Geçenlerde bir toplantımızda Fikret Kısar Ağabeyim, “Yakından atılan taş acıtır” dedi. Bu töresözü duyunca taşın töreli şuurda Kutlu Nebî’ye (s.a.s) atılmasının acısını atasözlerinde de hâlâ yaşattığını idrâk ettim. Yâni, haksız yere mahlûkata atılan her bir taş, Tâif’te ona karşı atılan bir taştı aslında! Belki de töreli gelenekte bu, dolaylı yoldan “Levlâke levlâk…” sırrının da bir tecellîsiydi. Zirâ, “Sen olmasaydın, sen olmasaydın felekleri yaratmazdım” şeklindeki bu kudsî hadîs, aşağıdaki mısralarda da görüleceği üzere telmîhen Töreli Türk Edebiyâtı’nda çokça kullanılmıştı:
“Levlâk ile zât-ı pâki mevsûf
Kur’ân’a sıfâtı zarf u mazrûf” (Şeyh Gâlib).
“Gamze-i hünkârına levlâk-gûyâdır kazâ
İllet-i îcâd-ı fitne çeşm-i bîmârın mıdır” (Leskofçalı Gâlib).
“Ol şâhî risâlet sultân-ı kevneyn
Buyruldu hakkında levlâke levlâk
Ey nûr-ı nübüvvet ceddü’l-Haseneyn
Seninçün var oldu zemîn ü eflâk” (Mir’âtî).
“Töre”nin beşeriyyet çizgisinde esâs tecellîgâhı peygâmberlerdir. Tecelliyât dairesinin gelenekte keşîf ve kerâmete bağlı olarak Cenâb-ı Hakk’ın velî kulları mahâretiyle daha da genişlediği görülmektedir. Dolayısıyla Tâif’te yaşandığı üzere, tecellîden nasîbi olmayanların hemen taşa sarılmaları, maalesef türedi şuurun da bir tecellîsi hâline gelmişti. İşte töresözler, “yapma”, “etme” dercesine bizi binlerce yıldır peygâmberler üzerinden hakîkatın tâ kendisine çağırmaktadır…
Hîç şüphesiz, töresözlerin de bağlı olduğu, bizim”hakîkat alanı” adını verdiğiniz yapının temel dayanağı, kutsal kitâbımız Kur’ân-ı Kerîm’dir. Örneğin taşa bağlı hakîkatın esâsı, Rabbimiz tarafından Bakara sûresinin 74. âyetinde şöyle buyrulmuştur:
“Sonra bunun ardından kalpleriniz yine katılaştı; taş gibi, hatta daha katı oldu. Çünkü taş vardır ki, içinden ırmaklar fışkırır. Taş vardır ki yarılır da içinden sular çıkar. Taş da vardır ki, Allah korkusuyla (yerinden kopup) düşer. Allah, yaptıklarınızdan hiçbir zaman habersiz değildir.”
Dolayısıyla kalblerimizin taş kesilmesinden kâinâtın herhangi bir yerinden taşın kopup düşmesine kadar her şey, sâdece Rabbimizin gücü ve irâdesi dâhilindedir. Bu hususta gâfil kalanlar hakkında ise Kehf sûresinin 22. âyetinde şöyle buyrulmaktadır:
“O halde onlar hakkında Kur’ân’da haber verilen açık delîllerin dışında kimseyle tartışmaya girme ve onlarla ilgili olarak hiç kimseye bir şey sorma!”
Hulâsâ, töresözlerde, bir nev’i çeşitlenerek de âşikâr kılınan töreli şuûrun temel kaynakları, peygâmberler ve onlara indirilen kutsal kitâblardır. Hâtem-i enbiyâ Hz. Peygâmberimizle (s.a.s) birlikte de töreli şuûr, son olarak aslına ve asıl kaynağına (Kur’ân-ı Kerîm) rücû’ eylemiştir. Dolayısıyla, özellikle bizim Töreli Türk Edebiyâtı adını verdiğimiz yapıda bu iki temel kaynağa dayanmaksızın yapılacak inceleme ve yorumların türedi olacağı ve töreli şuûra hizmet etmeyeceği gün gibi meydândır. Bu iki kaynağa dayalı olarak yapılan tüm araştırma ve çalışmaların ise -Alâh’ın izniyle- asıl gâyesine vâsıl olması mümkündür. Zirâ Yûnus sûresinin 10. âyetinde bize, “Ey insanlar! Rabbinizden size bir öğüt, kalplerdeki hastalıklara bir şifâ, inananlara bir rehber ve rahmet gelmiştir” şeklinde buyrulmaktadır.
Şu mübârek günlerde “Hak’la kalıp hakîkata varınız” efendim!
Lutfi Baba soylamış, görelim cânım ne soylamış:
Hak’tan gâfil olma şaşkın
O’dur senin küllî aşkın
Taştan bile çıkar taşkın
Nazar kılsan Lutfî ebed…
Erhan ÇAPRAZ