Her hafta Cuma günü için bir yazı teslim etme sözünü tutmakla, bunu gerçekleştiremeyecek kadar zihni yorgunluk arasında kalmanın neden olduğu açmazı bir kitap tanıtımı yaparak aşma fikri cazip geldi doğrusu. Tanıtmaya niyetlendiğim kitabın müellifi, İlber Ortaylı’nın ne zaman İran hakkında konuşmaya başlasa ismini ve dehasını anmadan cümlesini tamamlamadığı, Harvard’da tarih profesörü, bir İranist Roy P. Mottahedeh. Kitap, ilk defa 1985’te The Mantle of the Prophet: Religion and Politics in Iran (Peygamberin Hırkası: İran’da Din ve Siyaset) başlığıyla yayımlanıp, Türkçeye 2003’te Bilgi Üniversitesi Yayınları tarafından, Ruşen Sezer’in çevirisiyle kazandırıldı. Sezer, Türkçe çeviride alt başlığa “İran’da Bilgi ve Güç” eklemeyi tercih etmiş. Çevirilerde asıl metne yapılan her ilave için söylenemese de bu mütercim ekinin kitaba önemli bir değer kattığı söylenebilir. Kitabı Dücane Cündioğlu’nun 14 Ocak 2004’te Yeni Şafak’ta yazdığı çeviri eleştirisi ve buna Ruşen Sezer’in yaklaşık dokuz ay sonra 4 Ekim 2004’te Cumhuriyet’te verdiği cevapla birlikte okumanızı tavsiye ederim. Sezer, Cündioğlu’nun öfkesini hak edecek kadar zorlama kelime çevirileri kullanmış. Öyle ki tek bir örnek vermek gerekirse kitapta “tansık Tanrı imi” gibi karşılaştığınızda kitabı fırlatıp atma hissine kapılacağınız -aman yapmayın- ifade tercihleri var. Sabredip okumaya devam ettiğinizde bu gibi ifadelerin daha sonraki sayfalarda, yine aynı örnekten gidersek, “Ayetullah” gibi olması gereken ifade biçimlerine büründürüldüğünü göreceksiniz. Neden böyle yapılmaması gerektiğini Dücane Cündioğlu’nun eleştirisinden, neden böyle bir tercih yaptığını Ruşen Sezer’in cevabından okumanızı tavsiye ederim.
Peygamberin Hırkası, gerçekten bir şaheser. Kitap tür olarak bir roman, ancak tahlil bölümleriyle yarı-akademik bir özellik kazanmış. Ali Haşimi müstear ismiyle İranlı bir mollanın hayatından İran’da (ve İslam’da) din-siyaset ilişkisi tartışması yapıyor. Tıpkı Nikki Keddie’nin doktora tezinde 19. yüzyılın sonlarında İran’da tütün boykotundan yola çıkarak yapmaya çalıştığı şey gibi. Ali Haşimi Kum’da mollalık eğitimine başlayan ve ardından, 1964-68 arası Irak’ta sürgündeyken Necef’te bulunan Ayetullah Humeyni’den de ders alan bir ulema adayı. Ali Haşimi 1979 İslam Devrimine giden sürecin bizzat içinde yer alarak devrime tanıklık etmiş gerçek bir kişi. Kitap adeta Quentin Tarantino’nun Ucuz Roman (Pulp Fiction) filmindeki tarihsel geriye dönüşlere benzer şekilde Ali Haşimi gibi bir molla üzerinden tarihsel geriye dönüşlerle bir toplumsal öznelik aktörü olan ulemanın oluşum ve kurumsallaşma sürecini anlatıyor. Öyle ki kitabın beşinci bölümdeki tasavvuf tarihi denemesi ve altıncı bölümdeki Şii tarihinde Usuli ve Ahbari farklılaşmasının –biz Sünnilerin ehli rey, ehli hadis ayrışmasına benzer- ele alındığı kısım Peygamberin Hırkası metaforunun, din-siyaset ya da bilgi-güç ilişkileri açısından tahlilini yapıyor. Kitabın sormamızı istediği soru çok önemli: Peygamberin Hırkası bir metafor olarak neyi sembolize ediyor? Yüzüklerin Efendisi üçlemesindeki “kıymetlimisssss, efendimissss” olan yüzük neyi sembolize ediyorsa onu: Meşru otorite.
Modern zamanlarda gücün (siyasi otorite) meşruiyetini ya da başka bir ifade ile neden güce itaat ettiğimizin ahlaki/etik gerekçesini tartışmamız anlamlı gelmiyor. Zira modern zamanların siyasi otoritesi olan ulus devlet anlamında gücün meşruiyeti yine gücün kendisine dayandırılmıştır. Ama modern öncesi zamanlar güce itaatin kendisi dışında bir ahlaki/etik gerekçeye dayandırılması kaygısının var olduğu ulus devlet öncesi zamanlardı. Gücün meşru bir otorite varsayılabilmesi ve ona itaat edilmesinin ahlaki bir kriz yaratmaması için bilgi tarafından desteklenmesi ya da onaylanması şarttı. Bilgisiz gücün meşru sayılması ve ona itaatin ahlaken savunulması düşünülemezdi. Peki ya tam tersi? Siyasi bir otoriteye sahip olmayan bilginin anlamlı bir var oluş gerekçesi olabilir miydi? Kesinlikle hayır. Bilginin hayat bulmasının yegâne koşulu onun bir güç, bir siyasi otorite tarafından destekleniyor olmasıdır. Bilgisiz siyaseti/gücü meşru sayamıyorsak, güçsüz bilgiden de medet umamayız. İşte Peygamberin Hırkası hem bilgi hem de güç gibi iki kola sahip olan meşru otoriteyi sembolize etmektedir. Mottahedeh bunu İran üzerinden okuyor ve 18. asrın ortasından itibaren gücü temsil eden ulus devlet ile bilgiyi temsil eden ulemanın çakışan karşılıklı tarihsel oluşumuna odaklanıyor. 19. asırdan itibaren biz Türklerin yolu ile İranlıların yolu bilgi ve güç bakımından ters yönlere doğru evrilmeye başlamıştır. İranlılar söz konusu tarihten itibaren iki yüzyıllık tarihsel süreçlerinde Peygamberin Hırkasını titizlikle örmüş, ancak 1979 Devrimi sonrası Humeyni’nin hayatta olduğu 1989’da kadarki on yıllık zaman diliminde inşa edilen “İslam cumhuriyet” siyasal sistemiyle güce tabi bir bilgi inşa ederek hırkayı kirletmişlerdir. Biz Türkler ise II. Mahmud’la beraber ulemayı, yani bilgiyi güce tabi kıldıktan sonra 1924’te hilafeti de ilga ederek güçten de olduk. Biz Türklerin elinde ne güç kolu ne de bilgi kolu olan kirletebileceğimiz bir hırka da kalmadı. İranlıların talihsizliği iki yüzyılda ördükleri Peygamberin Hırkasını on yılda güç uğruna kirletmiş olmalarıyken, biz Türklerin talihi kirletme imkanı bulamadığımız hırkayı yeniden örme fırsatımızın olmasındadır.