EdebiyâtTöreli Yazılar

MENÂKIBNÂME İLE YOL BULMAK

-Arzu Bosnevi-

MENÂKIBNÂME İLE YOL BULMAK

Arzu Bosnevi

Bizim edebiyatımızın şaheserlerinden Menâkıbnâmeler, mânâ erlerinin tercüme-i halini, hikmetlerini, kerametlerini, hayat hikâyelerini anlatan ders verici / mana yüklü hadiselerinin sözlü-yazılı ifadeleridir. Menkıbeler nesilden nesile tevatür ederek bugünümüze vâsıl olmuştur. “Güzel haller, davranışlar, hüner ve meziyetler” manalarına gelen menkıbelerin bir araya getirilerek kisve-i taba bürünmüş haline de menâkıbnâme deniliyor. Kadim usül üzere bu tür eserler Besmele, Hamdele, Salvele ile başlar ve bahsolunan zat hakkında bilgiler verilir.

Yakın zamanda aramızdan ayrılan merhum mütefekkir-yazar-derviş Mehmed Doğan “Öykünün hikâyesi yahut celladına öykünmek!” yazısında şöyle diyor:

“Hikâye etmek, insanoğlunun anlama ve anlatma macerasının esası. Edebiyat bütünüyle hikâyedir, bütün edebî metinlerde hikâye var, şiir dahil. Hikâye anlatılmasa dahi hikâyeye, hikâyelere atıf var. Hatta diyebiliriz ki, bütün sanatların esası hikâye. İnsan hep bir şeyler anlatıyor; bu “haber”dir, “hikâye”dir. Hikâye adlandırması yerleşmeden kıssa, latife, rivayet, mesel, sergüzeşt hep anlatma esaslı yazılı veya sözlü metinleri ifade ediyor. Ya anlatıcılara ne deniliyor? Kıssahan, hikâyenüvis, hikâyeperdaz, meddah”.

Menâkıbnâmelerde mânânın daha kolay anlaşılmasını sağlayan bazı şifre, işaret, şekil, alâmet, sembol ve remizler de kullanılıyor. Bunlar, idraki güç olan meselelerin izahında hakikat bilgisine ulaşmayı sağlıyor. Mesela birçok hikâyede ney ve ayna kâmil insanı, aslan gücü, su derinlik ve güzelliği, eşek cahil ve ahmak kişiyi, karga dünya hayatını, yılan ejderha nefsi, dudu kuşu vasıfsız insanı, fare acziyeti… gibi halleri temsil eder. Zamanla kaybettiğimiz güzel hasletleri hatırlamak, nasihat ve ders alma gayesiyle okuduğumuz dinlediğimiz Menâkıbnameler, ibretlik olarak da hayatımıza yol gösterir.

Bir taraftan itikadi temel prensipleri tevil ederek daha kolay anlaşılmasını sağlayan menâkıblar teveccüh edilen kaynaklardır. Kütüphanemizde (Sakarya İl Halk) menakıbnâmeleri, menkıbeleri tetkik ederken; Halilnâme, Dört Büyük Halife (Çehâr-ı Yâr-i Güzin), Hallac-ı Mansur, İmam-ı Azam, Bayazıd-ı Bestami, Ahmed Yesevi, Yunus Emre, Menakıb-ı Mevlânâ, Hz. Ali Cenknâmeleri, Velayetnâme-i Hacı Bektâş-ı Veli, Garibnâme, Evliya menkıbeleri (Nefehâtü’l-Üns) Abdurrahmân Camî, Eyyübi Menakıb-ı Sultan Süleyman, Çanakkale Savaşı’ndan Menkıbeler, Hasan Ünsi, Âriflerin Menkıbeleri, Menakıb-ı Şeyh Seyyid Hace Muhammed Nûru’l-Arabi, Pir Muhammed Gencevi gibi menakıbnâmelere rastladık.

Bunlardan biri de Akhisarlı Şeyh Îsâ Menâkıbnâmesi’dir. XVI. yy. velisi, mutasavvıfı Şeyh İsa Mecdüddin Akhisâri (1448-1531), Hacı Bayram-ı Veli, Akşemseddin silkinden. Akhisar Belediyesi’nce neşredilen “Akhisarlı Şeyh Îsâ Menâkıbnâmesi” eserinin önsözünde “Bütün kaygısı halkın selameti ve istikâmeti olan ve hayatını bu uğurda harcayan bir Anadolu Ereni’nin hayat hikâyesidir. Tasavvuf mesleğini en iyi şekilde icra eden ve bütün kaygısı ulaşabildiği insanları eğitmek, onlara sevgi ve hoşgörü açıklamak olan, halka hizmeti Hakk’a hizmet gören ve bütün mahlukata şefkatle muamele eden XVI. asır Anadolu’sunda önemli bir mutasavvıftır” diyor.

Şeyh İsa Mecduddin Akhisarî Menakıbnamesi’ni oğlu İlyas b. Îsâ (İbn İsa) telif etmiştir. Şeyh İsa yıllarca şehirler dolaşmış, kutsal beldelere de yolculuk yapmıştır. Menakıbnamesi de bu yolculuklardan izler taşır. Tekrar Akhisar’a avdet ettiğinde kendisini sevenleri tarafından büyük bir coşku ile karşılanır. Manisa Akhisarlılar bu mühim günü halen Çağlak Festivali adı altında kutlarlar.

Kitaptan birkaç menâkıbı naklediyoruz:

ATANIN HAYIR DUASI OĞLUNA DEVLETTİR
Bir kişi huzura geldi ve dedi ki:
-“Sultanım bir oğlum vardı, büyüdükçe azdı. Hiç söz tutmaz oldu. Beni dövmeye kasdeder. Halim ne olur?”
-“Oğluna bedduâ edersin onun için azmıştır.”
-“Beni incitir ben de söverim ve kötü söylerim ve onma derim.” Hazreti Şeyh de:
-“Var oğluna, sövüp kötü söylemekten istiğfar eyle. Seni incittikçe hayr duâ eyle. Atanın hayr duâsı oğluna devlettir. Bedduâ ile oğlunu devletsiz etmişsin. Var bu fiili terk eyle” dedi. O kişi vardı bir ay sonra geri geldi, yanında taze bir yiğit vardı.
Hz. Şeyh dedi ki: “Bu yiğit kimdir?” O kişi:
-“Beddua ettikçe azan budur. Hazreti Şeyhten gideliden beri hayır duâlar ettim duâ ettikçe bu da iyi oldu. Himmet eyle hâk-i pâye geldi.” diyerek, el öpüp şeyhe bey’ at ettiler.

BİR MÜNKİRİ İRŞAD BİN İYİYİ İRŞADDAN ÜSTÜNDÜR
Şeyh hz. Köşk kasabasında iken bir kişi gelip dedi ki: “Sultanım bu kasaba ehl-i fesâd yeridir. Aydın’ın buradan çirkin yeri yoktur. Ne hoş geldiniz burada karar ettiniz” dedi.
Şeyh hazretleri: “Güzel söylersiniz. Ben de çok vilâyete seyr u sefer ettim. Bu yer halkı gibi ehl-i fesat halk görmedim. Eğer bu yerden daha yaramaz ve halkı buradan daha ehl-i fesat bir yer olsaydı, göçer oraya varırdım”, dedi.
O kişi dedi ki: “Sultanım sizin gibi aziz, yaramaz içinde olmaya sebep ne? Kadriniz bilinir yerde olsanız.”
Şeyh hazretleri dedi ki: “Yoldan çıkanları yola getirmek (kolay değildir); kötü kişi tez yola gelmez. Bir yaramazı iyi eylemek bin iyiyi irşat etmekten üstündür (efdal). Zira, iyiler tarîk-i Hakk’ı münkir değillerdir. (Halbuki) bir münkiri irşat edip tarîk-i Hakk’a koymak, bin ikrar ehlini irşattan (daha) güçtür. Muradım fena yerlerde olan yaramazları doğru yola getirmektir. Onun için yaramaz yerde oluyorum.

DERVİŞLERİN AVAMDAN FARKI NEDİR?
Şeyh Hazretlerine bir kişi geldi dedi ki:
“Dervişlerin avamdan farkı nedir?” Şeyh Hazretleri dedi ki:
“Dervişlerde bazı huylar vardır ki avamda bulunmaz, Hulk-ı evvel (Birinci huyları) budur ki; dervişler düşmanlık edenlere hayır duâ ederler, adâveti terk edip dost olun derler. Fırsat gözleyip katl-i nefs etmeye kasd eylemezler.
Hulk-ı sânî budur ki; emânete hıyânet etmezler. Kullarını ve câriyelerini küçük bir hata için itip kakıp dövmezler. “Kul Tanrınındır, ancak hizmeti bizimdir” deyip halince kullanırlar. Kendileri yatıp uyudukları gecelerde hizmet teklif etmezler. Ve hatunlarına zulüm itmezler. “Bizi mazlum anlayıp iyi dirlik için gelmiştir” deyip ri’âyet ederler. Ve dışarıdan içeri girdikçe hâtunlarına selam verirler. Hiç hâtunları katında terk-i edeb etmezler. Eğer hâtunları terk-i edeb etseler “bir dahî etme” diye tenbih ederler ve muhkem te’kid ederler. Avam gibi olur olmaz dirliklerini tatsız etmezler.
Hulk-ı sâlis budur ki; dervişler avam gibi namazlarını kazaya koymazlar. Ve on iki yaşından yukarısını kaza ederler. Ve cenabetle yürümezler. Kafir de olsa kimseye sövmezler.
Hulk-i râbi budur ki; dervişler çok yiyip ve çok uyumazlar. Haram yemezler ve yalan söylemezler. “her gün sefer vardır, yarın göçeriz” diye avam gibi gafil değildirler.
Hulk-ı hâmis budur ki; dervişler halvet kûşelerinde ferâğat ayağın kanaat eteğine çekip icâzet-i pîr ile günlerin kâim kılıp daima zikrullaha müdâvemet ederler. Latîf vâkı’alar ve sahîh rü’yâlar görürler. Âlem-i nâsuttan ve âlem-i melekûttan âlem-i ceberrûta ve âlem-i ceberûttan âlem-i lâhûta yetişip fenâfillah ve bekâbillah bulurlar.

ŞEYHİN VASİYETİ
Şeyh hazretleri bir gün hasta oldu. Dervişler ziyarete geldiler. Ve oğulları da hazır bulundular. “Bize öğüt ver, nasihat ve vasiyet eyle. İş iki, Tanrı bir” dediler.
Şeyh hazretleri dedi ki: “Evvel öğüdüm size bu olsun ki, namazı elden ve zikri dilden düşürmeyin. Mezhebiniz dahi İmam-ı Azam mezhebinden şaşırmayın. Bana Fahr-i Âlem Ravza-i Mutahhara’ya vardığım vakit mezheb-i sahih, İmam-ı Azam mezhebidir; onun dışında olma” diye buyurmuştur.
Beni sevenler ve benim yolum üzerine olanlar, mansıp meratip gözlemesinler. Bir kimsenin ayıbını görürlerse, yüzüne vurmasınlar. Kimsenin nâ-mâkul izini izlemesinler; kendi izlerini izleyeler; görsünler, izleri mescit yolunda mı yoksa meyhanede mi? Allah Teâlâ hazretlerini cemiyyetle zikretmeye mi gider, yoksa kadı meclisine yalan şahadete mi? Haramlardan ellerini (ve yalanlardan dillerini) ve kötü yerlerden yollarını kessinler. Helal de olsa, gayet ince suflar gibi pahalı elbise giymesinler. Zira pahalı elbiseyle gönül ululanır, sınmaz. Dervişin gönlü sınık gerek. Ama yeşil ve neftî çuha giymek caizdir. Kaynar sularla muhkem yıkandıktan sonra ve beyaz abalar, çuhalar ve beyaz kaftanlar giymek, bana göre merguptur. Daim dışıma aklar giysem içim aklığı artar ve kalbim ferahlar. O nedenle beyaz giyenleri ve beyaz libasları severim. Bizim sevdiğimizi sevenler dünya ve âhirette bizimledir ve bizdendir; biz de onlarla beraberiz.
Benim evlâdım ilim tahsil ederken sanat öğrensinler. Hiç sanatsız olmasınlar. Sanatı olmayanların dünyada zillet çekmeleri eksik değildir. Sanatsızlık kişiyi na-merde muhtaç eyler. Hür iken kul eyler. Benim evlâdım sanat öğrenmekten utanmasınlar.

ÂKIBETİ HAYIR OLSUN
Şeyh hazretlerinin yanına bir pir gelip: “Sultanım, bir oğlum var, kadıdır ve hoşça ilim ehlidir. Onun için hayır dua eyle; akıbeti hayır olsun, senin duan bereketine” dedi.
Şeyh hazretleri: “Senin oğlun mahkemesinde tehevvür ile gönül yıkmaktan; büyüklenip ehl-i ırzı hafife almaktan; ma’zul olmadan ve harama tövbe etmeden ölmekten ve kıyamette gözsüz olmaktan Kâdir Çâlâb’ım saklaya. Oğlunun ilmi hürmetine ve bizim pirlerimizin yüzü suyu hürmetine!” diyerek dua etti.

Şeyh İsa’dan Ayvaz Dede’ye…
Akhisarlı Anadolu Erenlerinden Ayvaz Dede’den de bahsetmek isteriz. Bosna-Hersek’te yurt tutan Ayvaz Dede’nin hikâyesi de bir suyun önünde büyük bir engel olan kayanın yarılmak suretiyle insanların suya kavuşmasıdır. Yine Akhisar Belediye’since neşredilen “Ayvaz Dede’nin Rüyası” adlı kitabın önsözünden:

“Gülden düşmüş bir ‘hisar’ı ak kılan neyse uzakta ama sınırları gönül ile belirlenmiş bir diyardaki şehri ak kılan da oydu. ‘Akhisar’dan Prusac’a… Şeyh İsa’dan Ayvaz Dede’ye… Türkiye’den Bosna’ya… Bütün beyaz şehirler gibi Akhisar da Prusac da, Hacı Bayram-ı Veli’nin “Nâgehân ol şâra vardım/Ol şârı yapılır gördüm/Ben dahi bile yapıldım/Taş ü toprak arasında” diyenlerin emeğiyle inşa edilmiştir. Böyle şehirlerde insan da her daim kendini inşa eder ve kâinatın gözbebeği olduğunun farkına varır. Çünkü bakınca ‘Didâr’ görünür o şehirlerin kenarında. Çünkü ‘bir özge temâşâ’dır bu…”

Halen Bosna’da her sene haziran ayında Ayvaz Dede Şenlikleri de yapılmaktadır.

İsm-i şerifi geçen azîzâna rahmet ve mağfiret ile…

Arzu Bosnevi

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu