Doç. Dr. Ertuğrul Karakuş

SİNVAR’IN SOPASI, BİZİM NEYİMİZE?!

SİNVAR’IN SOPASI, BİZİM NEYİMİZE?!

Yıllardır (belki de asırlardır…) “ekran efendinin tutsakları” olan bizlerin günlerdir dumûra uğramış vaziyette izlediği ibretlik bir görüntü:

Zulmün zindanlarında geçen 23 yılını, Allah’ın himmetiyle, şehâdet bereketine kalbeylemeyi bilen bir şehit namzeti, elindeki sopayı “şeytanın oyuncağı”na fırlatıyor…

Son bir şehâdet ilhâmıyla, elindeki sopa ile, adeta son bir Töreli şiir yazıyor/söylüyor… Nedir bu töreli şiirin mazmunu?

Sinvar, sağlam kalan eli ile fırlatıyor sopasını… Hedef, “şeytanın oyuncağı” ve onun lanetli kamerası mıydı? Yoksa o kameranın gerisine saklanan sisli-puslu, kör, sakat, yaralı ve en hafif tabiriyle marazlı idraklerimiz miydi? Her şeyi bilen, bildiğini zanneden, zannettikçe cahillik çukuruna gömülen idraklerimiz…

“Adama bak! O hâliyle sopa ile son hamleyi yapıyor!” dedik, hakîkî mazmundan, hakîkî mânâdan uzak… O sopanın işaret ettiği mânâyı, hiç üzerimize almadık bile…

Neye fırlatıldı o sopa?

-Besmele’yi ağzından düşürmese bile Besmele ile beslenemeyen ruhlarımıza…

-“İhvan-ı din”i, “dostluk”u, “kardeşlik”i sakız gibi geveleyip kalleşliği âdet edinen huylarımıza…

Sinvar’ın o son gayretiyle, neyimize fırlatıldı o sopa?

-“Âmin”i, “eman”ı, “emânet”i günde yüz defa zikredip emansız, emânetsiz bir hâlde “emânî”mize yenik düşüşümüze…

-“Nezaket”i, “zerâfet”i, “letâfet”i yüzümüze kılıf eyleyip “ihânet”i kardeşimize lâyık görüşümüze…

-Sahte gülüşümüze, neme lazım deyişimize…

-Hayvanı tıka basa doyurup insanı aç koyuşumuza…

-İnsanlığımızı unutup hayvana ok atışımıza…

-Komşumuz aç iken tok yatışımıza…

-Zulme boyun eğişimize, (yine Şehit Sinvar’ın tabiriyle) “yatağımızda yaşlı develer gibi ölüşümüz”e…

Bin bir suratlı “asosyal medya”da “Eğer Musa’nın asası sizi yola getirmezse yarın Firavunun sopası sizi yola getirir.” sözü, Yahya Sinvar’a atfedilerek yayılmış… “Asosyal medya”nın bin bir suratından dolayı, bu sözün de aidiyetinin sıhhati belli olmuyor. Ama “mânâsının sıhhati” bellidir…

“Allah’ın sopası yok” (muymuş!?)

Görmeyen görmez… Bilmeyen bilmez…

Rabbü’l-âlemîn, o sopayı bir şehîdin son şâhidi yapar… O oyuncak, “şeytanın oyuncağı”na, o “oyuncak”ın ötesinde de, şeytana uyanların kör olan idraklerine fırlatılır…

Görmesini bilene…

O sopayı, biz de üzerimize alınmalı mıyız?

Ne dersiniz?

Sinvar’ın sopası, bizim neyimize?!

(mi?)

 

Ertuğrul KARAKUŞ

16

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu