Gözden Gönüle
Gözden gönüle gidip gelen karşılıklı yol vardır.
Bu gerçeği bilen bilir, düşünen bilir, gönül gözü bilir, kalp gözü bilir.
Hattâ gözümüz de bilir.
Sâdece göz mü görür?
El görmez mi?
Dil görmez mi?
Kulak, burun görmez mi?
Ve en önemlisi;
Kalp görmez mi?
Görür!
Yarasalar nasıl görüyor? Gözleri olmamasına rağmen nasıl uçabiliyor?
Uçuyor işte! Allah’ın kudretinin sınırı yok. Gören/ hisseden farklı organlar vermiş, melekeleri öyle gelişmiş ki, görmediklerinin farkında bile değiller; çünkü görüyorlar.
İnsanın sâir organları da görüyor, ancak göz melekeleri çok geliştiği için diğerleri yedek bekliyor.
Gözden kalbe, kalpten göze yol olduğu gibi; kalpten kalbe de yol vardır.
Olmaz deme! Âlem sâhipsiz değil.
Kim bilir hakîkatı?
Bilen bilir, seven bilir, âşık bilir. Mümin gönlü bilir, Leylâ bilir, Mecnûn bilir.
Hâsıl-ı kelâm; yaşayan bilir.
Baş, kalbe bağlıdır. Yüz, göz, dil, kulak, burun, beyin kalbimizin “ben içindeki ben”e bağlıdır. Kısaca, baştaki her organ ayrı bir değerdir.
Yüzün hatırına, gözün ve gönlün hatırına kirpiğimiz, kaşımız, başımızdaki saçımız güzeldir, ziynettir, kıymettir.
Peki! Neden bu kadar zarif, naif ve değerli bir nimet kabul edilen saç, yere düşünce kıymetsiz hâle geliyor?
Baştan düştüğü için mi?
Doğrudur, baştan düştüğü için! Lâkin, gönülden de düştüğünü bilmemiz gerekir. Eğer öyle olmasaydı, düşen saç alınır, mücevher kutularında saklanırdı.
Kalbimizden düşen insanlara, yerdeki saç muamelesi yapmamız bundandır. Siz siz olun, sevdiklerinizin gözünden ve kalbinden düşmeyin. Yoksa, bir daha eski yerinizi alamazsınız.
“Göze girmek” deyimi, aslında “kalbe girmek” mânâsını taşır.
Bir nesneyi ya da bir insanı kalbinizden çıkarmadan gözden çıkaramazsınız. Gözden düşen, gönülden daha evvel düşmüştür bile.
Gözde/gözünde tütmek; birini ya da bir beldeyi özlemek, hasretle görmeyi istemek anlamını taşır. Meşrû hasret; “Gözlerin doğuyor gecelerime!” şarkısını söyletir insana.
“Sen sus gözlerin konuşsun” ifâdesi slogan gibi olsa da; “gözler kalbin aynasıdır” gerçeğini ortaya koyması bakımından önemlidir.
“Bir göz hatırı için çok gözler sevilir.” sözü ne güzeldir.
Hatır saymak vefâdır, erdemli bir davranıştır. Çok sevdiğimiz bir insanın dostlarını “bir göz hatırı” için severiz, muhabbet besleriz.
“Dostun dostu dosttur.“ töresözü yere düşürülmemeli; baş tâcı edilmelidir.
Gözler, duygularımızın sessiz ve harfsiz konuşan organlarıdır. Gözler sadece görmek için kullanılmaz.
Gözlerimiz konuşur, öyle bir bakış var ki, o bir lahza bakış bir cilt romanın anlatamadığını anlatır. Ya gözyaşı! Gözyaşının anlattığını ne söz anlatabilir ne de kitaplar.
Ne acılar gizlidir bir damla gözyaşında,
Gönülden yükselen ah kim bilir kaç yaşında!
Öyle bir bakış var ki, âlemi esir eder, gönüllere tesir eder. Yıllarca konuşulsa, bu bir bakış kadar duyguları güzel anlatamaz.
Bakan gözdür ama gözleri konuşturan, bakışların mıh gibi sîneleri delip geçmesini sağlayan kalptir.
Kalp nedir? Kalp, göğsün sol tarafında yer alan bir et parçasından ibâret değildir. Kalp manevi sırların merkezidir. O et parçasının gizli bir yerinde, “ben içindeki ben”de Allah’ın yerleştirdiği, şeklini ve sırrını bilemediğimiz bir “çip” vardır. İşte bu merkez Arş’tan gelen yayınları kendinde toplar ve insana yansıtır.
İmtihan dünyasında olduğumuz için ve “nefis” diye ifade ettiğimiz tüm kötülüklerin toplandığı bir “çip” daha vardır. İnsan iradesi tercihini hangi çipten yana kullanırsa o yönüyle hayatını yaşar ve yaşanan her şey sesli ve görüntülü olarak zaman zemin hesâbıyla kayda alınır.
“İnsan kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır?” (Kıyâme, 36).
İnsan keşfedildikçe yeryüzünün sırları da keşfedilir, maddî ve mânevî ilim lâyık olduğu değeri bulur.
İnsan keşfedildikçe ve insan kendini tanıdıkça Allah inancı daha iyi anlaşılır.
Aklını kullanan insan “bilgi”nin ihtiyacını daha iyi idrâk eder, bu anlayış onu, hayâtı tanımaya, ilmî araştırmalara yönlendirir; insan aklının aldığı ve aklının durma noktasına geldiği demde, îman ve hakîkat nûrundan faydalanırsa hâreler gülzâr, gönüller gülistan olur.
Kalbi anlatırken Yûnus Emre’den mülhem; “ben içindeki ben”deki çiplerden, yânî mânevî iletişimi sağlayan “değer”den bahsetmiştik. İşte onun için “Dostun evi gönüllerdir” denilmiş. Allah bize şah damarımızdan daha yakın. (Bkz. Kâf, 16).
Ey insan! Şimdi anladın mı, neden en şerefli varlık olduğunu?
Ey insan en güzel bir şekilde yaratıldığını unutma!
Vazifelerin var yeryüzünde, kulluk borcun var.
Hesâbı var!
Ey insan! Kimseyi incitme, kırdığın gönül ya Allah ile hemhâl ise! Ah alma, hak yeme. Unutma! Hesâbı var.
Mustafa Arslanoğlu