DilDr. Nuh UçganKitâbiyatTöreli Yazılar
Trend

Kelimelerin Mızraklı İlmihali

Şak Şık Şakayık: Töreli İştikak Denemeleri Kitabı Üzerine

Dr. Nuh UÇGAN

İlmihal kitaplarında namaza başlamadan önce necasetten ve hadesten taharetlenmemiz şart koşuluyor. Bedenimiz, kıyafetimiz ve mekânımız kirlerden temizlenmeden namaza duramıyoruz. Buna ilmihal kitaplarımız necasetten taharet diyor, yani hakiki necasetten temizlenme. Dahası bütün bunlar temiz olsa bile şayet abdestsiz isek, üzerimizde cünüplük, hayızlık ve nifas gibi haller varsa yine namaza duramıyoruz. İlmihal kitaplarımız bunlardan temizlenmeye de hadesten taharet diyor, yani hükmi necasetten temizlenme. Namaz ise insan olarak varoluş gayemizi hatırlatan bir vesile, yani insanileşmenin en İslami yolu. Namaz, ancak İslamileşerek insanileşebileceğimizin en metafizik anlatımıdır. Dünyevileşmeye namazdan daha etkili bir tedbir bulamıyoruz. Dünyevileşme varoluş gayesinin unutulması demektir ve bu bir gayri insanileşme halidir, Alman sosyal bilim müçtehidi Marx’ın ifadesiyle yabancılaşmadır (entfremdung). Namaz dışındayken varoluş gayemizi unutturacak yabancılaştırıcı bir koşuşturma içindeyiz. Varoluş gayemizi hatırlatacak olan namaza ise ancak temizlenmek suretiyle giriş yapabiliyoruz.  Taharetle namaz, namazla ontoloji arasında kuvvetli bir irtibat var.

Peki kirlenen sadece bedenimiz, kıyafetlerimiz ve mekânımız mı? Unutmaya eğilimli olduğumuz varoluş gayemizi hatırlatan namaza giriş için sadece beden, kıyafet, mekân temizliği ve abdest kâfi mi? Yoksa başka türlü kirlenme halleri ve kirleticiler de var mı? Dolayısıyla başka türlü taharet biçimleri de var mı? Dolayısıyla bu başka taharet türlerinin de bir ilmihali yazılmalı mı?  Cenab-ı Allah “sarhoşken ne söylediğinizi bilinceye kadar [aklınız başınıza gelene kadar] namaza yaklaşmayın” buyuruyor. Ayeti kerime elbette evvel emirde müskirat kaynaklı bir sarhoşluktan bahsediyor. Peki insan sadece müskirat içerek mi sarhoş oluyor? İlmihal kitaplarımıza göre böyle, zira buradaki “ne söylediğini bilme hali” ya da “aklın başa gelmesi hali” mantıksal (logical) muhakemeyle sınırlı. Ama yine de mevcut ilmihal kitaplarımızın ilgi alanı ötesinde sakıncasız bir anlam arayışında olabiliriz. Başka alanların da ilmihalini yazabiliriz, yazabilmeliyiz. Bu arayışımız fıkhi bir bağlayıcılık (mantıksal muhakeme) taşımayan ilave bir muhakeme olarak değerlendirilmeli. Mantıksal muhakemeyi aşan siyasi bilinçle ilgili entelektüel bir muhakemedir bu. Şu halde diyebiliriz ki sarhoşluk bir şuur kaybı, yani ne söylediğini bilmeme hali demekse ve bu şuur kaybını fıkhi bağlayıcılık olan mantıksal muhakeme sınırları ötesinde de düşüneceksek belki namaza yaklaşmak için engel olmayan ama varoluş gayemizi bihakkın idrak etmek için mutlak engel olan bir başka kirlenme ve bu kirden arınma biçiminden bahsetmemiz zorunludur.

Üstesinden gelinmesi gereken ve temizlenmesi gereken en hayati kirlenme, şuur ve fikir kirlenmesidir. Ancak şuur ve düşüncemize abdest aldırarak insanileşebiliriz, başka bir ifade ile varoluş gayemizi idrak edebiliriz. O halde soru şu: Şuur ve fikrimiz en fazla neyle kirlenir ve en güçlü tedbiri neye karşı almalıyız? İşte bu yazı bu soruya cevap vermek için değil, bu soruya cevap vermek için ortaya çıkmış yeni bir eseri değerlendirmek, kabul olunursa ona iltifat etmek için kaleme alınıyor.

Doğrusunu söylemek gerekirse bir yazar için bir eseri değerlendirmek zor bir mesele değildir. Ama bir dostun, ahiretlik bir dava arkadaşının eserini değerlendirmek hem duygusal hem de nesnel bakımdan oldukça netameli bir iştir. İltifatınız bir düzeyde kifayet etmeyebilir, bu durumda hak teslim edilmemiş, emek değerini bulmamış olur. İltifatınız diğer düzeyde gayr-i samimi bulunabilir, zira nesnel kaldığınız şüphesini gideremezsiniz. Bu durum daha çok üçüncü şahısların neyi nasıl algıladıklarıyla ilgilidir. Kifayetsiz muhterisler, en nezaketsiz haliyle size “dostlar alışverişte görsün” muamelesi yapabilirler. İnşallah bu değerlendirme hem nesnellik ve samimiyet sınavından geçebilir hem de bir iltifat yazısı olarak ahiretlik bir dostun hakkını teslim etmeye kifayet edebilir.

Değerlendirmesini yapmaya çalışacağım eser, Abdülkadir Dağlar’ın, yaklaşık bir ay önce neşredilen “Şak Şık Şakayık: Töreli İştikak Denemeleri” (İstanbul: 2025) başlıklı kitabıdır. Eser altmış altı iştikak (etimoloji/kökenbilim) denemesinin bir araya gelmesinden oluşuyor. Dağlar’ı Maarifin Sesi ve Töreli Fikir mecralarından takip edenler bu denemelere aşina olacaktır. Eser, seçilmiş belli kelimeler ve bu kelimelerden yeni kelimelerin türeyişi, çoğalışı ve nihayet bir dil oluşu üzerine yeni bir etimoloji girişimidir. Daha önceki paragraflarda ifade ettiğimiz üzere yeni bir ilmihal denemesidir, bendeniz buna “Kelimelerin Mızraklı İlmihali” demeyi uygun buldum.

Bu yazıda nesnellik ve samimiyet sınavından geçme ile ahiretlik bir dostun emeğinin hakkını teslim görevlerini aynı anda yerine getirmenin bir formülü var mı? Var, olduğunu ve bulduğumu düşünüyorum. Bunun için öncelikle nesnelliğe müteallik neyi değerlendireceğimi belirtmeliyim. Dağlar, bir iştikak eseri ortaya koyuyor, bu bendenizin uzmanlık alanına giren bir disiplin değil. Dolayısıyla eseri etimoloji disiplininin teknik kıstasları bakımından kıymetlendirmeye ehil değilim. Peki neyi değerlendireceğim? Resul-i Ekrem, “Ameller niyetlere göredir” buyuruyor, dolayısıyla bendeniz de Dağlar’ın ve eserinin neye niyet ettiği ve çabasının ne olduğu üzerinden bir kıymetlendirme yapmaya çalışacağım. Yani Dağlar’ın çabası ve niyetini yukarda sorduğumuz sorulara nasıl bir cevap verdiği noktası üzerinden değerlendireceğim. Soruları hatırlatmakta sakınca yok: Şuur ve fikrimiz en fazla neyle kirlenir ve en güçlü tedbiri neye karşı almalıyız? İşte Dağlar, bizi en fazla sarhoş eden, şuur kaybına uğratan şeyin kelimelerin varoluşsal kökeniyle irtibatının koparılması olduğu tespiti ve bu durumun tamir edilmesi endişesiyle kaleme alıyor denemelerini. Seküler bir etimoloji paradigmasına karşı kelimelerin töreli, yani varoluşsal ilahi kökeniyle irtibatını yeniden sağlayacak yeni, İslami bir dil paradigmasına giriş yapılması niyetiyle çalışmasını vücuda getiriyor. İnsanileşmenin önüne geçen, insanı yabancılaştıran, ona varoluş gayesini unutturan seküler (töresiz) etimolojiye karşı ancak kelimelere abdest aldırmak, dolayısıyla kelimelerin taharetlenmesi suretiyle şuur ve fikri kirden temizlenileceği niyetini ortaya koyuyor.

Dağlar, iştikak ilmini kelimelerin aslına dönme çabası, töreli iştikak ilmini ise bu çabanın ontolojik bir kaygıyla yürütülmesi arayışı olarak tanımlıyor. İsmet Özel, Neyi Kaybettiğini Hatırla denemesinde “insanoğlu yeryüzündeki uyanışına yaratılmış olduğunu fark ederek varır, ama iş burada bitmez burada başlar” diyor. Belki bu aforizma “evet iş burada başlar ama yine burada biter” ilavesiyle tamamlanmalıydı. Dağlar, kelimelerin, dolayısıyla dilin töreli iştikakının dayanağını ararken tam da buna gayret ediyor. Ona göre, eğer insanoğlu yaratılmışsa elbette dil de yaratılmıştır ve bunu en iyi kelimelerin töreli iştikakının keşfi ile ortaya koyabiliriz. O halde iştikakın, töreli iştikak haline gelme çabası, kelimelerin Allah’ın yaratma fiiliyle irtibatlı kılınması çabasıdır. Bu durumda Dağlar’ın eserinden töreli iştikakın teleolojik (gayeli) bir usule sahip olduğunu, yani onu seküler etimolojiden ayıran en önemli hususun rastgeleliği reddetmesi olduğunu öğreniyoruz. Kelimelerdeki rasgele ve tarihsel ilaveler bir vaka olabilir ama bu durumda bile töreli iştikak çabası, bunun bir sapma olduğundan yola çıkarak yapılması gerekenin bir temizlik, taharet olduğundan hareket ediyor ve tam olarak Dağlar bu anlamda kelimelere abdest aldırmaya çalışıyor. Zira şuur ve fikir kaybının kökeninde kelime kirlenmesinin olduğunu düşünüyor.

Dağlar, kelimelerin töreli iştikakına neden gerek duyuyor, neden bu çabaya girilmesi gerektiğini düşünüyor, amacı ve niyeti nedir? Yine İsmet Özel’e referans vererek izah etmeye çalışalım. İsmet Bey, bilindiği gibi Kur’an hurufatıyla Sınıf Bilinci (سينيف بيلينجي) isimli Türkçe bir süreli yayın çıkarıyor. Neşriyatın hem Kur’an hurufatıyla Türkçe çıkması hem de isminin Sınıf Bilinci olmasının ortak bir iması var: Türkler sınıf bilincini ancak yeniden okur-yazar olmakla elde edebilirler. Anlaşılacağı üzere buradaki okur-yazarlık Kur’an hurufatıyla okur-yazarlıktır. Türkler alelade bir yığın olmaktan bir sınıf, yani şuurlu bir birliktelik anlamında millet haline ancak Kur’an hurufatıyla okuma-yazma kabiliyeti kazanarak gelebilirler. Dağlar’ın töreli iştikak çabasının merkezi fikri de böyle bir bakış açısı üzerine oturmaktadır. Ona göre Türk düşüncesi ve Türk dili en az bir asırdır kelimelerin kirletilmesi nedeniyle fesada uğratılmıştır. Dolayısıyla Türk düşünce yapısında insanın varoluş gayesini yeniden hatırlamasını mümkün kılacak bir tamirat yapabilmek için kelimelere abdest aldırmak, yani kelimeleri Allah’ın yaratma fiiliyle irtibatlı kılacak şekilde onların töreli aslına ulaşmak gerekiyor. Ancak bu şekilde son bir asırlık şuur kaybı ve fikir zehirlenmesi telafi edilebilir. Dağlar tıpkı İsmet Bey’in Kur’an hurufatıyla Sınıf Bilinci neşriyatı gibi aslen Arabi ama Türkçeleşmiş (müterrek) kelimelere dayanarak bu çabasını gerçekleştirmeye çalışıyor (2025, 12). Bu oldukça teleolojik, hayati ve elbette siyasi bir tercih. Öyle ki Dağlar, iştikakını üstlendiği kelimelerin Türkçeleşmiş Arabi asıllı olanlarını tercih ederek son bir asırdır öz Türkçeleştirme adı altında tedavüle sokulan dil mühendisliğinin dili sekülerleştirerek, siyasi ve fikri sekülerleşmeye (töreden feragat etmeye) çalışıldığı imasını ortaya koyuyor. Yapılan mühendisliğin Türkçeyi temizlemek değil, Türkçeyi kirletmek olduğuna işaret ediyor. Dolayısıyla Arabi ama Türkçeleşmiş kelimelerin iştikakını yapmak suretiyle kelimelerin töreli kaynağı ile irtibat kurmaya gayret ediyor. Bu sayede de şuur kaybı ve fikri kirlenmeden arınarak insanileşilebileceğini savunmuş oluyor. Kelimelerin yeniden İslami kökeninin keşfi üzerinden bir insanileşme, yani yabancılaşmaya karşı bir tedbir çabasıdır bu gayret.

Dağlar’ın iştikak denemeleri dikkatlice okunduğunda Onun kökenbilim faaliyetinin bir kelimelerarasılık çabasına da sahip olduğu hemen fark edilebilir. Bendeniz buna kelimeler arası irtibatlandırma faaliyeti demeyi tercih ediyorum. Kelimeler arası irtibatlandırma faaliyeti tıpkı insanlar gibi kelimelerin de soy akrabalığı olduğuna, daha doğrusu dilin de insanlar gibi bir üreme faaliyetinin sonucu olduğuna işaret eder. Kelimeler, kelimelerden üremekte; her kelime başka bir kelime türetmekte ve böylelikle kendine yeterli bir dil yapısı husule gelmektedir. Aslında Dağlar, başlangıcın kelime bile değil, nokta olduğunu vurgulamaktadır. Kelimeler Ona göre bir noktadan gelirler, daha da önemlisi yine o noktaya dönerler. İşte dil ile insan arasında ontolojik bir irtibat kurma çabasına bir kez daha şahit oluyoruz. İsmet Bey’in “insanoğlu yeryüzündeki uyanışına yaratılmış olduğunu fark ederek varır, ama iş burada bitmez burada başlar” diyerek yarım bıraktığı aforizmayı Dağlar, insanın yaratılışının geliş – gidiş düşüncesi, istirca hakikati üzerinden tamamlamaya çalışıyor. İnsanın yaratılışı ve türeyişi nasıl Sebeb-i Evvel’den başlıyor ve yaratılış sürecinde saçaklanan türeyiş yine ilk sadeliğine kavuşuyorsa, yani insan Allah’tan geliyor ve Allah’a dönüyorsa, kelimeler de ilk noktadan saçaklanarak türemeye başlıyor ve yine töreli iştikak çabası sayesinde ilk noktaya dönüyor. İlk noktaya ulaşma, yani Allah’a ve onun yaratma fiiline erişme imkanı vermeyen hiçbir etimoloji çabasının insanileşme çabasını, varoluş gayesini hatırlama çabasını barındırdığını iddia edemeyiz.

Nihayet Dağlar’ın eserini değerlendiren bu yazıyı siyasi bir mesajla tamamlayacak olursak, yeryüzünde zulme dayalı düzenin, yani kula kulluk düzeninin ancak Allah’ın yaratma fiiliyle irtibatın koparılmasıyla mümkün olabileceğini söylemeliyiz. Kula kulluk düzeni, insana hürmetsizlik düzenidir, gayri insanileşmedir, yabancılaşmadır. Bu düzen sadece siyaset disiplininden ibaret değildir, beşeri ve tabii tüm disiplinlerde Allah’ın yaratma fiilinin unutturulması işte bu kula kulluk düzenini garantiye almak için tedavüle sokulmuştur. Dağlar, kendi ilmi disiplini içinde kelimelerin mızraklı ilmihalini yazarak kula kulluk düzenine itirazını ve insanileşmenin töreli istikametini de ortaya koymuş oluyor. Bundan sonraki eserlerinde de kaleminin hep Allah için mürekkep akıtması temennisiyle.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu