Doç. Dr. Erhan Çapraz

Maarifte derdimiz sadece Atatürk büstü mü?

Maarif meselemizde en önemli çıkmaza dönüşmüş sorunlarımızın başında, rahmetli Gazi Mustafa Kemale gösterilen ehemmiyetin maalesef bazı muhalifler tarafından “tebcil” mesabesine çıkarılması; buna karşılık bazı muktedirler tarafından da “esfel-i safilin”e indirilmesi gelmektedir. Hatta bu hususta bazılarının da takiyyeye tevessül ettikleri görülmektedir. Bir başka ülkede olsa belki hiç önemsenmeyecek, hatta gülüp geçilecek olan bu sorun yine maalesef bizde maarif gibi hayatî bir konuda esasında doğrudan halkta da bir karşılığı olmayan politik bir kutuplaşmanın “nesne”si haline getirilmiştir. Asıl burada trajik olansa her iki taraf bakımından da haddizâtında “özne” (=Gazi Mustafa Kemal) olan bir değerin bile isteye “nesne”leştirilmesidir.

Meselenin tarihçesine baktığımız zaman, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde büst (heykel) dikme geleneğinin Atatürk ile başladığını görmekteyiz. İlk heykel, 23 Ağustos 1926 yılında Sarayburnu’nda dikilmiş. Heykel, İstanbul Belediyesi tarafından Avusturyalı heykeltıraş Heinrich Kripllel’e yaptırılmış ve mermer kaide ve bronz heykel olmak üzere iki kısımdan oluşan heykelin açılışı, 3 Ekim 1926’da dönemin belediye başkanı Şehremini Emin Erkul tarafından yapılmış. Akabinde aynı yıl Konya’ya; 1927 yılında Ankara’nın Ulus Meydanı’na; 1928 yılında Taksim Meydanı’na, 1930 yılında Kırklareli’ne, 1932’de İzmir’in Konak Meydanı’na ve Samsun’a da heykel ve anıtlar dikilmiş. Heykel ve anıtlara saldırıların artması üzerine de 31 Temmuz 1951’de 5816 Sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun yürürlüğe sokularak büstler devlet güvencesine alınmış. Dolayısıyla sadece politik kutuplaşmalara bağlı olarak büst dikme ve yıkma yarışının 1950’lerden beri bir çatışma zemini oluşturduğu artık açık olarak görülmektedir. Asıl vahim olansa eğitim gibi doğrudan kaderimizi tayin edecek bir alanın da her iki tarafça bu çatışmaya âlet edilmesidir. Beyler! Son seçim de bize açıkça göstermiştir ki, millet artık bu meselenin bilâkaydüşart halledilmesini istiyor. İnanın, bu meselenin çözümünden başka çaremiz de yok artık! Bize, aynı zamanda yeni bir yüzyılın da kapılarını açan yolun şimdi sonuna geldik! Bundan sonra, ülkenin politik kaderini de bunun uygulanıp uygulanmamasının belirleyeceği görülüyor… Yani, er ya da geç bunu gerçekten uygulayan kazanacak! Zira, sürekli olarak kazanmanın, asıl en önemlisi de tüm millet olarak kazançlı çıkmamızın başka bir garanti yolu yok! Meseleye tarihî cihetten baktığımızda ise, ekonomi, eğitim, siyaset, kültür gibi alanlarda sadece neoliberal politikalarla yetinmeyen, bizim “torelifikir.net’”te her alanda ortaya koymaya çalıştığımız kadim töremize uyan politikaların ve bu politikaları güden anlayışın imparatorluk kurduğu veya imparatorluğa namzet olduğu da görülmektedir zaten…

Ha, illâ, bir şey “büst”leştirilecekse, gelin büst yerine okullarımıza, elbette kadim olanı tarihî seyrini de kesinlikle atlamadan bunların hakikata ilişkin değerlerini ve fikirlerini dikelim!

ı. Kainatın ilk nuru (Hakikat-ı Muhammediyye) sayılan Hz. Peygamber’imizin nebevî terbiyesi ile tenvir ve tâlim eyleyelim!

ıı. Sadece “kalem”in izinden gidip Mısır teolojisinde “Kral Thoth”, Yunan mitolojisinde “Hermes”, İslâm edebiyatında ise ilk ders veren müderris olarak kabul edilen “İdris”peygamberimizin rehberliğine sığınalım!

ııı. Lokman Hekim’den, Sokrat’tan (469-399), Hipokrat’tan (460-370), Eflatun’dan (428-348), Aristo’dan (384-324) … hikmet devşirelim!

ıv. Bilge Kağan’dan (683-734), Farabi’den (872-950), İbn Sina’dan (980-1037), Yusuf Has Hacib’den (1017-1077), Gazali’den (1058-1111), Ahmed-i Yesevî’den (1093-1166), Hacı Bektaş-ı Veli’den (1209-1271), Hacı Bayram-ı Veli’den (1352-1430), Akşemseddin Hazretlerinden (1389-1459), Ebussuud Efendi’den (1490-1574), Fuat Sezgin’den (1924-2018), Aziz Sancar’dan (1946) … ilham alalım! 

v. Oğuz Kağan’dan, Bilge Kağan’dan (683-744), Alparslan’dan (1029-1072), Fatih’ten (1432-1481), Yavuz’dan (1470-1520), Abdülhamid’den (1842-1918), Gazi Mustafa Kemal’den (1881-1938), Erbakan’dan (1926-2011) … işaret alalım!

vı. Dedem Korkut’tan, Mevlana’dan (1207-1273), Yunus’tan (1240-1321), Fuzulî’den (1480-1556), Karac’oğlan’dan, Şeyh Galib’den (1757-1799), Seyranî’den (1800-1866), Âkif’ten (1873-1936), Abdülfettah Rauf’tan (1910-1963), Nurettin Topçu’dan (1909-1975), Necip Fazıl’dan (1904-1983), Sezai Karakoç’tan (1933-2021) … edeb ve irfan tahsil edelim!

Bakınız o zaman, çözemeyeceğimiz veya üstesinden gelemeyeceğimiz bir sorunumuz kalıyor mu? Lâkin, sonucu her ne olursa olsun buna dönük bir siyasî irade şarttır gayrı! Bir “açılımı” da hayatî önemi haiz maarifimiz haketmiyor mu sizce?
Hiç unutmuyorum, 2010 yılında eğitim maksadıyla iki aylığına Kırgızistan’a gitmiştik. O zaman Kazakistan’da eğer yanlış hatırlamıyorsam Çin dili ve edebiyatı okuyan bir kardeşimiz mihmandarımız olarak bizi Bişkek’te ortasında Atatürk’ün heykelinin de yer aldığı -ki orada heykeller, sadece büyük parklara dikilir- Atatürk Parkı’na götürmüştü. Biz ise on bin kilometre ötede “biz”e gösterilen “değer”i görünce çok sevinmiştik, fakat diğer taraftan meselenin özünü de iyice kavramıştık! Hani diyorum biz de elbette müşterek bir mutabakat dairesinde büstlerimizi sadece sivil alanlara kaydırsak; politize edilmeye açık alanlarda bu tür bir büst dikme veya yıkma yarışına, yani politik kör dövüşüne girmesek; eğitim gibi “Yeni Türkiye Yüzyılı”nda kaderimizi tayin edecek bir alanda sadece ilmî, fikrî ve edebî tartışmalara koyulsak nasıl olur efendim? 

Erhan ÇAPRAZ 

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu