Haddini Bilmek – Haddini Aşmak
İnsan olmak, insan kalabilmek, kul olmak, hayra ve güzelliğe yol bulmak ilâhî buyruklara gönül kapımızı açmakla mümkün olabilir.
İnsanın felâketi; nefsin, ihtirasın peşinden gitme kararıyla başlar ve atılan her adımla sürdürdüğümüz bu yolculuk bizi insanlıktan uzaklaştırır.
“Haddini bilmek!”… “Haddini aşmak!”…
Bu deyimlerimiz Türkçemizin müstesnâ zenginliği ve zarâfetidir.
Haddini bilmek olgun insanların vasfıdır. Âkil insanlar bir işi “kararınca” yapar. Yapılması gereken her ne ise, ortak aklın, ortak vicdanın kanâatine uygun bir şekilde çözer.
Toplumumuz haddini bilmeyi öyle özümsemiş, öylesine kutsal saymıştır ki; İslam’ın şartı beş, altıncısı olsaydı “haddini bilmek” olurdu diyerek birbirlerine nasihat eder.
Haddini bilmek; îman, ahlâk, terbiye ve emânet anlayışının eseridir.
Günlük hayatımızda haddini bilmek, haddini aşmak deyimleri çokça kullanılır.
Had bilmek ne kadar olgunluk ve saygınlık ifade ederse; haddini aşmak, hadsiz diye eleştirilmek de iş bilmezlik ve saygısızlık ifade eder.
İnsan; hâlini bilmeden, kendini ve Rabb’ini tanımadan haddini bilemez, cehâletini yenemez, nefsin tahakkümünden kurtulamaz.
Haddimizi bilmek için ne yapmalıyız?
Kul olduğumuzu, imtihan içerisinde bulunduğumuzu, hesâba çekileceğimizi, ölümün geleceğini düşünerek, âhiret hayatının varlığını idrak eder ve bu şuurla çalışırsak sorumluluklarımızı yerine getirebiliriz.
Kur’ân’da Allah şöyle buyuruyor:
“Yeryüzünde büyüklenerek (kibirlenerek) yürüme! sen aslâ (ayağını hızlı vursan da) yeri yaramazsın ve boyca dağlara erişemezsin. Muhakkak ki, böylesi davranışların hepsi kötü olup, Rabbinin nazârında hoş görülmeyen şeylerdir.” (İsrâ Sûresi / 37-38).
Kimseyi küçük görmemek, hor ve hâkir bakmamak gerekir. Töresözlerimiz ne güzel nasihat ediyor:
“El yumruğunu yemeyen, kendi yumruğunu balyoz zanneder.”
“El elden üstündür.”
“Çul içinde aslan yatar.”
Görülüyor ki; haddi aşmamak için kibirlenmemek, mütevâzı olmak, haktan şaşmamak lâzım.
Ehl-i kâmil sözü bu mânâda ne kadar kıymetli:
“Harabât ehlini hor görme zâkir
Defineye mâlik virâneler var.”
(Erzurumlu İbrahim Hakkı Hz.)
Haddini aşan suç işler, günah işler. Can yakar, can incitir.
Nasihat ne güzel şey!
Hz. Muhammed şöyle buyuruyor:
“Canı yanan sabretsin, can yakan da yanacağı günü beklesin.”
İbret almak isteyen onu her yerde görebilir. Yeter ki ibret gönlümüzde yer bulabilsin.
Mevlânâ hazretleri: “İncitme! İncittiğin yerden incinirsin.” diye sesleniyor.
Haddini aşan birini tanıyor muyuz?
Bu soru bize sorulsa, hemen bazı isimler hâfızamızda canlanır. Mâmâfih, kendimizi sorgulamak hiç aklımıza gelmez. Oysa töresöz diyor ki:
“İğneyi kendine, çuvaldızını ele batır.”
Her günün akşamında kendimizi muhâsebe etmemiz gerekir.
Sormak lâzım!
“Bugün haddimi aştım mı.” diye!
Çünkü nefsi ve kibri yenmek kolay değil. Kur’ân mektebi bize kurtuluş yolunu gösteriyor:
“Ey iman edenler Allah’a karşı nasıl saygılı olmak lâzımsa öyle saygı gösterin ve ancak Müslüman olarak can verin.” (Âl-i İmran, 102).
Müslüman olarak ölebilmek için, Müslüman gibi yaşamak gerekir.
Kimi insan nice bilgiye vâkıf olsa da susar. Ya zamanı gelmediği için, ya da muhataplarının hakikati bulma arayışında olmadıklarını bildiği için!
Sözün hikmetine eremeyen, gölgenin aslını göremeyen insanlara ne anlatılabilir ki!
Kendini bilen haddini bilir; haddini bilen insâfa gelir.
İnsâf, haddini bilmektir, merhamettir, vefâdır, nimetin sâhibine şükretmektir.
İnsâf kalmayınca ben-i âdemde
Cümle cânın ömrü geçer elemde.
Alışverişte ve ticârette haddini bilmek!
Çiftçinin tarladaki malını yok pahâsına almaya kalkan tüccar merhamet, insâf ve hakkaniyetten yoksun demektir.
Çiftçi de nasılsa piyasa bana muhtaç, diyerek malını hakkından fazlasına satıyorsa o da insaftan nasip almamış demektir. Alan da satan da; “Hakkı bu mudur?” demedikçe;
Yaptığım hak mı?
Taptığım Hak mı?
Kalbimin rengi,
Kara mı ak mı?
diye imanını, amelini sorgulamadıkça toplumda huzur olmaz.
İnsâf, haddini bilmektir.
Ev sâhibi, evini kiracıya fâhiş fiyata kiralarsa kiracıya zulmetmiş olur, emânete ihânet etmiş olur. Kiracı da günün şartlarını düşünerek ev sâhibini hoşnûd etmeye gayret göstermelidir. Her nimetin şükrü kendi cinsinden olması daha güzeldir. Hak, sâhibine ulaşmalıdır.
Hulâsa; alışverişte, kiralamada, alım satımda taraflar insaftan, merhâmetten ve adâletten ayrılmamalıdır.
Cimrilik ve israf haddi aşmaktır. İnsan, gelirine göre yaşamalı, imkânına göre hayır işlemelidir.
Haddi aşmamak için Mehmet Âkif Ersoy’un dediği gibi;
“Hâlık’ın nâmütenâhî adı var, en başı Hak
Ne büyük şey kul için, hakkı tutup kaldırmak!”
diyebilmeliyiz.
Nimetin sâhibine şükür; duâ ile, zekât ve sadâka ile, hayır hasenât ile olur.
Sözde haddini bilmek!
Doğru yerde, doğru zamanda hakikatleri noksansız söylemek insanın vazifesidir.
İnsan, dilini yalan yanlışa, gıybet ve iftirâya değil; hakkı söylemeye alıştırmalıdır.
Konuşmadaki esas;
“Ya sus, ya hayır söyle.” (Hz. Muhammed).
buyruğu gibi olmalıdır.
Bir kelâm-ı kibar der ki:
“Hıfzu’l-lisân selâmetu’l-insan.”
[İnsanın selâmeti dilini muhafaza etmesindedir.]
Çok söz gibi, boş söz de haddi aşmaktır. Töresöz ne güzel rehberlik yapmış:
“Söz gümüşse, sükût altındır.”
Ancak insanın susmayacağı yerler de vardır. Zulme rızâ gösterilmez.
Zulme rızâ göstermek, gönlü Hak‘tan ayırır
İki cihân kaybeder, kim ki şerri kayırır.
Özde haddini bilmek!
Haddimizi biliyor muyuz?
Kendini bilen haddini aşmaz. Bozuk araçla, kötü malzemeyle güzel eser ortaya koyamayız.
Kâmil sözüne kulak verelim:
“Kem âlât ile kemâlât olmaz.”
İşte ibret alınacak bir töresöz:
“Eşeğine bakmaz, Hasandağı’na oduna gider.”
Kendi muhtaç iken başkasına kefil olan, elin senedine imzâsını atan;
“Fare deliğine sığmaz, bir de kuyruğuna kabuk bağlamış!”
Atasözüne muhatap olur.
Sözün özü;
Hâlini ve haddini bilen hesâbını kolay verir.
Mustafa Arslanoğlu