Doç. Dr. Özgür Çark

Fütüvvetsiz Fütûhat, Fütûhatsız Mürüvvet Hayaldir!

Fütüvvetsiz Fütûhat, Fütûhatsız Mürüvvet Hayaldir!

Geçen hafta, köşemizdeki bahsi birkaç sual ile nihayete erdirmiştik:
“Ne oldu da ihtiyaçtan fazlasını dağıtmak yerine çılgınca tüketmek üzerine kurulu bu müesses nizam benimsendi? Nasıl düştük içinde bulunduğumuz bu hazin duruma? gibi sorudan çok sorun yumakları hatta kör düğümler ile bitirmiştik yazıyı.

Hadi çöz bakalım hocam bu düğümleri, ver bakalım yanıtları derseniz, maalesef bu suallerin cevabı öyle bir cümlede hatta bir yazıda verilebilecek kadar kısa değil. Fakat bu ve bundan sonraki yazılarımda içine düştüğümüz bu buhranın sebepleri ve bu mâkûs durumu düzeltebilmenin çarelerini beşerî, içtimâi ve iktisâdi bir nazariyat çerçevesinde hep birlikte arayacağımızı söyleyebilirim.

Bu arayışta vakit gelecek bazen mâzîye yol alacağız ecdada soracağız, onlara danışacağız, vakit gelecek bazen âtîye uzanacağız, gençlere yanaşacağız, istikbâle bakacağız. Gençlerle birlikte, umutlarla, dualarla… Hülâsa, yaşanmışlar ve yaşanması kuvvetle muhtemel olanlar arasında çok derin hasretini çektiğimiz mürüvveti yeniden inşâ ve ihyâ etmenin mümkün olan yollarını arayacağız.

Bugünkü yolculuğumuz mâzîye olacak.

Yiğitlerin, ahilerin cenkleri ile şan verdiği tarihimizde içtimâi, iktisâdi ve dahi askerî nizamın kavramları üzerinden bugünü anlayış ve kaybettiklerimizi arayışa çıkacağız. Fetih kelimesinin çoğulu olan fütûhat ve kutlu bir teşkilat nizamı olan fütüvvet kavramları üzerinden bir tefekkür yürüteceğiz.

Bu kavramlar üzerinden, bu kavramların izinde Arapça “genç erkek adam” kökünden türeyip yiğitlik ve mertlik anlamlarına gelen, Türkçe ’de ana babanın çocuklarının iş güç edinmeleri, izdivaç yapmaları gibi hayati ve önemli muratlarını görmekten ve onları yetiştirmiş olmaktan duyduğu sevinç ve kıvanç anlamı kazanmış olan mürüvveti arayacağız biz de…

Fütûhat; galibiyetler, zaferler, fetihler anlamına gelmektedir. Fütûhat anlayışı, ecdadın her zaman ulaşmak için kendisine hedef olarak belirlediği bir ülkü bir ideal olmuştur. Ayrıca tasavvufta manevi feyz yoluyla Hakk’ın gizli sırlarına erişmek anlamında da kullanımı bulunmaktadır.

Fütüvvet kelimesi ise; fetâ kelimesi ile eşanlamlı olup yiğitlik, alçakgönüllülük, eli açıklık, sahâvet, dünya malına gönül vermemek, dostların kusurlarına karşı müsâmahakâr olma gibi anlamlara gelmektedir. Aynı zamanda XIII. yüzyıldan sonra tasavvufî ahlak anlayışıyla yoğrularak Anadolu’da ortaya çıkan ve tüm İslam coğrafyasına yayılan esnaf ve zanâatkâr birliklerinin de adıdır. Yani yakın zamana kadar olan ifadesi ile lonca, günümüz modern ifadesi ile örgütlenmiş iş gücü diyebiliriz.

Ama nasıl bir iş gücü?

İslam’ın adalet yumağı ile örülmüş, ahlâkî ilkelerin kuşatıcılığında örgütlenmiş bir iş gücü. Parayı amaç olarak değil fütûhatın bir aracı olarak gören bir örgütlenme, bir iş bölümü planlaması, daha doğrusu iş paylaşımı.
İktisadi olduğu kadar İslâmî, İslâmî olduğu kadar askerî, askerî olduğu kadarda ahlâkî bir örgütlenmeden bahsediyoruz.

Girizgâhı biraz uzattık ama nihayet geldik yazının başlığı olan Fütüvvetsiz Fütuhat, Fütuhatsız Mürüvvet olmaz’ın, içinden geçtiğimiz post modern ve neo liberal ekonomik sistem içerisindeki karşılığına.

Millî bir iktisat oluşturabilmek istiyorsak eğer millî hislerle kuşatılmış bir fütüvvete, bir teşkilatlanmaya ihtiyaç vardır. Kendi cebi ve boğazı için değil milleti ve inandığı değerler için üreten, kıt olarak ifade edilen üretim unsurlarını bir araya getiren ve harcamalarını dâhil bu değerler için yapan müteşebbislere ve bu müteşebbislerin millî ve manevi değerlerle kuşatıldığı örgütlenmelere ihtiyaç vardır. Yani bugünün tabiri ile yerli ve milli üretim ve tabi ki yerli ve milli tüketim!

Ama kritik nokta tekrar altını çizerek belirtmek gerekir ki cebi ve kendi boğazı için değil, malının üstüne mal, servetinin üstüne servet yığmak için değil, milli ve manevi değerlerini yüceltmek ve en nihayetinde hizmet etmek için.

Konuyu somut örneklerle açıklamak gerekirse; en basitinden İsrail’in predator vermemesi neticesinde kendi insansız hava araçlarımızı üretebilme becerisini gösterdik. Amerika’nın predatorlarda kullanılan kameraları vermemesi neticesinde kendi mühendislerimiz, ürettiğimiz İHA’lara yerli ve milli kameralarımızı takabilme başarısını gösterdi. Bugün Ankalarımız, Kızılelmalarımız semâlarımızda dosta güven düşmana korku salmakta.

Yine ABD bizim terörist dediğimiz PYD ve YPG’ye (PKK) terörist demediği, diyemediği için F-16lar için akıllı füze mühimmatını tedarik etmemişti… Müttefikimiz! ABD ile çatışan çıkarlar, parası ödenmesine rağmen proje ortağı olduğumuz F-35’lerin teslim edilememesi… Ve dahi buna benzer sayısız menfi örnek… Milli Muharip uçağımız, Hürkuşumuz, bu uçaklara monte edilen faydalı yükler işte hep bu kötü komşunun yapıp ettiklerinin sonucudur…

Bakınız içinden geçtiğimiz günler her zamanki gibi aslında, değişen hiçbir şey yok. Dün haçlı vardı bugün de haçlı var, dün yedi düvele, düveli muazzamaya karşı mücadele eden yalnız adam vardı bugün yine aynı yalnız adam. Dün de biz merhametli ve vefalıydık bugün de. Dün de düşman önce müttefikimizdi düştüğümüz ya da sendelediğimiz noktada düşmanımız oluverdi, bugün de. Dün de içimizdeki hainlerin yardımıyla bize rest çekiliyordu bugün de. Yani aslında dünden bugüne değişen hiçbir şey yok. O zaman dün ile bugün aynı ise yani dem bu dem ise, nerede o şanlı mazimiz, nerede hasretini çektiğimiz o mürüvvet?

Üstadın da o şanlı mazinin, o mürüvvetin hasretine şahit kıldığı dizeleri ile soruyoruz biz de:
Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu;
Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu?
Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna;
Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna?

Giden şanlı akıncılara, fetâlara, yiğitlere duyduğumuz özlem ve hasret ile bu haftaki bahsimize burada son verirken mübarek Ramazan ayınızı tebrik eder, hepinize sıhhat ve afiyet dilerim.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu