Sebak – Sebk[at] – Sibâk Kelimelerine Dâir
Ey düşmanım sen benim ifâdem ve hızımsın
Gündüz geceye muhtaç bana da sen lâzımsın
diyordu, Töreli Türk Edebiyâtı’nın büyük şâiri Necip Fazıl Kısakürek…Töre budur; gündüz gecenin, gece gündüzün önüne geçer, âdetâ bir yarıştır bu… Töre budur; güneş ve ay kendilerine açılan mecrâda akıp dururlar… Ve düşman… İnsâna hız verir, dikkat ve rikkat verir; insânı ayakta ayık tutar… Zîrâ töresözdür..: “Su uyur, düşman uyumaz…”
Âdetâ düşman askerleri gibi, kelimeler de uyumazlar; birbirini gözetleyip geçmek isteyen rakipler misâli kendilerini yeni şekillerle zenginleştirir, yeni mânâlarla donatırlar; yânî, -tâbîri câizse- mânâ bakımından kendilerini sürekli olarak güncellerler…
İştikâk ilmi, bir nevî kavramların ve kelimelerin sâbıka kaydının sûretidir; onların geçmişine birer derslik sebak aynaları tutar… Kelimelerin târihî şekilleri arasında kurulan sebk[at] köprülerinden geçişleri iştikâk ilmi tanzîm eder… Kavramları ve kelimeleri, iştikâk ilminin usûlleri ışığında ve kendi sibâk u siyâkları izleğinde tâkîb etmeden onlar hakkında değerlendirmelerde bulunup yorumlar yapmanın müşkilâtı mâlûmdur…
Bu iştikâk denemesi, bir nebzecik olsa da geçmişe, geçmişten günümüze yansıyan izlere ayna tutma; bu vesîle ile geçmişten ders çıkarmanın ehemmiyetine yeniden temâs niyyetiyle kaleme alınmaktadır…
Sebak, “ders” demektir…
Sebk[at], “geçme; öne geçme, önceden geçme; önce olma, önde olma” anlamlarındadır… Daha çok “oyun, yarış ve yarışmalarda öne geçme, önde olma” karşılığında kullanılmaktadır…
Sibâk, “bir şeyin öncesi; bir ibârenin öncesi; bir metnin bağlamını oluşturan geçmiş” anlamlarına gelmektedir… Bu, bilhassa “bağlam” anlamındaki sibâk u siyâk -ya da siyâk u sibâk– terkîbinde kullanılan bir kelimedir…
Sebak, bir ilim sınıfını oluşturan sebakdaşlar arasındaki sebk ya da sebkat yarışıdır… Sebak, sibâkı öğrenmektir… Sebak, öncesiyle sonrasıyla, yânî bir nevî sibâk u siyâkıyla, bağlamının dâimî olarak tâkîb edildiği, kaçırılmadığı derstir…
Sebk[at], en büyük sebaktır… Sebk[at], bir sebaktan diğer sebaka geçmektir… Sebk[at], sebakta dâim ve berkarâr olarak hedefe varmaktır… Sebkat, sibâkı bilerek ileriye gitmek, yarışı başarıyla bitirmektir…
Sibâk, bir önceki sebaktır… Sibâk, bir ilim sınıfında tâkîb edilen sebakı, geçmiş sebaktan başlatmak, yânî sebakın mâzîsiyle hâli arasında münâsebet kurmaktır… Sibâk, şimdiki sebaka önceki sebaktan sebk[at] etmek, bir geçiş yapmaktır…
Dersini Geç ki Dersten Geçesin
Dilimizde “dersi geçmek” ya da “dersten geçmek” tâbirleriyle ifâde edilen şey, sebaktan sebk[at] etmek olmalıdır… Bir sebakın hakkı verilmeden sonraki sebaka sebk[at] edilmez, yânî bir dersin hakkı verilmeden sonraki derse geçilmez… Bu, en temel ilmî ve tâlîmî usûllerden biridir…
Bir sebaktan sebk[at] edebilmenin, yânî bir derste başarılı olup diğer derse geçebilmenin en mühim şartlarından birisi, hiç şüphesiz sibâk bilgisidir… Sibâkı bilinmeyen bir sebakta başarılı olmak muhâldir; ve o sebaktan sebk[at] etmek ve ettirmek de tâlîmî bir hatâdır… Sibâk bilgisi, ders müfredâtının çok iyi bir şekilde tâkîb edilmesiyle; bu tâkîb de, ancak derslere muntazaman devâm edilmesiyle mümkündür…
Bir sebak, önceki sebakla sonraki sebak arasında bir köprüdür… Hüner ya da mârifet, bu köprüden sebk[at] edebilmek, yânî geçebilmektir… Bundan dolayıdır ki her sebakın başında bir önceki sebak kısaca tekrâr ile hulâsa edilir, özetlenir… Ders müfredâtının sibâk u siyâkını tâkîb etmeyi kolaylaştıran bu tekrâr usûlü de ilim tâlîminde oldukça ehemmiyet arz etmektedir…
Geçmiş Olsun
En mühim sebak ya da ders alınacak en mühim şey, sebk[at] edenlerin -sâbıkların- hikâyeleri, yânî önden ve önceden geçmiş olanların târihleridir… Bu kelimeler, “geçme, geçmiş olma” anlamı yönünden “’ubûr” (geçiş yapma) ve “’ibret” kelimeleri ile müştereklik göstermektedir… Eskiye ve târîhî olana bir geçiş yaparak öncekilerin hikâyelerinden ve geçmiştekilerin târihlerinden “ibret almak”, bir bakıma “sebk[at]tan sebak çıkarmak” yânî “ders çıkarmak” demektir… Küçümseyici ve aşağılayıcı bir tavırla “esâtîru’l-evvelîn” diyerek kıssalardan hisse çıkarmaktan kaçmak ve kaçınmak, bir bakıma geçmiş-gelecek arasında köprü olma mükellefiyetini kabûl etmemek, inkâr etmek demektir…
Dilimizdeki “geçmiş olsun” töredeyimi, “hastalık, âfet, kazâ, belâ, musîbet gibi baştan sebk[at] eden menfî hâl ve hâdiselerden ders çıkarma, ibret alma” temennîsiyle söylendiğinde daha da mânâlı hâle gelmektedir…
Târih, büyük bir metindir… Her hâdise, bu büyük târih metninin sibâk u siyâkı içerisinde bir sebak sayılır… Bir beşer olarak insândan beklenen, sebk[at] eden bu akış içerisinden kendisine ibret sebakı tahsîl etmesidir…
Öncüler Öndedir
Bu kelimelerden müştakk ya da bu kelimelerle kökteş iki kelime var ki dilimizde onlardan daha çok kullanılmaktadır..:
Birisi, “geçmiş; geçen, geçmiş olan önceki hâl” anlamındaki sâbık[a] kelimesi; diğeri ise, “karşılaşma; iki rakip tarafın bir oyunu, bir yarışı ve bir yarışmayı karşılıklı olarak icrâ etmeleri; birbirini geçmeye ya da birbirine gâlip gelmeye çalışmaları” anlamlarına gelen müsâbaka kelimesi…
Müsâbaka, sâdece iki rakip takımın karşılıklı yarışını, yarışmasını ifâde etmez; aynı takım içinde, takım hâlinde, birlikte bir yarışı da ifâde eder… Bir takımın, aynı hedefe birlikte varmak için kendi içinde yarışan üyelerine ise sebakdaş adı verilir… Bu, ilim için de böyledir; sebakdaşlar, yânî sınıf ya da ders arkadaşları, birbirlerini alt etme niyetinden ziyâde aynı ilmî hedefe doğru daha hızlı ilerlemek gâyesiyle birbirlerinin önüne geçmeye çalışarak yarışırlar… Bu yarış ve yarışma, bir tâlim ve taallüm ortamında muallimlerin te’sîs edip uyguladıkları mühim bir usûldür de aynı zamanda…
Bir nevî “hayırda yarış”tır, bu… “Ve’s-sâbıkûne’s-sâbıkûn… (Önde olan öncüler, yine öndedirler…)” (Vâkı‘a / 10) âyetiyle müjdelendiği üzere, fîsebîlillâh îmân, hayır ve cihâd yarışında önde olan öncüler, ebedî cennet ni‘metlerine ulaşmada da önde olacaklardır… O öncüler, Allâh’a diğerlerinden daha önce yaklaşan, daha yakın olanlardır..: “Ulâ’ike’l-mukarrebûn fî-cennâti’n-na‘îm… (Onlar -o öncüler-, na‘îm cennetlerinde Allâh’a yakın ve yaklaştırılmış kimselerdir…)” (Vâkı‘a / 11-12)
Mekke döneminde İslâm’a ilk girenler ile Medîne döneminde İslâm’ı ilk kabûl edenler, “önden girenler, öncüler” anlamında sâbıkûn kelimesiyle anılmış, ümmet içerisinde onların fazîletleri apayrı bir mertebede kabûl edilmiştir… Haklarındaki şu âyet de bu husûsu gâyet sarîh bir şekilde beyân etmektedir..:
“Ve’s-sâbıkûne’l-evvelûne mine’l-muhâcirîne ve’l-ensâri v’ellezîne’ttebe‘ûhum bi-ihsân razıyallâhu ‘anhum ve razû ‘anhu ve e‘adde lehum cennâtin tecrî tahtehe’l-enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ zâlike’l-fevzu’l-‘azîm… (İslâm’ı ilk önce kabûl eden muhâcirler ve ensâr ile, onlara ihsânla uyanlar var ya..; Allâh onlardan râzı olmuş, onlar da O’ndan râzı olmuşlardır; Allâh, onlara içinden ırmaklar akan, ebedî olarak içinde kalacakları cennetler hazırlamıştır; işte büyük başarı budur…)” (Tevbe / 100)
Hazret-i Ebûbekir, Hazret-i Ömer ve Hazret-i Osmân gibi İslâm’ın o ilk öncülerinin, hayır yarışında da öncü ve önde oldukları da târîhin kayıtlarından günümüze yansımaktadır…
Sâbıka Kaydı
Resmî iş ve işleyiş evrâkı arasında sayılan “sâbıka kaydı” örneğinde görüldüğü gibi, bir kişinin sâbık yânî geçmiş hayâtı devlet için ne kadar önemliyse, en az onun kadar ve daha ziyâde o kişinin kendisi açısından önemli olmalıdır… Kişi öncelikle kendi sâbık hayâtından sebaklar, yânî dersler çıkarmalıdır… Bu bakımdan sâbıka kaydı, bir nevî geçmiş hayâtın bir aynası ve de bir karnesi sayılmalıdır… Bu, kişinin her günün sonunda kendi kendisine sorduğu -Hazret-i Ömer’e izâfe edilen- “Bugün Allâh için ne yaptın..?” sorusuyla günlük bir kayda dönüşür… Kezâ, bu kaydın ömürlük bir sûretini her dâim göz önünde bulundurmayı da Habîbullâh -aleyhissalâtu vesselâm- efendimiz şöylece tavsiye buyurmaktadır..: “Hâsibû enfusekum kable en tuhâsebû… (Hesâba çekilmeden evvel kendinizi hesâba çekiniz…)”…
Hulâsa-yı kelâm…
İnsânın en büyük rakîbi kendisidir, kendi nefsidir… Kendisiyle yarışan, nefsiyle müsâbaka hâlinde olan insân, hakîkî tekâmülün yolunda yürüyor sayılır… İnsân hep sâbıkasına, öz geçmişine bakmalı, “Neydim, ne oldum..?”, “Neredeydim, nereye geldim..?”, “Hangi çirkin sıfatlarımı bertaraf ettim, hangi güzel hasletlerle donandım..?” gibi soruları dâimâ kendisine sormalıdır… İnsân bu hususta kendisine “Sebekat rahmetî ‘alâ-ğazabî… (Rahmetim gazabımı aşıp geçti…)” hadîs-i kudsîsinin mazmûnunu kılavuz edinmelidir…
Beşeriyyet târîhi boyunca teselsül eden sebaklar zincîrinden gerekli ibret derslerini çıkarmaktır, hakîkî aklî vazîfe… Bir sebaktan diğerine kurulan sebak köprüsünden sebk[at] etmeden kâmil bir akla ve âmil bir nakle sâhip olunamayacağını idrâk etmektir, tefekkürün esâsı… Her sebakı kendi sibâk u siyâkında değerlendirebilmektir, hakîkî hüner ve mârifet…
Allâh’ın hidâyeti, rahmeti, bereketi, inâyeti cümlemizin yoldaşı olsun…
Daha nicelerine kavuşabilmemiz niyâzıyla şu son sâatlerindeki Kurbân Bayramı’mız hayırlara vesîle olsun… Âmîn…
Letâfetle vesselâm…
13 Zilhicce 1444
Abdülkadir DAĞLAR