Bilmediğiniz ama keşfettikçe sanki daha önce görmüşsünüz hissine kapıldığınız bir şehirde Ramazan’ı yaşamanın tadı bir başka oluyor. Erbil’de olduğumuz günler boyunca hem manevi rahmet iklimini derinden hissediyor hem de rutin işlerimizi yapıyorduk. Gündüz vakti orucun simalara yansıyan sükûnetini yakinen görebiliyorsunuz. Çarşı pazarda sakin bir yoğunluk var. Erbil Meydanı’nda, Kayserî Çarşısı’nda dolaşan yüzlerce insan arasında tek bir taşkınlık görmüyorsunuz. Ramazan’ın huzuru insanların hâl ve hareketlerine yansıyor. Hatta tiryaki olan bir hocamızın dikkatini çekmiş, yüzlerce insanın dolaştığı meydanda sigara dumanına veya kokusuna rast gelmedim demişti. Hâlbuki bizim coğrafyanın insanı mükeyyefata düşkündür. Ağzı dualı, kalbi imanlı, başı dumanlıdır. Buna rağmen orucun verdiği sabr u sükûnetle hareket ediyorlar. Nikotin ihtiyaçlarını iftar sonrasına saklıyorlardı zahir.
Ramazan’ın manevî etkisini net bir şekilde gözlemlediğimiz yerlerden biri de kampüs alanı idi. Türkiye’de deprem sebebiyle üniversiteler uzaktan eğitimle devam ederken orada cıvıl cıvıl bir kampüs ile karşılaşmak şaşırtıcı idi. İmtihan dönemine denk gelmiş olmamızdan dolayı öğrenciler bahçede ellerinde ders notlarıyla geziniyorlar. Çarşı pazardaki oruç ikliminin bir benzeri burada da hissediliyor. Yiyen içen yok. Hanımefendi öğrencilerin neredeyse tamamının başında bizdeki şal veya yazmaya benzer bir örtü göze çarpıyor. Şaşkınlığımızı gizleyemedik. Hocalardan biri öğrencilerin Ramazan hürmetine bir ay boyunca bu şekilde giyindiklerini söyledi. Ramazan kültürünün toplumdaki bir başka yansımasını da bu şekilde görmüş olduk.
Akşam ise iftardan başlayıp sahur vaktine kadar devam eden canlı bir hayat var. Gece boyunca tüm şehir aydınlık, insanlar dipdiri. Gecenin yarısına doğru adeta yeni iftar sofraları açılır gibi ikinci bir ziyafet merasimi başlıyor. Açık alanlarda, meydanlarda kurulmuş olan seyyar tezgâhlardan kebap dumanları yükseliyor; ışıl ışıl görüntüsüyle, tütsü tütsü kokusuyla insanı cezbediyor. Erbil halkı maaile buralara gelip gecenin ikinci faslını açıyor. Muhtemelen teravih namazından çıkanlar, kebap ve ekşi ayran eşliğinde o tatlı yorgunluklarını üzerlerinden atıyorlar. Sonrasında ise vakit sahura erişinceye değin gelsin kahveler, çaylar…
İkinci günün iftarında Türkoloji Bölümü hocalarından Dr. Ersan Haşim El-Saki’nin misafiriyiz. Ersan Bey, doktorasını Türkiye’de yapmış cevval bir meslektaşımız. Kendisiyle daha önce haberleşmiş ve seyahat hakkında kısa bir sohbet etmiştik. Faruq Kabâb’daki iftar sofrasında Türkiye hatıralarını, Erbil’deki sosyal hayatı, Irak’ın yakın tarihini uzun uzun anlattı. Biz de gâh zevk ve hayretle gâh sevinç ve hüzünle onu dinledik. Vakit geceye dönerken hareketli geçen bir günü tamamlamış, otele dönmüştük. Tatlı bir yorgunlukla dinlenmeye çekildik. Zira sabah yine Türkoloji Bölümündeki derslere ve resmi ziyaretlere devam edeceğiz.
Üçüncü iftarda ise Türkoloji bölüm başkanı Dr. Hazım Bey’in ve diğer hocalar Dr. Goran ve Dr. Kervan Beylerin misafiriyiz. Her üç hocamız da Türkiye’de doktora yapmış, Ankara’nın sert kışından, ayazından nasibini almış. Bu akşamki iftar nasibimiz Abu Shahab lokantasında. Hocalarımızın tatlı sohbetleri eşliğinde zamanın nasıl geçtiğini fark etmiyoruz bile. Yemek faslının ardından Erbil Meydanı’ndaki şenlikli curcunaya karışıyoruz. Meydanda iğne atsan yere düşmeyecek denli bir kalabalık var.
Çarşı ile meydanın birleştiği noktada Kahvehane-i Meçko’dayız. Burası şehrin en eski çay ve kahve mekânlarından. Duvarlarındaki eski resimler, masaların arasına serpiştirilmiş antika eşyalar mekânın cazibesini arttırıyor. Hele dinlettikleri o nağmeler… Kahvehane sahipleri her milletten insana hizmet verdiklerinin farkında. Hoparlörden bazen Arapça bir ezgi, bazen bir Türkmen hoyratı yükseliyor. Onu takiben Kürtçe bir uzun hava geliyor. Tam bitti derken aşina olduğumuz bir Anadolu türküsü kulaklarımıza çalınıyor. Meçko, bizim Sivas’taki Çerkezin Kahvesi’ne veya Maraş’taki Yaşar Pastanesi’ne benziyor. Mekânın hemen önüne birbirine zincirlenmiş sıra sıra sandalyeler… İnsanlar bu sandalyelerde yan yana oturup meydanı izlerken çay kahve içiyorlar. Biz de Menemen destisi gibi dizilmiş onlarca vatandaşın arasında kendimize bir yer bulduk. Taze çay eşliğinde Erbil’in kültür tarihine dair enfes bir sohbet gerçekleşti. Hazım Bey’in neşesi, Goran Bey’in bilgeliği, Kervan Bey’in samimiyeti günün yorgunluğunu bize unutturdu.
Artık muhabbet faslını kapatma zamanı. Gün yorucu, akşam keyifli idi. Tam otele dönmeye karar vermişken gecenin asıl sürprizi ile karşılaşacağımızı nereden bilelim!
(Devamı gelecek.)