbenin özündeki hayattır… Hubb, vakti gelince memâtı hayâta çevirecek olan habbedir… Asırlar öncesindenYûnus Emre, aşk ya da hubb habbesi ile yaşayan bir cânın aslâ ölmeyeceğine, ölümlü olanın ise “hayvânî beden” olduğuna işâret etmektedir:
Âşık öldi diyü salâ virürler
Ölen hayvandurur âşıklar ölmez…
Habbe, hubb çekirdeği, yânî muhabbet cevheridir… Kalbde bulunduğu kabûl edilen “habbetü’s-sevdâ” (kara habbe) ya da meşhûr ifâdesiyle “süveydâ” (kara habbecik), aşk ya da hubbun insandaki merkezî noktasıdır… Habbetü’s-sevdâ ya da süveydâ, insandaki aşk ve muhabbet cevheri, tohumudur…
Öte taraftan habbe, türeyişin aslî cevheri olan hubb ve muhabbettir… Habbe, kâinâtın var oluş sebebi, kendisinden tüm mevcûdâtın türevlendiği bereketli tohumdur… Habbe, tasavvuf nazariyâtına göre, “Kun…” emriyle ilk var kılınan nûrânî cevher, yânî “Hakîkat-ı Muhammediyye”dir… Habbe, “Levlâke levlâk lemâ halaktu’l-eflâk… (Olmasaydın, sen olmasaydın felekleri yaratmazdım…)” hadîs-i kudsîsindeki hubb, Muhammedî muhabbet cevheridir…
“Habbeden kubbeye” deyimi de bir bakıma bu hakîkata işâret etmektedir… Şöyle ki: Kubbeden murâd, kubbelerin kubbesi ya da feleklerin feleği sayılan “Arş” feleğidir; Arş kubbesi de o ilk cevherî ve nûrânî habbeden, yânî Hakîkat-ı Muhammediyye’den (Nûr-ı Muhammedî) türevlenmiştir…
Bir başka nazardan…
Habbe–kubbe arasındaki ilişkinin bir teşbihten kaynaklandığı ileri sürülebilir… Bu teşbîhin merkezinde ise habbe ile kökteş bir kelime yer tutmaktadır: Habâb… Habâb, “su yüzeyindeki hava kabarcığı” anlamına gelmektedir… Büyük ya da küçük olsun, su yüzeyindeki tüm hava kabarcıkları kubbeye benzer… Tasavvur edilir ki, ilk felekten Arş feleğine kadar tüm felekler –yânî tüm kubbeler– su üzerinde, yânî gökdeniz üzerinde yüzmektedir… Dolayısıyla, her habâb yânî her habbe aslında bir kubbedir… Bu bâbda, Yenişehirli Avnî Bey’e kulak vermek tam yerinde olacaktır… Avnî diyor ki “Sarhoşluk meclisinde ve sarhoşluk hâlinde, sâf şarâbın yüzeyindeki hava kabarcıklarının her biri gözüme bir kubbe gibi görünür…”:
Ayn-ı gerdûn görünür dîdeme her çeşm-i habâb
Habbeyi kubbe eder bezme gelince mey-i nâb…
Mahabbet ya da muhabbet… Habb, hubb ve habbe kelimelerinin tek kelimede toplanmış hâli gibidir, muhabbet… Muhabbet, habların habbı, hubların hubbu, habbelerin habbesidir… Muhabbet, en velut, en bereketli, en kutlu habbedir; muhabbet, en kuvvetli tohumdur…
Muhabbet, Muhammedî hubbun habbesidir… Muhabbet, edebî töremizde “tabîbü’l-kulûb” (kalblerin tabîbi) olarak anılan Habîbullâh efendimizin, âşıkların dertli gönüllerine sunduğu şifâ habbıdır… Muhabbet, Habîbullâh efendimizin bereket habbesi, tohumudur… Zîrâ böyle kabûl etmektedir töreli edebiyâtımız:
Muhabbetden Muhammed oldu hâsıl
Muhammedsiz muhabbetden ne hâsıl…
Yânî, Allâh’ın kendi zâtına duyduğu muhabbet hubbundan hâsıl oldurulan ilk habbenin adıdır, Muhammed… Habbesinde “adı görklü kendi görklü Muhammed” sevgisinin yer almadığı bir muhabbet ise hubb sayılamaz…
Diğer taraftan… Muhabbet habbesinin, tohumunun tarlası kalbdir, gönüldür; bu tarlanın mahsûlü de muhabbettir… Muhabbet, aşk sarmaşığının habbesi, tohumudur; muhabbet, aşk sarmaşığının pençelerinde hastalanıp kuruyan kalbin habbı, ilâcıdır… Muhabbet, iki dost kalb arasındaki en emîn, en selîm yoldur; zîrâ şöyle söylenmiştir:
Muhabbetden su’âl etme halîlâ
Mine’l-kalbi ile’l-kalbi sebîlâ…
Yânî, “Ey dost..! Muhabbetin ne olduğunu sorma; bil ki muhabbet, kalbden kalbe bir yoldur…”…
Bütün bu kelimelerden müştakk ya da türevlenmiş, güzeller güzeli bir kelime daha var ki “sevgili” anlamındadır: Habîb…
Habîb, sevilen, kendisine muhabbet duyulan hubbun tâ kendisidir… Habîb, kendisine muhabbetin yüklendiği, muhabbeti besleyen habbenin tâ kendisidir… Habîb, en hâzık tabipdir; çünkü, hubb en tesirli habb ya da ilaçtır…
Habîbullâh, “Allâh’ın sevgilisi”dir, Allâh’ın kâinâtı yaratma sebebidir… Habîbullâh, “Kuntu kenzen mahfiyyen fe ahbebtu en u‘rafe fe halaktu’l-halka li-u‘rafe… (Ben, gizli bir hazîne idim, bilinmeyi sevdim –bilinmek istedim-, beni bilsinler diye halkı yarattım…)” hadîs-i kudsîsindeki “ahbebtu” kelimesinde mündemiç sevgi hubbu ile istek habbesinin tâ kendisidir… 13-14. asırlardan Âşık Paşa şöyle seslenmektedir:
Ol Resûl kim Hakk Habîbümdür didi
Ol Habîb iken bu âlem yok idi
Düzdi anun dostluğıyçün âlemi
Hem ana kıldı ra‘iyyet âdemi…
Hulâsa-yı kelâm…
Anlaşılmaktadır ki, kâinat ve mevcûdat sevmek ve sevgi nokta-yı nazarından bakıldığında hakîkî anlamını daha iyi kavramaktadır… Kâinat, o ilk hubbun hâtırına kâim ve dâimdir; kâinat, o ilk muhabbetin hâtırına dönmektedir… İnsanlar, hubb ile, yânî sevgi ile yaşarlar; hastalar, muhabbet ile, yânî sevgi ile iyileşirler… Çünkü, sevgi, hayâtın da şifânın da aslî unsurudur…
Seven, sevdiği için yaratan, yarattıklarını seven, yarattıklarına sevmeyi öğreten, sevdiklerini sevdiklerine sevdiren el-Vedûd Rabb’imize sonsuz hamd u senâlar olsun… Sevgilisi, sevenimiz, sevdiğimiz Habîbullâh efendimize de sayısız salât u selâmlar olsun…
Selâmet ve letâfetle…
Abdülkadir Dağlar