Son dönemlerde “truth” ve “post-truth” şeklindeki kavramların dilimizde “gerçek” ve “hakikat”a denk bir kabul ve kullanım alanı kazandığı hepimizin malûmudur. “Ammavelakin” bağlaç kalıbında görüldüğü üzere kavramın gerçek ile hakikatı aynı postulat içerisine hapsederek gerçek hakikatın karşılığı imiş gibi kullanılması bizde hakikatın gerçekliğine dair bazı şüpheleri de beraberinde getirmektedir. Esasında Batı’nın töre değerleri bakımından çok da birbirinden bağımsız bir kıymet taşımayan bu truth postulatı bizde kesin sınırlarla birbirinden ayrılan oldukça birbirinden bağımsız töre değerleri haizdir. Öyle ki hakikat, bizzatihi gerçeğin (realite) tüm postulatıyla gerçekliğini de içerisine alan bir töre değer taşır. Fakat bu hakikattan mahrum olanlarının birbirinden oldukça bağımsız, hatta birinin (hakikat) doğrudan diğerini de kapsayan kavramları maalesef hakikatından uzak vurdumduymaz bir şekilde kullanmalarına bir mânâ vermek zordur.
Gerçek, değişebilen bir doğruluk değerine sahip iken; hakikat, doğruluğu mutlak ve kanıtlanabilir “ol”andır. Bu yüzden “gerçek” ile “gerçeklik” ve “hakikî” ile “hakikat” aynı “öz”e bağlı olmakla beraber mutlak doğruya göre değişkenlik gösterir. Dolayısıyla değişen “öz” ile ilgili olan “gerçek”i; değişmeyen “öz” ile ilgili olan ise “hakikî”yi teşkil eder. “Gerçek”lik duyular düzeyinde “realite” iken; “hakikat” akıl düzeyinde “truth”tur. Tasavvufî bağlamda ise “gerçek” kesrete; “hakikat” ise vahdete denktir. Kısacası “hakikat”, kaynağını doğrudan Ku’an ve Sünnet’ten alan “töre”nin de aslında ta kendisidir!
Töreli Türk Edebiyatı, bu anlayışı edebî gelenekler ve metinler üzerinden ortaya koymayı kendisine şiar edinen idrak ve kabulün adıdır. Anlayış, aynı fikir temelinde “töreli fikir” şeklinde bir harekete de dönüşmüş bir vaziyettedir. Hiç şüphesiz bunlar da yukarıda sözünü ettiğimiz “gerçek”in doğrudan Hakk’a ve hakikata dönük tezahürleridir.
Peki biz, günümüzde belki de kasıtlı olarak yapılan “hakikat”ın yerine “gerçek”i koysak ne olur? Buna isterseniz rahmetli Tarık Buğra ile cevap verelim. Bir cemiyette kendine sormuşlar: Hocam, “’Hakikat’ yerine ‘gerçek’ desek ne kaybederiz ki?” Demiş: “Hakikatı kaybederiz evlat hakikatı!”
Efendim, gerçeğiniz hakikat değil; hakikatınız gerçek olsun!
Efendim ey meded!
Ârifî’m soylamış, görelim cânım ne soylamış:
hakikat âşığyız erenler
hâlimiz kâlimiz zor bizim
ârifî’m posta baş serenler
dârında kârımız zâr bizim…