Doç. Dr. Abdülkadir Dağlar

Serâ – Servet – Süreyyâ Kelimelerine Dâir

Her maddî servet serâdan gelir ve tekrar serâya dönerek serâda kalır; yânî, maddî servetin serâdan öteye geçme kâbiliyeti bulunmamaktadır… İnsân için de denilebilir ki, beden serveti öteye geçemeyecek, serâda kalacaktır…

Elifbâ… Hurûf-ı hecâ… Kur’ân harfleri…

Elif bâ tâ … Dördüncü harf “peltek se” şeklinde de târîf ediliyor… Bu harfle başlayan bâzı kelimelerdir, bu iştikâk yazısına söz konusu olarak belirlenen: SerâServetSüreyyâ… Nazar-ı lisân ile bakıldığında, bu kelimeler arasında neseb – ensâb dâiresinde bir münâsebet bulunduğu söylenebilir… İşte, “töreli iştikâk” tam da bu münâsebeti âşikâr hâle getirmenin peşine düşmek demektir…

Töreyi, Arş ile Arz, yânî gökyüzü ile yeryüzü arasındaki varlık ve var oluş irtibâtını yorumlayan fıtrî düşünce çizgisi olarak da anlamak mümkündür… Bu cümleden olarak, mantık ve lisânın fıtrî yapısından türeyip türevlenmelerinden ötürü, töreli kavram ve kelimeler arasındaki mânâ münâsebetlerini tesbît etmek için töreli iştikâkın yorumlama imkân ve kâbiliyetlerinden de istifâde edilebileceğini söylemekte bir beis bulunmasa gerektir…

Söze konu teşkîl eden kelimeler nazar-ı dikkata alınacak olursa bunların da gökyüzü ve yeryüzüyle alâkalı unsurlar olduğu, birer kavram olarak da aralarında türlü ilişkilerin bulunduğu görülecektir… Pekâlâ, nedir bunlar..? Ve bu ilişkiler nasıl yorumlanabilir..? Denemekte fayda vardır…

Serâ, “toprak; yer, yeryüzü” anlamlarındadır…

Servet, “mâl, mülk; para, altın, gümüş; ziynet eşyâsı; zenginlik; hazîne; sermâye” anlamlarında kullanılmaktadır

Süreyyâ, “Ülker ve Pervîn adlarıyla da anılan, yedi yıldızdan oluşan bir küme ve yıldız takımı” anlamına gelmektedir… Süreyyâ, kuzey yarımkürede sevr yânî boğa burcunda bulunmaktadır; Töreli Türk şiirinde, şekli bakımından boğa ve gerdanlık (‘ıkd-ı Süreyyâ), parlaklığı bakımından da âvîze teşbîhinin bir unsuru hâline gelmiştir…

Serâ, en büyük maddî servettir… Serânın altı, servetin kaynağıdır; bor, uranyum, toryum gibi mâdenî kıymetlerle birlikte, -âdetâ gökyüzünün Süreyyâ gerdanlığını temsîlen- altın, gümüş, yâkut, zümrüt, elmas gibi mücevherî kıymetlerin de ana vatanıdır… Serâ, servetin hazînesidir…

İnsan bedeni serâdan yaratılmıştır, dolayısıyla insânın bu dünyâda sâhip olabileceği en büyük maddî servet, bizâtihî kendi bedeninin de sermâyesi ya da ilk mayasını teşkîl eden serâ mülküdür…

Servet, serâdan başka bir şey değildir… Servet, serânın üstünde değil, serânın altındadır… Serânın üstünü kıymetlendiren servet, serânın altından çıkar…

Her maddî servet serâdan gelir ve tekrar serâya dönerek serâda kalır; yânî, maddî servetin serâdan öteye geçme kâbiliyeti bulunmamaktadır… İnsân için de denilebilir ki, beden serveti öteye geçemeyecek, serâda kalacaktır…

Süreyyâ, gerdanlık ve âvîzeye teşbîhiyle, serâdan yaratılan insânın muhayyilesini süsleyen ulaşılamaz bir maddî servettir… Süreyyâ, serâdan olmayan ve serânın altından çıkmayan, ama geceleyin de serâyı aydınlatan parlak, ışıltılı gökyüzü servetidir… Başka bir söyleyişle, Süreyyâ, serânın değil semânın servetidir…

Îman, kalb ülkesinin en büyük servetidir, zenginliğidir; îmansız bir kalb ise yoksuldur, yoksundur; yoksullar, îman servetine ulaşabilmek için âdetâ Süreyyâ yıldızına doğru uzun yola çıkmayı göze almalıdırlar… Buhârî’den intikâl eden bir hadîse göre Resûlullâh -aleyhissalâtu vesselâm- efendimizin “Îman, Süreyyâ yıldızı kadar uzakta da olsa, bâzı insanlar nice gayretler göstererek onu elde ederler…” söylediği rivâyet olunur… Yânî küfür ve cehâlet karanlığı, ancak îman nûru ile aydınlanır, Süreyyâ yıldızının geceyi aydınlatması gibi…

Bu minvalde, “Kalbu’l-mu’minu arşullâhi… (Mü’minin kalbi Allâh’ın arşıdır…)” töresözünden de ilhâm alarak, kalbdeki îmânın, semâdaki Süreyyâ’ya tekâbül ettiğini söylemek mümkündür… Nasıl ki ıkd-ı Süreyyâ göğün göğsünde bir gerdanlık ise, îman da mü’minin göğsünde bir mücevher gerdanlık sayılır… Îman, önce mü’min kulun kalbini, sonra da o mü’min kul vâsıtasıyla tüm insanlığı aydınlatan bir Süreyyâ âvîzesidir…

Mehmed Âkif, Süreyyâ’nın, İslâm serâsı üzerinde dâimâ parıldayabilmesi için gönüllerindeki îmân âvîzesiyle can veren Çanakkale Şehîdleri’nin aziz hâtırasını medhederken, Süreyyâ’nın geceleyin bir âvîze gibi ışıltılı hâlini ne de güzel anlatmaktadır:

Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan

Yedi kandîlli Süreyyâ’yı uzatsam oradan

Sen bu âvîzenin altında bürünmüş kanına

Uzanırken gece mehtâbı getirsem yanına

Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem

Gündüzün fecr ile âvîzeni lebrîz etsem

Bu beyitlerde geçen türbe kelimesinin bir anlamının da “toprak” yânî serâ oluşuna, yedi kandîlli tavsîfinden murâdın ise Süreyyâ’nın yedi yıldızdan müteşekkil bir küme olduğu hakîkatına ayrıca dikkat çekilmesinde yarar vardır…

Allâh, Süreyyâ’nın da serânın da -ve serânın altındaki- servetin de tek sâhibidir:

Lehû mâ fi’s-semâvâti ve mâ fi’l-arzı ve mâ beynehumâ ve mâ tahte’s-serâ… (Göklerde, yerde, ikisi arasında ve toprağın altında ne varsa, her şey O’nundur…)”… (Tâhâ / 6)

Allâh, bu servetin saklı tutulduğu hazînelerin de yegâne sâhibidir:

Ve li’llâhi hazâ’inu’s-semâvâti ve’l-arz… (Göklerin ve yerin hazîneleri Allâh’ındır…)”… (Münâfikûn / 7)

Allâh bu hazînelerin anahtarlarının da mutlak sâhibidir:

Lehû makâlîdu’s-semâvâti ve’l-arz… (Göklerin ve yerin kilitlerinin anahtarları O’nundur…)”… (Şûrâ / 12, Zümer / 63)

Bu âyetler ışığında, kâmil bir kul olarak hakîkat peşindeki insâna yakışan, aslâ servet devşirme sevdâsında ve iddiâsında bulunmamaktır… Dünyâdaki servet, mihmandârın evindeki misâfir çocuğu oyalayıp eğlendiren güzel ve çekici bir oyuncaktan ibârettir, misâfirlik süresinin sonunda da mihmandârın evinde kalacaktır; -aldanmamak lâzım- başka da bir şey değildir…

Hulâsa, bir beşer olarak insânın öteye taşıyabileceği hakîkî servetin, ancak, göğsünde Süreyyâ gerdanlığı misâli parlatıp taşıdığı îman cevheri olduğu âşikârdır… Bu minvalde Mehmed Âkif’in

Îmândır o cevher ki İlâhî ne büyüktür

Îmânsız olan paslı yürek sînede yüktür

mısrâları da îmâ ve işâret etmektedir ki:

Îmansız dünyâ serveti insâna yüktür; öyle ki, paslı teneke misâli îmansız kalb bile insânın göğsüne yükten başka bir şey değildir…

Rabbimiz..! Kalblerimizin serâsını îman Süreyyâ’sının nûru ile münevver kıl…

Rabbimiz..! Cümlemizi, kalblerinin serâsı altında îman servetini muhâfaza eden hâs kullarından eyle…

Rabbimiz..! Tenlerimiz tahte’s-serâya girince îman servetimizi cânımıza kılavuz eyle, yoldaş kıl…

Âmîn bihurmeti Tâhâ ve Yâsîn…

Selâm’ın selâmeti, Latîf’in letâfeti ile…

Abdülkadir DAĞLAR

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu