İctimâiyatTöreli YazılarYönetim

‘Adaletin Aydınlığında’n

-Arzu Bosnevi-

‘Adaletin Aydınlığında’n

Arzu Bosnevi

Hükümdarların, vezirlerin, memurların ülke yönetiminde adaleti nasıl sağlayabileceklerine dair, ayet ve hadisleri esas alan ahlak-nasihat muhtevalı siyasetnamelere rastlarız. Bunlardan biri de Büyüyen Ay yayınlarınca hazırlanarak (2012) neşredilen İbn-i Fîrûz’un Gurretü’l Beyzâ (Adaletin Aydınlığında) adlı eseridir.

Geçmişten beslenmenin ne kadar kıymetli olduğunu biliyoruz. Çünkü geçmişi görmezden gelince ne kadar suni, alt yapısı olmayan çok yüzeysel şeyler ortaya çıktığı anlaşılıyor. Belki de Şeyh Galip, “Çaldım ise miri malı çaldım” sözünü arkasına yaslandığı o güçlü inancın/medeniyetin teminatı ile söylemiştir. Keza, Cemil Meriç ne diyor “Muhteşem bir maziyi, daha muhteşem bir istikbale bağlıyacak köprü olmak isterdim”. Bizim kütüphanelerimizde geçilmeyi bekleyen köprü eserlerimiz var. Siyasetnameler gibi…

Devletin varlık nedeni, en başta adaleti tesistir. Çünkü İnsanlar, “kamu otoritesi”ne, şahıslardan daha fazla itimat eder. Hükümdarların da Allah’a karşı sorumluluklarının olduğunu Kınalızâde’nin şu sözünden de anlıyoruz:

“Allah’ın yeryüzündeki vekili ve gölgesi devlet reisleridir. Hükümdarsız yaşanılamaz. Zülüm sebebiyle korkup titreyen kimseler hükümdarsız sükûnet bulamaz. Bu alışkanlık, taa ilk çağlardan beri süregelmektedir. Devlet başkanının adalet sahibi olması zorunludur. Zira adalet, hazineyi dolduran bir uygulamadır. Memleketin mamur oluşu adalete bağlıdır. İhsanı bol olan devlet başkanı otoriter olmalıdır. Otoritesiz olunca, halk çok şey istemeye başlar, verdikçe de istemeye devam eder”

Dönemin sadrazamlarından Ahmet Paşa’nın kethüdası Firûz Ağa’nın oğlu İbn-i Fîrûz Mehmed Bey, Sultan Selim-i Sânî devri âlimlerinden. Çeşitli medreselerde müderrislik yapmıştır.

Dürretü’l-Garrâ fî Nesâyihi’l-Mülûk ve’l-Vüzerâ isimli eserin tercümesi olan ve Padişaha da takdim bu eserden bazı nakiller yapalım:

“Nûşirevân, bir gün ava çıktığında bir av kendisinin önünden geçti ve padişah da avın ardından gidip askerinden ayrı düştü ve sıcaktan dolayı halsiz kalıp çok susadığı için bir köyde bir kapıda durup su istedi. Kapıya çıkan bir kızcağız, Nuşirevân’ı görünce geri dönüp bir şeker kamışını ezdi, suya karıştırıp bir kadehle ona sundu. Nûşirevân kadehte toprak görüp suyu yavaş yavaş içti ve: “Toprağı olmasa ne iyi su olurdu.” dedi. Kızcağız: “Toprağı kasten koydum” dedi. Padişah “Bunun sebebi nedir?” deyince kız: “Ey avcı, çok susadığını ve dudaklarının kuruduğunu gördüm. Eğer suyu toprak katarak bulandırmasaydım içmekte acele ederdin o da sana zarar verirdi.” dedi. Nûşirevân kızcağızın söylediklerine şaşırdı, bunları zekâsından söylediğini anladı. “Bu suya kaç tane kamış koydun?” diye sordu. Kızcağız, “Bir kamış koydum.” dedi. Nuşirevân yine şaşırdı; içinden bu köyün vergisini artırmayı düşündü. Nûşirevân şehre döndükten bir müddet sonra yine tek başına o köye gitti; aynı evden yine su istedi. O kızcağız Nûşirevân’ı görüp tanıdı, su getirmeye gitti. Fakat bu defa biraz oyalanıp padişahı bekletti. Nûşirevân kızıp: “Niçin geciktin?” deyince kız: “Her zaman bir kamıştan çıkan şeker şimdi bir kamıştan çıkmadı; o yüzden geciktim.” dedi. Nûşirevân: “Bu kıtlığın sebebi nedir?” dedi. Kızcağız: “Sultanımızın niyeti değişip gönlünden zulmetmek geçti. Âlimler, sultanın niyeti bozulunca halkın bereketi gider ve hayır azalır derler.” dedi. Nûşirevân bunu duyunca güldü; içinden geçirdiği vergiyi artırma fikrinden vazgeçti. Nûşirevân’ın, olgunluğu ve zekâsı sebebiyle o kızla evlendiği rivâyet olunur.

***

Aristo, İskender-i Zülkarneyn’e şöyle nasihat etti:

“Ey halife, ihtiyaç sahipleri senden bir şey talep ettiklerinde bunları karşılamakta yavaş davranma, onları mahrum etme ki Allah’ın rahmet ve bağışlamasından mahrum olmayasın.” Üçüncü kural: Padişah, hiçbir zaman kendi arzularına esir olmamalı, zamanının çoğunu halkın ihtiyaçlarına ve memleket işlerine harcamalıdır. Yunan filozoflardan biri padişaha şöyle nasihat etti: “Ey şah, gaflet ehli gibi uykuya dalma. Böyle yaparsan senden adalet isteyenler kapından mutsuz ayrıldıkları için adaletinden ümitsiz olarak seni Allah’a şikâyet ederler. O zaman da saltanatına kusur gelir. Çünkü padişahın devleti gün gibidir; ışığı sabah vaktinde bir duvara, akşam vaktinde ise başka bir duvara vurur. Küçük bir günahla saltanatın yok olur.”

***

Rum Padişahı, İran Şahı Nûşirevân’a mektup göndererek: “Saltanat ve halkı kendine nasıl bağladın ki bu kadar uzun süre saltanat sürdüğün halde sana hiç kimse muhalefet etmez ve iktidarın da her gün güçlenmektedir?” diye sordu. Nûşirevân Rum padişahına mektup yazıp dedi ki:

“Yedi şey sayesinde saltanatı korudum. Birincisi: dilimi halka sövmekten korudum. İkincisi: emir ve yasaklarımda tutarlı oldum, her işi ciddiyetle yaptım. Üçüncüsü: verdiğim cezaları uygulamaktan vazgeçmedim, hak edene ceza vermekte geri durmadım. Dördüncüsü: her işi layık olana verdim. Beşincisi: verdiğim cezaları gazap veya hiddet için değil, kişiyi doğru yola iletmek için uyguladım. Altıncısı: insanların kalbini adalet ve iyilikle korudum. Yedincisi: kendimi insanlara doğru söz söyleyerek, yalana tenezzül etmeyerek sevdirdim.”

Hikmet sahibi büyük zatlar dediler ki:

“Sultanlara ve idarecilere yakışan davranış, işe yaramaz kimseleri asker ve hizmetçi yapmamalarıdır. Ayrıca halka acımayan, ilim ve fazilet ehli kişilere saygı göstermeyen kişilere güvenip onları yanlarında çalıştırmamalıdırlar. Çünkü bunlara memleket işleri teslim edildiğinde padişahın merhametine dayanarak halkın malına göz dikerler. Bu kişilerin bütün işleri, kendi menfaatlerini ve rahatlarını gözetmek olur. Bunlar halkın rahatta veya sıkıntıda olup olmadığına bakmazlar. Böyle olunca da zulüm ve fesadın önündeki setler yıkıldığı için sultanlar ve vezirler zararı def etmek isteseler de bu çok zor olur.”

***

Hz. Ali, oğlu Muhammed’e kimseden bir şey istememesini, istemekten çekinmesini tenbih etti. Çünkü istemek yüzün nurunu söndürür, insanın değerini alçaltır ve yüceliğini yok eder. İstemek kişinin aşağılanmasına ve hakaret görmesine sebeptir. Hz. Ali’nin oğlu Hz. Hasan şöyle demiştir: “Bir kimse birilerinden yiyecek bir şey istese hayatını ölümle ve şerefini aşağılanmayla değiştirir.” Mühelleb, çocuklarına şöyle dedi: “Sizden bir şey isteyeni reddetmeyin. Çünkü istemekten daha aşağılayıcı bir şey yoktur. Bir şey isteyen kişiyi aşağılayan iki şey vardır: Biri istemekten diğeri de reddedilmekten gelen aşağılanma” Hakîm şöyle demiştir: “İhtiyaç sahibini reddetmeyi sevmem. Zira isteyen kişi, ya iyi ya da kötü biridir; İyi biriyse onun yüzünün suyunu dökmesini engellemiş olurum. Kötü biriyse ondan gelecek zararı engellemiş olurum.”

***

Hızır peygamber, bir padişaha şöyle nasihat etti: “Ey Padişah, bir gün senin bu şehrinden geçtim. Burayı büyük bir şehir olarak gördüm. İnsanlar kalabalık, nimetler çeşitli ve çoktu. Üç yüz yıl ortadan kaybolup tekrar gelip baktım ki şehirden eser kalmamış, üstünde gemilerin yüzdüğü bir deniz olmuş. Beş yüz yıl gezip döndükten sonra gördüm ki deniz de çekilmiş, yeşil bir ada olmuş; bir sürü insan toplanıp bunu üç yüz yılda imar ettiler. Beş yüz yıl sonra tekrar gelip gördüm ki bir güzel şehir olmuş, safran ve kâfûr yetişmiş, dünyada eşi yok. Beş yüz yıl daha gezip tekrar geri geldiğimde seni bu şehirde saltanat ve kudret sahibi gördüm. Demek ki ey sultan, senden önce bu şehri senden çok daha fazla imar eden ve ardından burayı varislerine terkedip ölen sultanlardan ibret al. Ey sultan, bu alçak dünyaya aldanma; çünkü bu alçak ve vefasız dünya gaddar ve hilecidir. Daimi kalınacak yer değildir. Asıl ebedi hayat yeri ahirettir.” dedi. Sultan bunu duyunca tahtından inerek tacı ve saltanatı terk etti; ölünceye dek ibadet edip Allah’tan af dilemekle meşgul oldu.

***

Fuzayl bin Iyâz şöyle dedi: “Benim gibi garip bir dervişin duasının kabul olacağını bilsem, adaletli sultandan başkasına dua etmezdim. Çünkü adaletli sultan, kulların doğru yolda olmasına vesile olduğu gibi şehirlerin de süsüdür.”

***

İskender: “Sultanların en faydalısı ve en yücesi kötü işleri güzel işlere çevirendir. Sultanların en kötüsü de güzel işleri zararlı bir şekle çevirendir.” demiştir.

***

Kütüphanelerimiz müfid ve muhtasar (faydalı-kısa) eserler hazinesi. Ecdadımız bunların pek çoğunu iyi muhafaza etmiş. Keza, III. Ahmed Han, “Öz sarayımız derununda bir kütüphane-i şahane kurula ki, bizden sonrakiler dahi müstefid ola” diye bir ferman çıkarmış. Günümüzde de hamiyetperver yayıncılarımız bunların birçoğunu latinize edip lügat da koyarak neşrediyor. Bunlardan istifadeyi gaye ve vazife telakki etmeliyiz.

Meşhur kitabiyyat âlimi, İstanbul Millet Kütüphanesi kurucusu Ali Emiri Efendi “Çocukları niye Paris, Londra’ya göndermeye çalışıyorsunuz. Gönderin biz Diyarbekir’de okutur, büyük âlimler yetiştiririz” dermiş. Bütün ilm ü irfan müktesebatımızı şiirleştiren sanat okulundan terk Konyalı Veysel Öksüz’den de ibret alabiliriz.

“Seher yola giren aşık, akşama Leyla’ya varırmış”, “Aşk gelicek cümle güçlükler gidermiş”.

Arzu Bosnevi

 

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu