Fatih PekerSinema ve Sahne SanatlarıTöreli SanatlarTöreli Yazılar

Bir Dervişin Günlüğünde Sinemayla Bağlantı Kurmak

Bir Dervişin Günlüğünde Sinemayla Bağlantı Kurmak
“Türk sinemasının yüzeyini, dün olduğu gibi bugün de baştan başa kaplayan o kurşun rengi benliksizlik, kendi varoluş yasalarına bilinçsizce ve ahlâksızca sırt çevirmiş bir toplum yönetiminin, Türk toplumunun yakın tarihine ait kolektif bir aldanışın sefil sonucundan başka bir şey değildir.” Bu ağır ifadelerin sahibi Ayşe Şasa nam-ı diğer Derviş Ayşe.

Günahlarıyla sevaplarıyla Yeşilçam dönemi, Türk sinema tarihine silinmez bir iz bıraktı. Tabi bırakıp gitmedi. Demir leblebi Yeşilçam, sinemamız ve sosyolojik gerçekliğimizin tamamını kapsayan kültür sanat evrenimizle hesaplaşılacak, yüzleşilecek, ibret alınacak mevzularıyla karşımızda heyula gibi dikilip duruyor.

Yeşilçam, istisna çabalar haricinde kabaca ve yüzeysel olarak; kimlik ve aidiyet sorunları, yerel kültür ve gelenekle bağ kuramayan, tamamen olmasa da çoğunlukla yapımcı sinemasından oluştuğu için para kazanma hırsıyla taklitçi, öykünmeci, furya ve klişe kalıplardan öte gidemeyen, başlangıç döneminde atanmış görevlilerle resmi, devamında moda ideolojilerin rehin aldığı, propaganda ve toplum mühendisliği aracı, kendi kültürünü tarihini cahilce ve madrabazca çarçur eden, dine ve dindara olabildiğince mesafeli, hatta ötesi düşman, yerelliği reddettiği için evrensele varamamış, kimliksizliğiyle dünya sinemasında nitelikli bir yer edinememiş bir dönem olarak görmekteyim. Bu büyük gerçekliğiyle Yeşilçam mirası, kendini bilen sinemacılar, yazarlar, münevverler tarafından tenkit ve tespitlerin odağında olmuştur ve olacaktır.

Yeşilçam’ı kanımca en isabetli şekilde tenkit edenlerden biri de o âlemin bir ferdi Ayşe Şasa olmuştur. Yeşilçam’ın tozunu, 1960’ların siyah beyaz yıllarında senaristlikle yutmaya başlayan Şasa’nın hayat öyküsü, tıpkı yakın tarihimizin gerçekliği içindeki siyasi, iktisadi, sosyolojik ve kültürel alanlardaki travmalarla değişime uğrayan ülkemizin öyküsü gibi dramatik ve hatta trajikti. Şasa yazarlığını sadece senaryolarda değil, öykü, deneme ve dergi yazarlığında da konuşturuyor, hayata bakış açısı, dertleri ve önermeleriyle harmanlanmış yoğun fikirsel aktivitesini bu mecralarda ete kemiğe büründürüyordu.

Şasa, Dergah dergisindeki yazılarının derlenmesiyle oluşturduğu, Yeşilçam özelinde sinemamıza dönük fikirlerini kaleme aldığı, kendisinin tabiriyle “sinema zenaatı alanındaki uzun bir arayışın ve aşama aşama gelişen sancılı bir iç-muhasebesinin ürünü” olarak adlandırdığı Yeşilçam Günlüğü kitabının ön sözündeki ifadeleri dikkat çekiyor;

“Sinemaya adım attığım 60’lı yıllarda Türk düşüncesine yerli bir perspektif getirmek için büyük çabalar gösteren rahmetli romancı Kemal Tahir ile sinema alanında onun fikirlerinden esinlenen Halit Refiğ, Metin Erksan gibi sinemacılarla yaptığımız yoğun sohbetler, beni derinden etkilemişti. Anti-Batıcı Marksistler olarak o dönemde geliştirmeye çalıştığımız sistematik, 70’li yılların ortalarına doğru beni tatmin etmekten artık uzaktı. 80’li yıllardan başlayarak kimliğimi yeni bir boyut çevresinde derinleştirmeye çabalıyordum. Tevhid düşüncesi, İslam metafiziği, tasavvuf, bu yeni boyutun odağını teşkil etmekteydi.

Yeşilçam Günlüğü’nün kitaplaşmış şeklini okuyucuya sunarken, onun tartışmalara ve yeni görüşlere açık olduğunu belirtmekte yarar görüyorum. Günümüzün ve geleceğin sinemacıları ve sinema düşünürleri ile bu günlüğün bağıntı kurması -eğer böyle bir şey gerçekleşirse- beni mutlu edecektir.

Zihnimde bu günlükle ilgili olarak kendisini sürekli yineleyen bir dörtlük var. Bir Bektaşi Nasip Ayini’nden alınan bu dörtlüğe, 1971 ‘de yayınlanan Halit Refiğ’in Ulusal Sinema Kavgası adlı kitabının bir bölüm başlığında rastlamış olmam, benim için ayrıca anlamlı.

“Hal erenler halidir

Yol erenler yoludur

Gafil olman sofiler

Degen üstad koludur”

Sofiyane bir çile ve zanaat anlayışı, bilinçli ya da bilinçsiz, az ya da çok, benim kuşağımın Türk sinemacılarına hep hakimdir. Bu anlayışın gitgide bilinçlendirilerek gelecekte de süreceğine inanıyorum. Sofiyane hakikat arayışının ve ona bağlı ruh disiplininin Türk sinemasına yepyeni ufuklar açmasını diliyorum.”

Önsözde geçen vurgular, isimler ve bağlantıları hele hele Bektaşi Nasip Ayini dörtlüğü ayrı ayrı yazı konusu ama özetle Şasa, “sofiyane bir çile ve zanaat anlayışı” olarak adlandırdığı sinema derdinin gelecekte de birileri tarafından dertlenilerek süreceğine olan inancında isabet buyurmuştu.

Şimdilerde bu derdin dertlileri bir taraftan hakikat arayışını ruh disiplini çerçevesinde türlü çilelerle sürdürürken bir taraftan da yeni gelen kuşaklara bu derdi aktarmaya çalışmaktalar.

Vesselam…

Fatih Peker

 

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu