Doç. Dr. Abdülkadir Dağlar

Nevâ – Nüve – Niyyet Kelimelerine Dâir

Nevâ – NüveNiyyet Kelimelerine Dâir

İştikâk, lugavî olarak “şakk olunma, iki parçaya ayrılma; çekirdek ve tohumun çatlaması, yarılması” anlamlarına gelmektedir… Dolayısıyla iştikâk, tek çekirdeğin ve tek tohumun çatlayıp yarılmasından türeyip üreyen varlık ağacının kökünü, gövdesini, dallarını, yapraklarını, meyvelerini -özüne ve tözüne döndürerek- o ilk çekirdek ve tohumla anlamaya, anlatmaya ve yorumlamaya çalışan bir dil ameliyesidir… Husûsiyetle, dil çekirdeği ve tohumu ile dil şeceresi ve ağacı arasında bulunan kevnî –ontik– ilgi ve ilişkilerin, iştikâk –etimoloji– ilmini ortaya çıkardığını söylemek gerekir…

Bu iştikâk denemesi de işte bu minvâlde nevâ – nüve – niyyet kelimeleri etrâfında var olan anlam evrenini kavrayıp yorumlama niyyeti üzerine gerçekleşmektedir…

Nevâ, “çekirdek; habbe; tohum” demektir…

Nüve, “çekirdek; öz; esâs ilke” anlamlarındadır… Daha çok “ferdî ya da ictimâî her türlü beşerî işlerin, eylemlerin ve oluşumların zemînini teşkîl eden ilk unsur, ilk hareket, ilk adım” anlamlarını karşılamak üzere kullanılmaktadır…

Niyyet, “bir işi yapmayı kafaya koyma; bir ibâdeti yerine getirmeyi gönülden tasarlama; bir eylemde bulunmaya karar verme; bir yere varmak için yola çıkma; yönelme; niyet” anlamlarında kullanılmaktadır…

Nevâ, bir sebzenin, bir meyvenin ya da daha genel anlamda bir bitkinin nüvesidir… Nevâ, bir tohumun toprağa ekilme niyyetidir…

Nüve, cemiyet toprağına ekilen beşerî bir nevâdır… Nüve, niyyetin tâ kendisidir; ictimâî bir niyyet etrâfında gelişen ve bir iş birliğiyle ortaya çıkan beşerî bir oluşumun ilk unsuru, temel taşıdır…

Niyyet, nevânın ve nüvenin derûnunda nihân olan sırdır… Niyyet, yetişip gelişmesi ve üremesi gâyesiyle bir nevâyı toprağa ekme eylemidir… Niyyet, bir işin, bir eylemin, bir yola çıkmanın, bir amelin ve bir ibâdetin nüvesidir…

Nevânın ya da nüvenin tabîî ve fıtrî olması ile niyyetin hasbî ve samîmî olması arasında, hakîkata taalluk ediş ya da hakîkî oluş yönünden doğrudan bir alâka bulunmaktadır… Nüvesi sahîh ya da sıhhatli olan bir oluşum, niyyeti hâlis ve ihlâslı olan bir ibâdet gibidir; devâm edişi ve arkası gelişi bereketlidir… Töresözdür, “Niyet hayır, âkıbet hayır”dır; hayırlı niyyet, bereketli âkıbetin te’mînâtıdır…

Niyyetsiz amel işlemek ve ibâdet yapmak, bir nevâ ekmeden meyve beklemek ve bir nüve oluşturmadan ilkesiz bir oluşum ya da temelsiz bir binâ kurmak gibidir… Zîrâ Habîbullâh -aleyhissalâtu vesselâm- efendimiz buyurmuştur: “İnneme’l-a’mâlu bi’n-niyyât… (Ameller, -sâhiplerinin- niyyetleriyledir, niyyetlerincedir, niyetlerine göredir…)”… Yânî, nevâ ekmek, nüve oluşturmak ve niyyet etmek, umulan ve beklenen netîcenin ortaya çıkmasının ön şartıdır…

Yukarıya tekrar bakılacak olursa, nevâ ve nüvenin “çekirdek” anlamının, habbe kelimesi ile paylaşılmakta olduğu görülecektir… Dolayısıyla, habbe kelimesiyle kökteş olan muhabbet yânî sevginin -ve de zıddı sayılan nefretin-, esâsında tüm iş ve eylemler ile tüm amel ve ibâdetlere yönlendiren en etkin sevk edici unsur ya da niyyet olduğunu söylemek yanlış olmaz… Yânî, sevmek ve istemek, en etkili niyyet sayılır…

Muhakkak, her niyyetin bir nüvesi, her nüvenin de bir nevâsı vardır… Mahlûkâtın yaratılışının bir nevâsı ve mevcûdâtın türeyişinin de bir nüvesi vardır: Mahabbet… Yânî muhabbet… Yânî sevgi… Kâinât, ezelî ve ilâhî muhabbet nevâsının -ya da habbesinin- Habîbullâh aynasına ekilmesi netîcesinde yaratılmış ve Muhammedî bereketle türeyip üremiştir…

Denilebilir ki muhabbet, en sırrî nevâ, en ezelî nüve ve en bereketli habbedir… Yine denilebilir ki yaratılış ve türeyiş hikâyesindeki -tâbîri câizse- “ilâhî niyyet”in adıdır, muhabbet… Bu niyyet, “Kuntu kenzen mahfiyyen fe ahbebtu en u‘rafe fe halaktu’l-halka li-u‘rafe… (Ben, gizli bir hazîne idim, bilinmeyi sevdim -bilinmek istedim-, beni bilsinler diye halkı yarattım…)” hadîs-i kudsîsindeki “ahbebtu” kelimesiyle ifâde edilen muhabbetullâh ya da ezelî nüvedir…

Nevâlar, nüveler ve niyyetler, Allâh’a emânettir ve Allâh’ın kudret elindedir… Toprağa ekilen kuru nevâya hayat veren, cemiyette oluşan nüveyi harekete geçiren, kalbde uyanan niyyeti de amel ve ibâdet sâhasına çıkartan ancak Allâh’tır… Nitekim, “İnnellâhe fâliku’l-habbi ve’n-nevâ yuhricu’l-hayye mine’l-meyyiti ve muhricu’l-meyyiti mine’l-hayyi zâlikumu’llâhu fe ennâ tu’fekûn… (Tohumu ve çekirdeği çatlatan hîç şüphesiz Allâh’tır; diriyi ölüden, ölüyü de diriden çıkarır; işte budur, Allâh; nasıl yüz çevirip dönersiniz…)” (En‘âm / 95) âyeti, bu hakîkatı âşikâr bir şekilde beyân etmektedir…

Neye niyyet, neye kısmet…” töresözü tam da bu noktada hakîkî anlamını kavrayıp kuşanmaktadır… Niyyet tohumundan -ya da nevâ ve nüve çekirdeğinden- ancak Allâh’ın takdîr ve taksîm ettiği kadarı türeyip üreyebilir… Yânî, mutlak mânâda belirleyici olan, beşerî niyyet değil, ilâhî niyyettir ki ona da “kader, kısmet” denilmektedir… Mühim olan mesele, karıncanın hacca niyyetlenmesi, yola düşmesidir; vâsıl olması ise, kaderdir, kısmettir…

Bu arada, belki biraz da derin bir iştikâkın, yânî diller arası bir iştikâkın muhtemel ve nazarî bir yansıması olabilecek nevâ kelimesinden husûsiyetle bahsetmek yerinde olacaktır… Arapça’da “çekirdek; tohum” anlamlarında kullanılan nevâ, Farsça’da “ses; âhenkli ses” anlamlarına karşılık gelmektedir… İki dildeki bu anlamları bir arada değerlendirildiğinde, nevâ kelimesinin, tözlerin tözü sayılan cevherî “Kun… (Ol…)” kelimesiyle kevnî -ontik- bir ilişkisinden söz etmek mümkün hâle gelir… Şu durumda mahlûkâtı yaratıp mevcûdâtı türeten ilâhî niyyetin ses-söz düzlemindeki nevâ ve nüvesinin (çekirdek ve tohum), “Kun… (Ol…)” nevâsı (ses ve söz) olduğu iddiâ edilebilir; zîrâ bu, ezelî adem (yokluk) sâhasında ebedî vücûd (varlık) toprağını tohumlayıp dölleyerek kâmil bir nizâm ve âhenk kuran kelime sayılır…

Bir başka nazardan yapılabilecek şu yorumları da bu denemede dile getirmek gerekir…

En tabîî nevâ, en fıtrî nüve ve en hâlis niyyet “rızâ”dır; sâdece cenâb-ı Hakk’ın rızâsını taşıyan amel ve ibâdetler ile sâdece cenâb-ı Hakk râzı olsun diye yapılan iş ve eylemler hayırlıdır ve sâdece onlar sonuca ulaşıcı ve bereketle türeyicidir… “İyilik yap denize at, balık bilmezse Hâlık bilir…” töresözü, ücretin halktan değil, ecrin Hâlık’tan beklenmesi gerektiğini; amel, ibâdet, iş ve eylemlerin ancak böylece kıymetli ve bereketli olabileceğini iş‘âr etmektedir…

Tüm iş ve eylemler ile tüm amel ve ibâdetlerin, ciddî bir niyyet tâkîbi sâyesinde, sâdece rızâ-yı ilâhî ile güzelleştirilmesine, sevilir ve beğenilir hâle getirilmesine ihsân adı verildiği mâlûmdur… İhsân sâhibi demek olan muhsin, “her iş ve eyleminde Allâh’ın kendisini görüp gözettiği şuûrunu taşıyan, her amel ve ibâdetini Allâh’ı görüyormuş gibi yapan; doğru, iyi ve güzel niyyet sâhibi kimse” anlamına gelmektedir… Onun yaptığı işler ve ameller değil, yalnızca niyyetleri doğrudan Allâh’a ulaşır… Nitekim kurbân kesme mevzûu ile alâkalı şu âyette bu durum şöylece ifâde edilmektedir..:

Len-yenâlellâhe luhûmehâ ve lâ-dimâ’uhâ ve lâkin yenâluhu’t-takvâ minkum kezâlike sehharahâ lekum li-tukebbirullâhe ‘alâ-mâ hedâkum ve beşşiri’l-muhsinîn… (Onların –kurbanların– etleri de kanları da aslâ Allâh’a ulaşmaz; fakat, O’na –Allâh’a– sizin takvânız –sağlam niyyetle kaçınıp korunmanız– ulaşır; böylece O, size –bir hediyye olarak– hidâyet etmesi üzerine Allâh’ı büyük tanıyasınız diye onları sizin hizmetinize verdi; muhsinleri – iyiliği güzelce yapanları– müjdele…)” (Hacc / 37)

Anlaşılmaktadır ki, hüsn ve hasen (güzellik ve iyilik) en bereketli nevâ ve nüvedir… Kurbân gibi, ictimâî yönleri de bulunan ameller ve ibâdetler, iyilik niyyeti üzerine güzellikle yapılmalıdır ki tüm cemiyet toprağında bereketle neşv ü nemâ bulsun, türeyip üresin…

Bugün 9 Zilhicce 1444… Arefe Günü…

Niyyet edip de kendilerine hacca gitme kısmeti bahşedilenler, kurbân ibâdetlerini mukaddes topraklarda îfâ edecekler… Hacca gidemeyenler de hâlis niyyetleriyle kesecekleri, kestirecekleri kurbânlarla hacc sevâbına nâil olmaya çalışacaklar…

Hacca gidenler, Beytullâh’a vararak cenâb-ı Hakk’a yaklaşmış, kurbiyyete vâsıl olmuş, yakınlaşmış sayılacaklar… Niyyet edip de hacca gidemeyenler ise, bu kurbiyyete, bu yakınlığa kurbân ibâdeti ile ulaşmaya çalışacaklar…

Her kurbân, toprağa ekilen bir nevâ, cemiyet toprağına ekilen bir nüve, gönül toprağına ekilen bir niyyettir…

Mevlâ, tüm huccâcın bu mübârek günde Mekke’de yaptığı duâları kabûl eylesin… Mevlâ, niyyet nevâsını kalb toprağına ekip de hacca vâsıl olamayanların duâlarını da makbûl eylesin… Mevlâ, zâtına yaklaşma ve yakınlaşma niyyetiyle kesilen tüm kurbânları kurbiyyete vesîle eylesin… Âmîn…

Selâmet ve letâfetle nice bayramlara vâsıl olmak duâsı ile…

Kurbân Bayramı’mız mübârek olsun, efendim…

Abdülkadir DAĞLAR

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu