Gülhan YılmazTöreli Yazılar

Söz Uçar Yazı Kalır

Söz Uçar Yazı Kalır

Bir rivayete göre “Türkmenistan’daki atalarım olan Haritacıoğulları’nın” izinden giderek “Söz uçar, yazı kalır” atasözünün insan üzerinden edebi bir anlam haritasını ve peyzajını çizmek istiyorum.

“Söz uçar, yazı kalır”, benim için öteden beri zengin olduğu kadar özel bir sözdü yabancı bir kökene dayansa da. Sümerlere ait olduğu dolanıyor bilgi iklimlerinde, Latinlere ya da.

İki anlamlı; tevriyeli olması kazandırıyor ona bu derinliği. Şiirle ilgilenen biri olarak tevriye en çok sevdiğim söz sanatlarından biri.

Bir “Söz uçar, yazı kalır” vardır ki “Söz silinip gider, yok olur, oynaktır, uçuktur; yazı ise kalıcıdır, yer üstünde kalır, akıl verir” der bize.

Bir de “Söz uçar, yazı kalır” vardır ki ah bilseniz neler neler der bize!

– Der ki evvelen: “Önce ‘söz’ vardı.” Allah’ın “kûn”, “ol” emriydi. “Şey’ler” onunla “Var”a geldi. Çünkü her şey ademdeydi. Yoktu, yokluktaydılar. Bir’in sözüne koştular. Hem biricik sözüne… Hem de tek bir sözüne… O, dilerse var olur da aciz mahluklar. Öl derse ölüveriyor kainatta “şeyler”, an’lar.

– Ve başka “söz” “sohbet” geldi.  Sadra değen, tesir eden; ya kanatan ya mut veren. Bir ateşin etrafında gönle huzur bahşeden. O bir masal veya şiir. O bir türkü yahut sihir. Destan olur bazen fikir. Çünkü hep büyüdür sözler; dilden çıkar  tüm gerçekler. Sözlerin olmaya koşar, onu hazırlar hücreler. Tüm ameller niyet ile. Hayır konuş o dem sen de! Tut dilini aksi halde!

Tuttun mu o mıknatısı? Merkezin de en ortası. Çok azını vezir etti, rezil etti çok kısmını. Fin nihaye tuttuysan gel! Fısıltıyla söylüyorum! Yaklaş ta, hizaya dön gel! Aramızda kalsın ama, kimi mahza nutuk çeker. Öyle yaralar, boğazlar; karalayıp dâra çeker. Veyl olur o ahmağa ki ‘güzel söyledim’ vehmeder. İşte ol kişi edepli zanneder kendi işini; hem kendini hem işini. Lütuf belli Latif belli. Masmavi, serin deryada hoşluk sunmak varken sana, ebleh, boğar batırır da çirkef eder güzelliği.

Daha anladığın anda terk et onun meclisini. Ne hakkı var ol kişinin, zehretmeye sem’ işini? Kulak, öyle basit şey mi? Duymakla işitmek bir mi? Meclis denen bir muhabbet. Nasıl kişiydi Muhammed? Tatlı konuşur müjdeler, hayrı dileyerek söyler. Nefret ettirmez bir işten, kolay olana sevk eder. İslam ki selamet dini. Nebisi Mustafa öyle seçilmiş, övülen kişi.

– Bir “söz” daha vardır elbet. Söz ile kuralım dernek. Söz vermek yemine eştir. Sağlam kelam ve ahittir. Cennete, uçmağa varır öyle de bir değerlidir. Yazıysa kalır toprakta; nazar eder arzdan arşa. Topraktan semaya bakar. Çoktan uçmuş söz fezaya. Hafiftir, yeftindir eğer gönüllere ok atmazsa.

Kur’an söz ile inmişti, sadırlara yerleşmişti sonra şehitti hafızlar, Ömer hazret kederlendi. Koşup gitti halifeye, arkadaşı Ebu Bekr’e: “Yazdır Allah kelamını! Sonsuz hizmet yüce dine!”. Halife topladı onu, yazdırıyor sayfalara. Onun adı Mushaf oldu, ulaşıyor dört bir yöne.

“Yazın!” buyurdu “borçları!” Bakara’da Yüce Allah. Sual olur mu hikmetten? Yap, emretti Rahman İlah.

– Mastarı nisyandır insan, ondan unutur, diyorlar. “Unutmamak için yazın, rahat olun!” söylüyorlar. “İlm” yazıyla kaydedilir, kaleme yemin edilir, nûn okkası ile başlar, yazılan da kasemlidir.

Yazınca iz bırakırsın, anlatıp anlaşılırsın. Söz, kumdaki yazı gibi, dalga geldi onu sildi.

Lakin atasözleri var. Silinmez tarihten onlar. Binlerce yıl geçse bile ruhlara tesiri yaşar.

Söz, yazıya ruh getirir, cansız yazıyı uçurur. Onu uçmağa bırakır. Beyan sihirdir, diyorlar.

Kıymetlidir gönül sözü. Mutlu eder özü, güzü. Salatası olur lafın, ama olmaz bizim sözün. Söz bir gözdü, közdü kula. Anlattık sözü yazıyla.

Söz ola kese savaşı

Söz ola kestire başı…(Yûnus Emre)

Söz Uçmağa, Yazı Arza…

 

Gülhan YILMAZ

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu