Mustafa ArslanoğluTöreli Yazılar

Cenâze İhtilâfı Üzerine

Cenâze İhtilâfı Üzerine

Hüznün doruk noktaları vardır. İnsan zaman zaman bu zor imtihanla yüz yüze gelir.

Hayat acı ve mutlu sahneleri sînesinde taşır. Bâzân gözyaşı, bâzân tebessüm insan çehresinin misâfiri olur.

Sözü “ölüm” olayına getirmek istiyorum.

Beklenen, beklenmeyen ölüm; can bedenden ayrılınca gerçekleşir.

Şimdi giriş cümlemizi tekrar edelim: “Hüznün doruk noktaları vardır.”

İşte ölüm hüznün doruk noktalarından biridir.

İnsan; ailesinden, dostlarından, sevdiklerinden birini kaybedince ziyâdesiyle üzülür.

Kadere rızâ göstererek, haddi aşmadan ölüm gerçeğine üzülmek, gözyaşı dökmek insana mahsus tabiî bir durumdur.

Yazımızın başlığı olan; “Cenâze İhtilâfı Üzerine” oluşan kutuplaşmayı anlayabilmemiz için insanların farklı yapılarını iyi bilmek gerekir.

Hani bir töre sözümüz var:

“İnsan çeşit çeşit yer damar damar.”

Bu söz, insan ile insan arasındaki farkı anlatan çok önemli bir tesbittir. İnsanlar farklı kabiliyetlere, farklı anlayışlara, hobilere ve farklı değer yargılarına sâhiptir.

Dini anlayış noktasında da farklı hassasiyetleri benimseyen insanların varlığı ateş gibi, hava gibi gece ve gündüz gibi âşikârdır.

Ülkemizde zaman zaman bâzı tanınmış şahsiyetlerin, bir kısım sanatçıların İslam Dini’nin aleyhinde görüş beyan ettiklerini, dindar insanların ve “Din görevlilerin” gönüllerini kıracak açıklamalar yaptıklarına şâhit oluyoruz.

Böyle durumlarda dindar insanlar ve din görevlileri şöyle düşünebilmeli: “Allah bu kullarına rızkını esirgemiyorsa, hayatlarına devam etmelerine izin veriyorsa, biz de sabır gösterip, ifâde ve eylemin yanlışlığını tebliğ mahiyetinde açıklamalarla ilgili şahıs ve kamuoyunu aydınlatma görevini yerine getirmeliyiz.”

Hizmet ve tebliğ aşkı bunu gerektirir. En güzel kerâmet bunu başarmaktır.

Yâni işi cenâze namazına bırakıp, haklı iken haksız duruma düşülmemelidir.

Ölen insanın aile efrâdı, sevenleri hassas ve hüzün içerisindedirler. Böyle durumda ölen şahsın sağlığında söylediği İslam ve dindar kimselerle ilgili olumsuz açıklamalarının cevap yeri ve zamânı câmi ya da musallâ taşı değildir.

Cenâze câmiye getirildiyse onun iman sâhibi olduğuna, tövbe ettiğine kanâat getirilir. Hüküm Allah’ındır. Kalplerde olanı O bilir.

Allah, elçisi Musâ (a. s.)’a şöyle buyurur:

“Sen ve kardeşin (Hârun) mucizelerimle gidin. Beni anmada ve emirlerimi tebliğde gevşek davranmayın. İkiniz de Firavun’a gidin. Çünkü o azdı. Öğüt alacağını veya korkacağını umarak ona yumuşak söz söyleyin.” (Tâhâ, 42-44).

Her müslüman bir konu hakkında söz söylerken veya bir icraat yaparken; “Allah ve rasûlu ne der!” diye düşünmelidir.

Hırs eliyle, nefs diliyle hareket etmek iletişime en büyük engeldir. Özellikle din görevlileri ilmîn, ahlâkın ve güzel sözün yaşayan örnekleri olmalıdır.

Hz. Ali; “Dili tatlı olanın dostu çok olur.” diye öğüt veriyor.

Diyânet İşleri Başkanlığı’nın meslek gruplarına yönelik tebliğ ekipleri olmalı. Sporculara, siyâsetçilere, sanatçılara, iş insanları vb. toplumun her kesimine hitap edebilecek ilmi çalışmaları bulunan, kariyer sâhibi, sahasında pedagojik formasyonu bulunan din adamları heyetleri mevcut olmalıdır.

Bir vatanda, bir devlet, bir bayrak ve ezan altında, bir millet olarak yaşadığımıza göre; gönül birlikteliğini sağlamak hepimizin aslî görevidir.

Siyâset ve dini anlayış noktasında zaman zaman toplumumuzda harâretli tartışmalar yaşanmaktadır.

Başlıktaki konumuza alt yapı oluşturmak için sözü biraz uzattığımın farkındayım.

Derdim, toplumumuzda zaman zaman görülen bu tür tartışmaların bizi git gide birbirimizden uzaklaştırdığını bilmemden kaynaklanıyor.
İstiyorum ki bu bölünmeye bir son verelim.

CENÂZE VE İNANCA SAYGI

Toplumumuzda ölen bazı kişiler hakkında, defin işlemleri öncesinde zaman zaman olumsuz ifadelerin din görevlilerince söylendiğine şâhit oluyoruz.

Bu yaklaşım tarzı zamanlama itibarıyla yanlıştır. Câmiye, musallâ taşına gelen “mevta” genelde herkesin, özelde DİN GÖREVLİLERİNE emânettir, misâfirdir.

Ölen kişinin sağlığında sarf ettiği din ve dindar kimseler hakkında kullandığı olumsuz ifadelerin cevaplanacağı yer câmi veya mezarlık değildir.
Doğru olan uygulama ise; bu konuşmaların o insanın sağlığında yapılması, imkân dâhilinde yüz yüze görüşülüp, gerçeklerin tebliğ edilmesidir.

Olması gereken iki taraf için de; “Demir tavında dövülür” gerçeğidir.

Din, Vatan, Bayrak, Ezan gibi millî ve mânevî hususlarda olumsuz beyanda ve eylemde bulunanlara karşı taraflar genelde susmayı tercih ediyor.

Oysa kutsal değerler hakkında hakaretâmiz ifade kullananlar; öncelikle kendi fikri yakınlığı bulunanlar tarafından eleştirilse mesela baştan hallolup, bu tür açıklamaların önü kesilirdi.

Bu özeleştiri yapılmadığı için cenâze öncesinde bazı muhâfazakâr insanlar veya bazı din görevlileri geçmişte yapılan inanca saygısızlık ifâdelerini gündeme getirmektedir. Kaldı ki, bunun zamanlama olarak yanlış olduğunu yukarıdaki satırlarda dile getirmiştik.

Ne hazindir ki, kendi yandaşlarının kutsal değerler hakkında olumsuz beyânına susan insanlar; o şahsa cevap veren mütedeyyin insanlara aşırı şekilde karşı çıkılmakta, eylemin şahsiliği göz ardı edilerek bütün muhâfazakâr câmia suçlu ilan edilmektedir.

Bu cepheleşmenin kazananı olmaz, hepimiz yara alıyoruz. Çünkü aynı toplumun insanıyız, nice ortak hedeflerimiz ortak hayallerimiz var.

Bizi ayrıştıran konular eğer sağlıklı ortamda görüşülebilirse, bunların çoğunda uzlaşacağımız bir gerçektir.

Eleştiriyi eksik söylememek gerekir. Sözü, nasihâtı veya suçlamayı bir tarafa değil, bütün taraflara söylemek gerekir ki, bu tür olaylar tekrar etmesin, gönüller kırılmasın.

Cemiyetteki huzursuzluk zamanla her ferde bir şekilde sirâyet eder.

Eskiden toplumların saygı duyduğu, sözüne itibar ettiği insanlar vardı.
Bu âkil insanlar bir problem olduğunda konuşur kendi taraftarlarını doğru olan uygulamaya yönlendirirdi.

NOKSAN SÖZ, AĞIR SÖZ KADAR ACIDIR.

Söz ağır söylendiğinde veya noksan ifade edildiğinde bir burukluk, bir hüzün sarıyor insanı, rûhunu kemiriyor âdetâ. Adâletin yerini bulmaması, güçlü olanın veya sesi çok çıkanın haksızken haklı duruma getirilmesi toplumun ve insâni değerlerin içten içe çürümüşlüğün işârettir.

Ölüm ibrettir. Herkes ölecek yaştadır. Herkes de Müslüman olacak fıtrattadır. Ayrıca, her Müslüman da inkâra düşebilecek zayıflığındadır.

İmtihan dünyasında yaşıyoruz, bilmek lâzım.

Dinî değerlerden maksadımız İslam’dır elbette.
Hayatta iken İslam dinine ve kurallarına saldıranlara, dindar insanları sevmeyenlere karşı; onların sağlıklarında yapıcı bir eleştiri getirdik mi? Getirmek lâzım. Ziyâret edip “Tebliğ” vazifesini yapmak lâzım, muhabbet yolunu açmak lâzım. Bu konuda eksikliklerimiz var.

Gizliyi, âşikârı Allah bilir. Biz insanlar görünüşe ve uygulamalara göre karar veriyoruz.

Cenâze merâsiminde veya başka bir yerde ölen kimse hakkında söylenen, olumlu yâhut olumsuz görüşlere göre Allah değerlendirme yapmaz elbette.

Ancak, hüsn-ü şahâdette bulunmak her zaman için ölene de, geride kalanlara da rahmet verir. Bir Hadis-i Şerif’te Hz. Muhammed: “…Allah güzeldir, güzelliği sever…” buyurmuştur. Biz güzel olanı yapmalıyız. Hüküm Allah’ındır.

Yukarıda toplumumuzun farklılığından bahsetmiştim. Ama her bir farklı topluluk neticede “Büyük toplum”un bir parçasıdır. Büyük toplum MİLLET’TİR; TÜRKİYE’DİR; TÜRK MİLLETİDİR. Güzellik de, hata da, az veya çok hepimizde vardır.

Mamâfih; güzel olan birbirimizi anlayabilmek, ölülerimizi hayırla yâd etmektir. Hayrı ile ilgili bilgimiz yoksa “En doğrusunu Allah bilir” diyerek, karşılıklı hak hukuk gereği insani ve dini görevimizi yaparız.

Dinimize itaat etmek, hurâfelerden uzak tutmak herkesin görevidir.

Sözü ağır veya noksan söylememek lazım. Aksi taktirde toplumumuzda mevcut olan kanayan yaralar, gönül kıran eylemler devam edip gider.

Noksan söz, noksan düşünce, noksan yazı nedir? Noksan söz, noksan düşünceden kaynaklanır.

Noksan söz; mensubiyetinin bulunduğu câmianın kusurlarını görmeden, bütün suçu karşı câmiâya yüklemektir.

“Acaba bizde de bir hata var mı?”diye düşünmeden söylediğimiz her söz noksan olmaya, ayrıştırmaya, nâkıs kalmaya mahkûmdur.

Bataklığı kurutmadığımız müddetce her seferinde birbirimizi yaralamaya, sevgi ekilmesi gereken gönüllerimize nefret tohumu ekmeye devam edeceğiz.

Dini ve manevi değerlere, din görevlilerine saygı göstermek ahlâk anlayışı olarak her gönülde yer almalıdır.

Avrupa, Amerika bu konuyu halletmiş. Bu ülkelerde herkes inandığı gibi yaşıyor, birbirlerine müdahale etmiyorlar. Bu ülkelerde sanat dünyası, sol, sosyal demokrat, milliyetçi, ırkçı, ateist kilise ya da Hristiyanlıkla ilgili, papazlarla ilgili ulu orta olumsuz konuşmuyor. Saygı bu toplumlarda değişmez bir ilke kabul edilmiş, hayatlarını bu ilke doğrultusunda sürdürüyorlar.

Sözü noksan söylememek erdemli bir davranıştır.

İfadelerimin çok net ve anlaşılır durumda olmasına özen gösterdim. Ağır söz gibi sözü eksik söylemek de zülf-i yâre dokunur.

Zor zamanda konuşmak, adâleti dile getirmek yürek işidir. Sebep- sonuç ilişkisini araştırmak Hukuk’un temel ilkesidir. 5N 1K her zaman hatırda tutulmalıdır.

Adâlet, tüm tarafın hatasını söyleyerek, noksanını hatırlatarak sağlanır. Toplumun dertlerini çözme noktasında tatlı sözü de acı sözü de söylemeyi şiâr edindik.

Dost misâli; Vatanını ve Milletini seven yeri gelince, söz acı da olsa söyleyebilmeli, taraflara bu reçeteyi sunabilmelidir.

Câmiye, musallâ taşına gelen her mevtâ saygı ile uğurlanmalıdır. Özelde câmi- din görevlilerimize, genelde toplumumuzun tümüne emânettir.
Din görevlilerimiz bu konuda çok donanımlı, hikmetli ve merhametlidir.

Kabul etmek gerekir ki toplumumuzda özellikle filim,müzik, basın-yayın organlarının bir kısmında mânevî değerlere ve din görevlilerine karşı olumsuz sözler söylemek, küçük düşürücü yayınlar yapmak “ilerici” gözükmek için “şart” şeklini almıştır. Bu sadece Türkiye’de görülen bir durumdur. Bu uygulamalar din görevlilerini ve halkımızı derinden üzmektedir.

Din görevlilerimizden münferid birkaç kimsenin söylediği olumsuz ifâdedeler, yılların açtığı yaranın tezâhürüdür. Cenâze ortadayken olumsuz ifâdeler – haklı olunsa bile- yanlıştır elbette!

Biz yanlış diyoruz ancak; din görevlilerini ve değerlerine bağlı insanları üzen açıklamaları ve yayınları yapmama noktasında bir karara varmalı, “Biz de hata yaptık” demeli ki; yaşayana da ölene de huzur gelsin.

Hep bir tarafı suçlarsak problemleri çözemeyiz. Aynı toplumun insanıyız, musallâ taşında, câmi bahçesinde bulunabildiğimize göre; yaşarken gönül bahçelerimizde de pekâlâ buluşabiliriz.
Neden bir adım atmıyoruz ki! Vatanımızda kardeşçe yaşayalım.

Sevgi ve barış iklimi emek ister, saygı ister, birlik ister, “BİZ” demeyi ister.

Mustafa Arslanoğlu

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu