Alişimin kaşleri kare
Sen açtın sineme yare
Ah bulamadım derdime çare
Diye bir Rumeli türküsü ile başlıyordu Hüseyin Süleyman’ın Aliş Tiyatrosu. Hüzünlü bir türkü ve hüzünlü bir de hikayesi vardır. Hüseyin Süleyman 1900 yılı Kumanova doğumludur. Balkan harbinin ardından eğitim hayatında aksamalar olsa da babasının bu yöndeki isteği, eğitimine devam etmesinde önemli rol oynar. Dönemin tanınmış müderrisi Bedri Efendi’den dersler alması, ardından özel bir okula kaydının yapılması vs hep bu isteğin bir neticesi…
İyi bir tahsil hayatından sonra bir müddet babasının yanında çalışır. Bu esnada ülkede manzara Türkler için hiç de iç açıcı değildir. Çünkü Balkan savaşları sonrası Osmanlı bu topraklardan çekilmiş ve yerine Sırp, Hırvat-Sloven Krallığı kurulmuştur. Türkler artık azınlıktır. Birinci Dünya harbiyle birlikte vaziyet çok daha kötü bir hale gelir. Hüseyin Süleyman ise bu esnada 1940’lara kadar Türk azınlığın fakir çocuklarına ücretsiz okuma yazma dersleri vermekle ve kendisini de fırsat buldukça geliştirmekle meşguldür. Ücretsiz ders vermesinin nedeni Türk azınlığın Balkanlarda artık eğitim sisteminin dışına itilmiş olmasındandır. Türk çocuklarının cahil kalmasına razı olamaz ve elinden geldiğince gayret gösterir.
1929 yılı babası vefat eder ve bunun üzerine Üsküp’e, Yahya Kemal’in “Kaybolan Şehir” adlı ağıdını yaktığı o güzel şehre yerleşir. Sıkıntılı yıllar devam eder. Bu esnada Üsküp Rüfai Şeyhi ile yakın dostluk kurup onunla İslam felsefesi üzerine sohbetlerde bulunur. Glişa Elezoiç ile tanışır. Birlikte Üsküp’teki ata yadigarı mimari eserler üzerine çalışmalar yürütürler. Üsküp’teki hanlar, hamamlar, çeşmeler, medreseler, tekkeler, camiler ve bedestenler incelenir. Bu incelemelere dair izlenimlerini de 1950’li yıllarda Üsküp’te haftalık olarak yayınlanan Birlik Gazetesi’nde yayınlar. Hemen ifade etmek gerekir ki bu yazılar, konu üzerinde araştırma yapacaklar için oldukça önemli bir kaynaktır.
İkinci Dünya Harbi ve ardından Yugoslavya’nın kurulması bir fırsat doğurur. Türkçe ile eğitim hakkının verilmesi, basın-yayın ve edebiyat faaliyetlerine müsaade edilmesi ile 50 yıla yakın süren hasret bitmiş olur. Türklerin öğretmen okullarına da kabul edilmeye başlaması üzerine Hüseyin Süleyman; İrfan ve Tefeyyüz İlkokullarında başladığı Türkçe öğretmenliğine öğretmen okulunda devam eder. Yani bir yerde Türk çocuklarına eğitim vermeye devam etmektedir.
Hüseyin Süleyman azınlık konumuna düşmüş Türk çocuklarının Türkçe eğitimden mahrum kalmalarına dayanamadığı gibi Balkan Türk kültürünün yok olup gidiyor olmasına da tahammül edemez. Bu nedenle de yaşadığı sürece halk kültüründen çeşitli derlemeler yapmak suretiyle Türk kültürünün sözlü kültür ürünlerini kayıt altına almaya çalışır. Makedonya’daki Türklerin türküleri, manileri, ninnileri, ağıtları, masalları ve halk hikayeleri yapmış olduğu derlemelerle kayıt altına alınmıştır. Bu kayıtlara dair yayınlamış olduğu çeşitli yazılarına Birlik Gazetesi ile Sevinç ve Sesler Dergilerinde rastlamak mümkündür. Ancak şunu da ifade etmek gerekir ki yapmış olduğu derlemelerin büyük bir kısmı hala yayına dönüşmemiştir. Malzemenin büyük bir kısmının bugün hala akrabalarında bulunduğu bilinmektedir.
Bu yönüyle de düşünülecek olursa Hüseyin Süleyman, Makedonya Türkleri arasında Türk halk kültürünün derlenmesinin önemini kavrayan ve bu yönde çalışmalar yürüten ilk Türk aydını ve halk bilimcisidir. Yapmış olduğu derlemeler onun Türk halk edebiyatına olan ilgisini ve merakını artırır. Halk kültür ürünlerinden hareketle bazı öyküler kaleme alır ve öykülerini Sevinç Dergisi’nde yayınlar. Alişimin Kaşleri Kare ile Bardovça Sarayında Bir Aşk Macerası adlı öyküleri bu ilginin sonucunda oluşmuştur ve 1950’li yılların başında Birlik Gazetesi’nde tefrika halinde yayınlanır.
Yazımızın konusuna gelecek olursak yani “Aliş Tiyatrosu”na, işte bu tiyatro eseri Alişimin Kaşleri Kare adlı kendi öyküsünden hareketle yine Hüseyin Süleyman tarafından 1954 yılında müzikli bir tiyatro oyununa dönüştürülmüştür. Burada Hüseyin Süleyman’ın halk bilimci kimliğinin tiyatro metnine adeta damgasını vurduğunu görmek mümkündür. Türkçe’den mahrum kalan Türk çocuklarının bu susuzluğunu gidermek için yıllarca çalışan Hüseyin Süleyman, bu tiyatro oyunu ile Yugoslavya’da azınlık halinde yaşayan Türklerin de bir susuzluğunu gidermek istemiştir. O susuzluk da kendi kültürlerini yıllardır yaşayamamış, ezilmiş, sindirilmiş olan Türklerin kendi kimliklerine ve kültürlerine duşmuş oldukları hasretin susuzluğudur. Bu tiyatro oyunu adeta, elli yıla yakın Türklerin halk kültürlerini özgürce yaşayamıyor olmalarının bir dışavurumudur. Balkan Türklüğünün yaşadıkları kimlik mahrumiyetinin bir avazıdır.
Yıllar boyunca evlerin dört duvarı arasına ve köy meydanlarına hapsolmak zorunda kalan Türk kültürünün geleneksel sunum örnekleri olan türküleri, düğünleri, halk oyunları Aliş Tiyatrosu ile birlikte şehir merkezlerine ve hatta resmi devlet salonlarına taşınmıştır. 1948 senesinde Türk gençlerince Üsküp’te kurulan “Yeni Yol Kültür ve Güzel Sanatlar Cemiyeti”nin buradaki üstlendiği rolü inkâr etmemek gerekir. Dernek büyük bir heyecanla kurulur ve Makedonya Türkleri arasında çeşitli kültürel etkinlikler sergilemeye başlar. Derneğin türkü, şarkı ve oyun gruplarından başka bir de dram grubu vardır.
“Aliş Tiyatrosu” işte bu dönemin ruhunun üretmiş olduğu bir eser olarak ilk kez bu dram grubu tarafından 1958 yılında, Üsküp Halklar Tiyatrosu’nda sahnelenir. O dönemde Üsküp Halklar Tiyatrosu, Türk Dramı rejisörü Lütfü Seyfullah’tır. Lütfü Seyfullah oyun metninden çok etkilenir. Daha sonraları eseri oyuncu arkadaşları ile beraber bir solukta okuyup bitirdiklerini ifade edecektir. Lütfü Seyfullah ve arkadaşlarının eserle ilgili ilk kanaatleri; oyunun klasik anlamda bir melodram olmakla birlikte halkın duygularına seslenen, onun diline, sanat-estetik anlayışına yakın olan bir oyun olduğudur. Anlaşılacağı üzere Aliş Oyunu, tam anlamıyla halkın seveceği, candan alkışlayacağı bir oyundur. Balkan Türkleri üzerinde derin bir etki bırakan oyun 1974 ve 1984 yıllarında tekrar sahnelenir. Her defasında aynı heyecanı ve büyük ilgiyi görür. Her defasında da rejisörlüğünü yapan Lütfü Seyfullah’tır. Hatta Lütfü Seyfullah, 1984 yılında TRT 1 ekranlarında bu oyun 3 bölümlük dizi olarak yayınlandığında da o dizide görev alacaktır. Yücel Çakmaklı’nın yönetmenliğini üstlendiği bu dizide, Aliş rolünü Ahmet Özhan, Zeynep rolünü ise Sonia Vejnoviç üstlenecektir.
Aliş Tiyatrosu, “Alişimin Kaşleri Kare” adlı Rumeli türküsünün hikâyesine göre 16-17. asırlarda Lom Palanka diye bilinen bir kasabada, Aliş ile Zeynep arasında geçen aşk hikâyesini anlatmaktadır. Hikâyeye göre Aliş, Zeynep’lerin evinde kâhyalık yapan ve aynı zamanda akrabası olan Ali Ağa ile birlikte ev işlerine bakan fakir ancak güzel bir delikanlıdır. Zeynep ise o ailenin zengin kızıdır. Bu gençlerin birbirlerine gönül vermesi Zeynep’in anne ve babasını rahatsız eder. Anne ve baba bu evliliğe karşıdırlar. Zeynep, anne ve babasının rızasına karşı gelemez ve hasta düşer. Aliş de gururlu bir delikanlı olduğu için Lom Palanka’yı terk eder. Zeynep’in hastalığına dayanamayan anne ve baba bir süre sonra ölürler ve Zeynep’i, Kahya ile Dadı’ya emanet ederler. Zeynep gönlündeki Aliş aşkından hiçbir zaman vazgeçmez ve Dadı ile Kahya’yı da kandırarak Aliş’in peşinden onu aramaya çıkarlar. Uzun ve zahmetli aramalardan sonra en nihayetinde Aliş ile Zeynep, İstanbul’da köhne bir handa birbirlerine kavuşurlar. Hikâye bu şekilde mutlu bir sonla bitmektedir.
Aliş Oyunu’nun bıraktığı derin etkinin nedeni, kısmen konusuna ancak daha ziyade oyun esnasında Hüseyin Süleyman’ın Türk folkloruna dair kullandığı folklorik motiflere ve unsurlara bağlıdır. Balkanlar’da geleneksel Türk halk kültürünü, şuurunu ve kimliğini uzun yıllar özgürce yaşamaktan mahrum kalmış olan Türk toplulukları, Aliş Oyunu’ndaki samimi aşk hikâyesi ile folklorik unsurları karşısında adeta sarsılmıştır.
Ne diyelim dostlar…
Hüseyin Lüleyman’a ve Lütfü Seyfullah’a rahmetler olsun.
Kabirleri pür nur olsun.
Hassaten Yücelciler de unutulmasın.
Allah böyle hasretlikler bir daha Türk milletine yaşatmasın…