Gözlerinin içine baktım, usul usul.
Sadece izlemedim, adeta anlam dolu gözlerle kendimi hüznün içinde buldum.
“Gözler, dilden daha iyi konuşur mu?” diye sorulsaydı, muhtemelen konuşmakla kalmaz, dürüstlükte hayatla yarışır derdim.
“Bu gözler, masum, kederli, acı dolu. Adeta bir kaybolmuşluk ile baş başa kalır mı?” sorusuna direkt “evet” diye bilecek kadar derin anlamlar taşırken, kendimi Üsküdar’ın huzur dolu sahilinde bulur oldum.
Yürüdüm, bu sefer sonbahar ormanları yoktu.
Bu sefer hüzünle dolu bir Nisan gününde baharın gelişine yürüyordum.
Sonbahar, kış, yaz derken huzurdan yine uzak buldum kendimi.
Hani bahar mutluluktu, hani bahar sevgiydi, hani bahar başlangıçtı.
Yine bu baharda diğer baharlardan daha acıydı.
Ama farklıydı.
Bu sefer farklıydı.
Bu sefer sadece hüzün değil, yanına bir de umutsuzluğu, huzursuzluğu, sevgisizliği en kötüsü de acıyla donanmış bir bahar vardı…
Kendimi dev blokların arasında kaybolmuş bulurken, hayata küstüm.
Kendimi sonsuz yollardan sapıp kaybolurken, hayata küstüm.
Kendimi baharda kışı yaşarken donarak bir buz kütlesine dönüşürken, hayata küstüm.
Kendimi bir yok oluşun içinde bulurken, hayata küstüm.
Şimdi ise bu küsmüşlük ile hayatı yaşamayı sen anlayamasın, arkadaş.
Sen içimdeki acıyı, yok oluşu, hüznü, üzüntüyü, küsmüşlüğü anlayamazsın.
Kim anlar biliyor musun, arkadaş?
Yaşayan anlar, yaşayan…
Nurmelek Çelik