MAKAM
“Câh (makam) ile gelmez fazîlet câhile”
Makam denilince sizlere ne çağrışım yapıyor? Bu soru ile başlayayım yazıma.
Yazımın başında şunu da ifade etmeliyim ki bu mevzu; efrâdını câmi, ağyârını mâni bir iddia da taşımamaktadır.
Bu soru ve îzâhattan sonra Makam‘ın çerçevesini kâvi olan lügatimizden/ kubbealtı lügati’nden// istifade ederek çizmeye gayret edeyim.
Makam kelimesi dilimize Arapça’dan geçmiş olan “kıyam” kelimesinden intikal etmiş. Kıyam da malumlarınız “ayakta durmak” demek. Bu anlamda Makam; Durulacak yer, durak, mekan ve mahal anlamlarını barındırıyor.
Tabi makam kelimesini ilk duyduğumuzda kimimizde şu çağrışımı yapmış olabilir: “Devlet kademesindeki yüksek mevkii”. Hatta o mevki’nin ayrılmaz parçası olarak görülen ihtişamlı mobilyalar. Bu yazıyı okurken zahmet edip yeni bir sekmede arama motorunuza “makam” yazıp görsellerden arattığınızda ne demek istediğimi daha net göreceksiniz.
Kimimizin aklına içinde yatanı bulunsun bulunmasın, başta Peygamberler olmak üzere veli vb. zâtların türbelerinin bulunduğu ziyaretgâhlar da akla gelmiş olabilir(arama motorunun görsellerinde buna rastlamak zor).
İçimizden belki de sadece alâkadar olanların aklına musikîmizin o enfes “ Hicaz, Rast, Uşşak vd.” gibi makamların çağrışım yapmış olma ihtimali de var tabi.
Çağrışım demişken,-çağrışım önemli efendim-. Bize, ne neyi çağrıştırıyor ise aslında biz o şeyiz. Bunu da ifade etmiş olalım ve biz makama eğilmeye devam edelim(makama eğilmek, makamda eğilmek de bir seyler çağrıştırmış olabilir).
Şimdi de makam kelimesinin Tasavvufta kazandığı anlama bakalım: “Sâlik’in Allah yolunda ulaştığı kalıcı mertebe, mânevi rütbe” Mesela “Ferîdüddin Attâr, Manṭıḳu’ṭ-ṭayr’da yedi makamdan (talep, aşk, mârifet, istiğnâ, tevhid, hayret, fakr/fenâ) bahsetmiş, bunları geçilmesi güç yedi vâdi olarak tasvir etmiştir.
”Makamların kişide kalıcı mı yoksa geçici mi olduğu tasavvufun ayrı bir tartışma konusu. ( içinizden hangi makam kalıcı ki dediğinizi duyar gibiyim.)
Devam edersek karşımıza Makâm-ı İbrahim çıkar, İbrahim Peygamberin ve oğlu İsmail’in (a.s.) Kabe’yi inşa ederken üzerine çıktığı taş yahut Allah’ın buyruğu ile İbrahim peygamberin insanları Kabe’yi ziyarete daveti esnasında yine üzerine çıktığı taştır. Bugün hacılar tavaf ederlerken o taşı da görmektedirler.
Bir de Makam-ı Mahmud var ki o da özellikle ezan duası okunduğunda işittiğimiz Peygamberimizin kıyâmet gününde sahip olacağı mânevi konumu ifade eden bir tâbirdir.
Kelimeler arası iştikâkta, Kıymetli Abdülkâdir Dağlar hocamız mahâretli. Bu konu bizi aşar. Olur da bu konuyu farklı kelimelerle arasındaki iştikâkla bir değerlendirmeye tabi tutarsa ne âlâ, ne güzel olur.
Makamın tüm bu anlam çeşitliliğini ortaya koyduktan sonra şöyle devam edelim izninizle: Makamlar salt bir değer taşırlar. Yâni makam kelimesini duyduğumuzda şöyle ya da böyle yüksek bir pâyeden bahsettiğimiz çağrışımı etkisinde kalırız. Makama ulaşmış kişinin de yüksek (mânevi anlamda ulvî) bir mertebe de olduğu aklımıza gelir. Makamları bir taraftan nîmet olarak atfederken bir taraftan da külfet ve ağır bir imtihanın bir parçası olarak görmek lazım gelir. Ateşten bir gömlek misâli… Her makam insanın omuzlarına ağır bir yük bindirir.
Makamı, dünyevi anlamda bir mertebe, devlet görevi vb. olarak değerlendirsek şunları söyleyebiliriz; Makamı işgal etmiş kişi kimi zaman o makamın hakkını veremeyen, makamını bir güç ve zorbalık yeri zanneden, ahlaken kemâle erememiş kişilerden müteşekkil olabilir. Olursa ne olur; o makam o kişiye bir yük, karşı tarafa bir eziyet ve adaletsiz olarak aksedebilir. Çoğumuzun dert yandığı yer de tam olarak burasıdır. Kimse de bir makâma gelmeden ben böyle olmam demesin, zira insan “sınanmadığı şeyin(günahın) mâsumudur”
Yine dünyalık makamlardan bahsedecek olursak, her makam bir üst makama açılan pencereler gibidir. En üsttekinin ışığı en alt makama yansır. Alt Makamlar kimi zamanda üst makamın iş ve işleyişini sekteye uğratabilir. Kaynağın başını sağlam tutmak lazım. Hadislerdeki “Râvi zinciri” gibi de düşünebiliriz. Râvi zinciri, yani o silsile yukarıdan aşağıya ne kadar sağlam olursa hadislerin sıhhati de o denli sağlam olur.
Kısacası makâma gelen (ulaşan) insanın da makama yaraşır bir değeri olması elzemdir. Makam bu değerini insanın değerine raptetmiştir. İnsan değerli ise (Kişilik sahibi, ahlaklı, kâmil…) ise makamla örtüşür bir uyum oluşur. Tam zıttı ise kişiyi güç bakımından değerli gösterse de hem makama hem kişiye birçok zararı olacaktır. Kısacası makâmı yüksek insanlar ahlâken yüksek bir dereceye sahiptirler, ahlakça zaaf taşıyanlar ise bulundukları makâmın şânına halel getirirler.
Makam sahibi insanlara Orhan Gâzinin oğlu Osman Gâziye nasihatlerini hatırlatmak gerekir. (http://www.sogut.gov.tr/osman-gazi)
Tüm bu yazdıklarımızdan sonra makâmın, çağrışım yapmasını arzu ettiğimiz tarafını bir Nasreddin Hoca fıkrası ile hatırlayalım:
Hoca’ya sorarlar: Kimsin? Hoca da ‘’hiç’’ cevabını verir. “Hiç kimseyim” diyerek cevabı tekrarlar. Adamın kendisini önemsemediğini gören Nasreddin Hoca, adama sorar: Sen kimsin? Adamdan pek kibirli bir şekilde: “Mutasarrıf” cevabını alan Hoca, soruları “Sonra ne olacaksın?” şeklinde devam ettirir. Cevaplar: ‘’Vâli, Vezir, belki bir ihtimal Sadrazam olabilirim’’ diye devam eder.
Artık bir makam kalmadığını fark eder adam ve boynunu bükerek son cevabını ‘’hiç’’ diyerek verir. Hoca da: “Daha niye kabarıyorsun be adam! Ben şimdiden senin yıllar sonra geleceğin makamdayım! Hiç’lik makamında!’’ diyerek adamın ağzının payını verir.
Hâsılı Ey insan! Sen makâmı bir masa bir deri koltuk zannetme!
Dünyevi makamları istemekten de kendini berî eyle!
Şayet bir makamda isen de onun hakkını ver.
Mustafa Yakışır