Geçenlerde bir toplantıda, Bolu’nun tavukçuluk ile uğraşan çok kıymetli iş adamlarından Fikret Kısar ağabeyin konuşması esnasında duydum bu töresözü: Güleceğini tutamıyor…
Fikret ağabey bu töresöze, “Bir gözü ağlayan bir gözü gülen için kullanılan bir deyimdir” mânâsı veriyor ki mânâ ile mefhum tam olarak yerine oturuyor.
Gülmek, en aslî insanî tarafımızdır tıpkı ağlamak gibi… Bu yüzden de gülmek fiilinin tam mânâsı ile lisanımıza da nüfuzu söz konusudur:
Eski Türkçede ”kül-mek” şeklinde vücut bulmuş kelime, lugatımız Kubbealtı’nda temel mânâda, “(Bir kimse bir şeyi tuhaf bulduğu veya bir şeye sevindiği zaman) Kesik kesik sesler çıkarmak sûretiyle duygusunu, sevinç veya hayretini açığa vurmak” mânâsına gelir ki bu tarafı gülmenin fiille bütünleşen esasını da bize aşikâr kılar. Dolayısıyla Fikret ağabeyden derlediğimiz töresöze daha ilk adımda hayat verir.
Deyişin sözlükteki diğer mânâlarına baktığımız zaman, “Ses çıkarmadan hafifçe gülümsemek, tebessüm etmek”, “(Biriyle, bir şeyle) Alay etmek, eğlenmek” ve “(Bir şey birine) İyi yüz göstermek, (onu) iyi şeylerle karşılaştırmak” gibi karşılıkları da vardır ki bunlarda Töreli dairede gülmek fiiline açıkça bir meşruiyet alanı kazandırır artık… Yani bizler bir iletişim şekli olarak kendimizi en iyi gülmek suretiyle ifade edebiliriz. Elbette Töreli bir surette olmak kaydıyla.
Bakınız Töreli dairede ol/a/mayan gülmeden merhum Töreli büyük şairimiz Âkif nasıl da şikâyet ediyor:
“Sakalımdan size ne / Ne mi? Ondan beleş eğlence mi var seyredene / Gülüyor kahvede el, çarşıda bakkal çakkal / Olma beyhûde elin ağzına bir parmak bal”
O halde vakit, Törelinin merkez şairlerinden Karac’oğlan’nın dediği üzere Törelice davranmak vaktidir:
“Karac’oğlan der ki n’olur n’olmadan
Dost ağlayıp düşman bize gülmeden”
Ol sebebden gülmenin asıl Töreli dairede hayat bulduğu tarafı mecazî tarafında gizlidir. Yani, “Mutlu bir zaman geçirmek, mesut olmak” ve “Görende neşeli etki bırakacak bir görünüşü olmak”, aslında “gülme”dir. Bu gülmenin de doğrudan hakikata açılan bir tarafı vardır. Nitekim yüce kitabımız Kur’ân’da bu hususda çok sayıda âyet-i kerime vardır:
“Artık onlar, kazandıkları günahlar yüzünden az gülsünler, çok ağlasınlar!” (Tevbe, 82).
“Bu sırada İbrâhim’in karısı ayakta durmuş, onları dinliyordu. Meleklerin sözünü duyunca güldü; biz de ona İshâk’ı, İshâk’ın ardından da torunu Yâkub’u müjdeledik.” (Hûd, 72).
“Ama siz onları hep alaya alırdınız. Sonunda bu tutum ve davranışlarınız size beni anmayı unutturdu; çünkü hep onlara gülüp duruyordunuz.” (Mü’minûn, 110).
“Bu sözleri işiten Süleyman masum bir mutluluk içinde tebessüm etti ve: ‘Rabbim! Bana, anama ve babama verdiğin nimetlere şükretmeye ve râzı olacağın sâlih ameller işlemeye beni muvaffak kıl. Rahmetinle beni sâlih kullarının arasına ilhâk eyle!’ diye yalvardı.” (Neml, 19).
“Fakat Mûsâ apaçık delillerimizle karşılarına çıkınca onlar, bu mûcizelerle alay edip gülmeye başladılar.” (Zuhruf, 47).
“Rasûlüm! Meryem oğlu İsa’nın yaratılışı, birliğimiz ve kudretimizin bir delili olarak zikredilince senin kavmin bundan keyiflenip haykıra haykıra gülmeye başladılar:” (Zuhruf, 47).
“Günahlara dalmış inkârcı suçlular, dünyada iken mü’minlerle alay edip, onlara gülüyorlardı.” (Mutaffifin, 29).
“İşte bu gün de, iman edenler o kâfilere gülerler.” (Mutaffifin, 34).
“Hep gülüyorsunuz da, hiç ağlamıyorsunuz!” (Necm, 60).
“Doğrusu güldüren de O’dur, ağlatan da!” (Necm, 43).
Hiç şüphesiz yukarıdaki âyetler bugün de toplumda geçerli olan gülmenin bize mahiyetine dair hakikatını verir. Yani, bize sadece Töreli dairede bir gülme ‘helal’ kılınmıştır! Elbette bizim hissemize “gülmek” mi, yoksa “ağlamak” mı düşer bunun bilgisi yalnızca Rabbimizin katındadır. Dolayısıyla Pir Sultan’ımız ifade ettiği gibi, “Bu dünyâya geldik gülmek için de!” Bizi güldürmediği içün talihden şikâyetimiz de aslında kaderin bize bir cilvesidir:
“Güldürmedi tâli beni bir gün bile heyhât
Güldümse de bâzan sonu hüsran ile geçti” (Kemal Batanay).
Fakat, “gülme” hususunda Töreli dairede ise kesinlikle bir ölçü vardır. Bunu ise Hz. Peygamber’imiz (s.a.s.) belirlemiştir:
“Güler yüzle insanlara selâm vermen sadakadır.” (Câmiü’s-Sağîr, 4/1513).
“Allah yumuşak ve güler yüzlü kimseyi sever.” (Câmiü’s-Sağîr, 2/503).
“Siz mallarınızla bütün insanları memnun edemezsiniz. Öyle ise, güler yüzlülüğünüz ve güzel huyunuzla onları memnun ediniz.” (Câmiü’s-Sağîr, 2/661).
“Allah, Müslüman kardeşine surat asan kimseye buğz eder.” (Câmiü’s-Sağîr, 2/500).
“Allah’tan kork ve hiçbir iyiliği küçümseme. Bu, su isteyen birisine kovandan su vermek veya Müslüman kardeşini güler yüzle karşılamak dahî olsa.” (Müslim, Birr, 144; Tirmizî, Et’ime, 30).
“Az gül. Çünkü çok gülmek kalbi öldürür (katılaştırır).” (Tirmizî, Zühd, 2; İbn Mace, Zühd, 19).
“Kim gülerek günah işlerse, ağlayarak cehennem ateşine girer.” (Câmiü’s-Sağîr, 4/1534).
Hiç şüphesiz bu sınırların dışına çıkmak bir Müslüman’a zarar verir!
Bu bağlamda lisanımız, elbette O’nun (C.C.) hakikatına bağlı olarak “Güle eğlene (söyleye, zıplaya)”, “Güle oynaya”, “Güleceği (Gülesi) gelmek”, “Güler misin, ağlar mısın”, “Gülerken ısırır”, “Güleyim bari – Gülerim”, “Gülmekten bayılmak (çatlamak, kasıkları çatlamak, katılmak, kırılmak)”, “Gülesi tutmak”, “Gülse de bir, ağlasa da”, “Gülüp eğlenmek (oynamak)”, “Gülüp geçmek”, “Gülüp söylemek (konuşmak) şeklinde pek çok tabir ve “Bahtından gülsün / Bıyık altından gülmek / Bıyığına gülmek / Gözlerinin (Gözünün) içi gülmek / Hâline köpekler güler / İçinden gülmek / Tâlihi (Tâlih yüzüne) gülmek / Yüzü gülmek / (Birinin) Yüzüne (Yüze) gülmek” şeklinde de pek çok deyim üretmiş ve üretmeye devam edecektir.
İşte biz Müslümanlara düşen asıl vazife, elbette Töreli dairede güleceğini tutmadan gülebilmektir…
Efendim, ey medet!