Coşkunun Kaybı ve Tahammülsüzlük
Şeyma Süheyla Nur Cevher
Hayat amacı edinmeyen ve yüreğinde bir coşku taşımayan ruhların tahammülsüzlüğüne değinmek istiyorum. Bu, yalnızca bir grup insanı ele almaktan ziyade bir çağı; içinde bulunduğumuz bu çağın genel durumunu ifade ediyor. Bazen coşkusunu yitirenlerin gözlerinde ve dillerinde, çoğu zaman ise bu coşkuyla hiç var olmamış kalplerin atışlarında ve nefes alıp verişlerinde görebiliriz bu hali.
Coşkulu bir sesi olmayanların ayak bağları vardır. Bu bağları kendi içlerinde değil, dışarıda aradıkları için tahammülsüzlükle karşılık verirler. Derin bir öfke halini görmek mümkündür, fakat daha acısı görmezden gelmektir. İnsan, kendisinden olanı ve kendi kabiliyetini görmezden geldiğinde, derin bir sığlığa mahkûm olur.
Coşkulu sesini yitirenlerin hali, denizden kuru çıkmaya benzer. Kaybettiklerini önemsemezler, fakat bunun suçunu hep denize, havaya veya kıyafetlerine atarlar. Suçlu asla kendileri değildir. İnsan, yaratılışı gereği öfke, sevinç, şefkat gibi duyguları yoğun bir şekilde yaşar. Ancak bu duyguları coşkuyla yaşamadığında veya bu duyguların kendisinde bir anlam ifade etmediğini gördüğünde, küçücük şeyleri sorun haline getirmeyi meziyet sayar. Dünya üzerindeki büyük acılar onun için önemsizleşir, ayağına takılan bir taş için saatlerce ağlayabilir veya o taşı sonsuza dek suçlamak ister. Gördüğü her taşı, o taşa benzeterek sabrını ve tahammülünü kaybeder.
Coşkuyla var olması gereken duyguları ya unutur ya da bunun gerekli olmadığını iddia eder. İnsanların bakış açısı, gördükleri dünyayı yorumlama biçimlerini etkiler. Ancak söylemler artık gökyüzünün genişliğinden değil, ayağa değen taşın küçüklüğünden beslenir.
Önlerinde yanan ateşi görmezden gelmek, şimdilerde mertlik alameti sayılmaktadır. Yangının, depremin ya da milyarlarca yıllık gökyüzü ahalisinin kıymeti gözlerde yok olmuştur. Bir gün taş gider diye, insanlar başka taşlar edinir. Sonunda kendi ömürlerinin nihayetine gelirler; taşlar kalır, onlar gider.
Coşkulu olmak ise yaşamaktır. Yaşamak, bir duygunun varlığına ve hakikatine erişme hâlidir. İnsan ruhunda şenlik başlatan bir süreçtir, acının bile var olduğunu hissettirdiği bir duygudur. Mutluluğun gözyaşlarıyla ziynetlendiği özel zamanlardır.
Coşku, insanın hem yeryüzünde hem gökyüzünde kendisine bakıp görebilmesidir. Aynaya ihtiyaç duymadığını hissettiği, kısa, hızlı ama büyük etkileri olan anlar silsilesidir. Coşkulu olmamak bir kayıptır, coşkuyu bulduğunda yitirmek ise bir korku. Belki de bu hâl, cennetin ve Cemal-i Baki’nin bir cilvesinin cilvesidir.
Şeyma Süheyla Nur Cevher
(Bursa Teknik Üniversitesi – Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğrencisi)