Osmanlı devlet nizamının mizâhtan vâreste olmadığı da âşikârdır. Bu mizâhın merkezdeki en güçlü temsilcisi (tip) olarak da karşımıza İncili Çavuş çıkmaktadır. İncili Çavuş’un kim olduğu kesinlikle bilinemeyecek olsa da sözlü kültür ortamının sembol evreninde ona biçilen “İncili” ve “Çavuş” isimleri, bize onun kimliği hakkında önemli ip uçları vermektedir. İncili lakabının ona I. Ahmet veya IV. Murat tarafından başına giydiği incili külahından dolayı takıldığı rivayet edilir. Çavuş’luğunun ise nedimliğinden ileri geldiği görülmektedir. Sarayda hazırcevap, nükteli ve manidar sözleriyle tanınan ve gözünü budaktan sözünü dudaktan esirgemeyen bir saraylı olarak bilindiği için her tahta geçen Osmanlı padişahının ondan vazgeçemediği rivayet edilir. Nitekim aşağıdaki hikâyede onun bu özellikleri tüm yönleriyle ortaya konulmaktadır:
Bir gün İncili Çavuş zamanın padişahına kırılır. Ortalıktan kaybolur. Her yerde aranmasına rağmen, bir türlü bulunamaz. Padişahın kendisinin nükteli sözlerine ve sohbetine ihtiyacı vardır ama İncili ortalarda görünmez. Padişah adamlarına İncili’yi bulmalarını emreder. Ama ne mümkün İncili bulunamaz. Çünkü İncili Çavuş dağda bir yörük çadırına gitmiş ve yörüğe yayıkçı (turfan yayan) olarak çırak durmuştur.
Padişah İncili’yi kendi yöntemi ile bulmaya çalışır. Aklına bir formül gelir. Bir altın saban ile bir de altın boyunduruk (=öküzleri tarlada çift sürerken birbirlerine yan yana durmasını sağlayan ve sabanı çekmeye yarayan ağaçtan bir alet) yaptırır, bunu şehrin en işlek yerine koyar ve bunun başına da iki adam koyup “Altından yapılmış bu saban ve boyunduruğa halkın fiyat belirlemesini sağlayın. Kim buna fiyat belirlerse onu yakalayın. O ya İncili’dir ya da onun yerini bilen biridir” der.
Onlar orada duradursun bizim İncili ormandaki yörük çadırında yayık yaymaya devam eder ve çarşıya yağ ve peynir satmaya gidip gelen yörük ağasına, “Çarşıda ne var ne yok?” diye sorarmış? Ağa o gün, “Çarşının tam ortasına bir altın saban ile altın boyunduruk koymuşlar, buna fiyat biçin diyorlar. Bunun fiyatı mı biçilir değil mi ağam?” demiş. Bunu duyan İncili ertesi sabah çarşıya hazırlanan ağasına “Ağa bugün o çarşıdaki saban ile boyunduruk olan yere var, de ki nisan ayı yağar da mayıs ayı öğünürse bu altın saban ile altın boyunduruğun kıymeti biçilmez. Ama nisan ayı yağıp da (=yağmurdan bahseder) mayıs ayı öğünmezse padişah efendi bunları kırsın kırsın başına çalsın. Allâh vermek istemezse âlet altın olmuş ağaç olmuş neye yarar, deyiver” demiş.
Ağa da “Oğlum ben bunları nasıl diyeyim. Beni asarlar” deyince, “Sen korkma, bunların fiyatı odur; onlar memnun olurlar” demiş. Zavallı yörük, bacağında kocaman şalvarı başında külahı ayağında çarığıyla çarşıda o âletlerin yanına varır ve “Çekilin ben bunlara fiyat biçeceğim” der. Hemen çekilirler ve yörüğü dikkatle dinlemeye başlarlar. “Arkadaşlar” der yörük, “Nisan yağar mayıs övünürse bu altın saban ile altın boyunduruğun kıymeti biçilmez; nisan yağıp mayıs ayı öğünmezse padişah bunları alsın da kırıp başına çalsın” deyiverince apar topar yakalanır ve padişahın huzuruna çıkarılır. “Devletlumuz sizin altın aletlere bu şahıs fiyat biçti çok da acılı konuştu. İncili Çavuş bu mudur?” deyince padişah, “Bu değildir, ama bu İncili Çavuş’un nerede olduğunu bilir” der. Biraz korkutulup sıkıştırılan yörük efendi “Benim çadırda bir çırak var o ‘bunların pahası budur’ dedi, ben de söyledim” der. Padişahın adamları hemen gidip çadırdan İncili’yi alıp saraya getirirler ve huzura çıkarırlar. Padişah İncili’ye “Ne oldu İncili saraydan neden kaçtın, çok mu sıkıldın?” diye sorar. “Padişahım seni sevmekten bıktım, onun için saraydan uzaklaştım” deyince Padişah “İncili sana ceza verecektim, sonra vazgeçtim. Sen biraz zâlimsin, ama bana da çok lâzımsın; ancak seni bir şartla affedeceğim” der. “Nedir padişahım?” diye sorar İncili. “Sen bir kabahat işleyeceksin ve akabinde özür dileyeceksin, özrün kabahatinden daha kötü olacak, seni belki o zaman affederim” der ve olay biter.
Saray bahçesinde biraz oturduktan sonra saraya çıkmak üzere hareket ederler. İncili elinde bir fener önde padişah, merdivenlerde yürürken tam merdivenin orta yerinde İncili elindeki kandili söndürür ve döner padişaha, onu iştahla öper. Bir de oh çeker. Padişah “Bre küstah sen ne yaptığını sanıyorsun” deyince “Affedersin devletlum seni hanım sultan zannettim” diye cevap verir ve padişahın söylediği gibi özrü kabahatinden büyük ve kötü olur, ancak affedilmiştir artık.
Yukarıdaki hikâyeye daha dikkâtli bakılıcak olunursa İncili’nin asıl “Çavuş” kimliğinin onun halkın saraydaki en kâmil temsilcisi olmasından ileri geldiği rahatlıkla anlaşılıverir. Dolayısıyla halk İncili Çavuş’u saray ve çevresini eleştirmek ve gülünç hale getirmek için iyi bir temsilci olarak benimsemiş, bu çevre hakkındaki duygu ve düşüncelerini dile getirmekte onu vasıta kılmıştır. Bu yönüyle de asırlarca halkın hafızasında yerini ve ehemmiyetini korumasını bilmiştir. Hulâsa, İncili Çavuş’un asıl ehemmiyeti, Osmanlı devlet mizâhı kadar, mizâhı sayesinde Osmanlı nizamına da yön tayin etmesinde yatar. Onda mizâh nizamdır yani! Bu hakikattan mahrum olanlarsa onu maalesef sâdece bir saray nediminden ibaret zannederler!
Efendim, mizâhımız her daim nizamımıza yön versin! Rabbim bizleri nizamdan ve doğruluktan hîç ayırmasın!
Lutfî Baba soylamış, görelim cânım ne soylamış:
Hak nedimi ehl-i nizam
Kimi azim kimi azam
İncili Çavuş muazzam
Lutfi Baba’m nüktedânı…
Erhan Çapraz