
Viyana’da şinitzeli ile meşhur bir lokantanın yemek listesinde bizim “bulgur”a denk geldim. Yeşillik listesinde yer alan yemek, “Lugeck bowl” adını taşıyor. Yemek, bir kase içerisinde, bulgurlu yeşil kuşkonmaz, avokado, domates, manda mozzarellası ve tereden müteşekkil sunuluyor. Hatta listede yemeğin ızgara tavuklu Sezar salatası, romaine salatası, zeytin, Grana ve kruton; fırında keçi peyniri, bebek yaprak salatası, turşu ahududu, nar, limon ve ceviz ile birlikte daha da lezzetli olacağı vurgulanıyor.
Kubbealtı Lugati’nde bulgur kelimesinin kökünün belli olmadığı belirtiliyor. Fakat Töreli edebî dairedeki konumunu bakılırsa bulgurun Türk’e ait olduğu rahatlıkla ifade edilebilir. Hatta yine lugatte belirtildiği üzere, kelime Türkçe’den bulġur ve burġul şekillerinde komşu dillere de geçmiştir. Bu da zaten kelimenin bize ait olduğunu açıkça ortaya koyar. Nitekim bulgurun mamül olduğu buğdayın ana vatanı da bizim ülkemizdir.
Yapılışına gelince bulgur, buğdayın kaynatılıp kurutulduktan ve kabuğu çıkarıldıktan sonra dövülerek kırılması ile olur. Çok çeşitli yemeklerde kullanılır ve pirinç gibi pilavı yapılır. Sert ve küçük taneli kar, bulgurcuk, ebe bulguru için de kullanılır. Eşimin köyünde “bulgur hediği” denildiğine de şahit olmuştum.
Bir de lisanımızda “bulgur bulamaç” tabiri mevcuttur ki “tatsız tuzsuz hazırlanmış yemek”ler için kullanılır. Bu da bize tıpkı Viyana’da olduğu gibi bulgur ile hazırlanan yemeklerde ana vurgunun “lezzetli” olduğunu açıkça ortaya koyar. Yine “bulgur bulgur yağmak” ve “bulgur bulgur terlemek” gibi töresözler de mevcuttur ki bunlar da bize bulgurun zorunlu olarak suya meylini işaret eder. Bu yüzden iri ve sert tâneler hâlinde yağan kar için de bulgur tabiri kullanılır. Hatta bunun için halk ağzında “bulgurcuk” (<bulgur+cuk) tabiri de türetilmiştir ki bu ise bulgurun küçük tanelerine daha da bir incelik ve nezaket katar. Yani küçük taneli bulgur, lezzeti sayesinde bulgurdan da öte “bulgurcuk”tur artık…
Asıl burada dikkati çeken bulgura dair tabir ise “ebem bulguru”dur. Ebem bulguru, kuzu dişi, kırcı, yumuşak dolu veya bulgurcuk olarak da bilinen, ne dolu ne de kar olabilmiş, bulgur büyüklüğünde yağan melez kar türü için kullanılmakta ise de bize bulgurun asıl gurmesi “halk”ı verir. Bulgur, “ebe” üzerinden bizi doğrudan atalar kültüne bağlar. Bu arada ebegümecili bulgur pilavının lezzetine de doyum olmazmış! Bu bulgurun gurmesi nezdindeki “melez” yanı ise Töreli lisânî dairede kelimenin aslında bize hakikatini sunar. Yani bulgur, tüm halkları “bir”leştirip bir vahdet halini tesis ve temin eder. Yani son tahlilde bulgur, Viyana’da, Macaristan’da, kısacası her nerede de olsa hakikatta “bir”dir.
Efendim, her zaman “O” (C.C.) “Bir” ile kalabilmek niyazı ile; bu seneki kaynatılan bulgurlarımız bereketli olsun…
Hamiş:
“O, Yahya Kemal’in bahsettiği pilav’ın bulgur’udur. Tanpınar ‘Eskiler nasıl yaşardı, Üstad’ deyince ‘Pilav (bulgur) yiyerek, Mesnevî okuyarak.’ diye durumu özetledi. Başka bir yerde de ‘Viyana önlerine nasıl dayandık?’ sualine ‘Pilav yiyerek Mesnevî okuyarak.’ demişti. Birgün de İstanbul sokaklarında gezerken ağzından şu cümleler dökülür: ‘Medeniyetimiz, Mesnevî ve Cihad medeniyetiydi.’ Demek ki bulgur zevk için yemenin değil ‘hayatta kalıp cihat edebilme’nin veciz ifadesidir. Cihat süresince Mesnevî okumak da ‘ruhu ve îmânı o zor şartlarda Kur’an‘ın feyzinden mahrum etmeme’nin ifadesidir. Bize bunları da hatırlattın kardeşim.Viyana seferin feyizli olsun inşâallâh…“ Prof. Ertuğrul Karakuş