Doç. Dr. Abdülkadir DağlarEdebiyâtTöreli Yazılar

ÂH AMÂN AMÂN ÂH

ÂH AMÂN AMÂN ÂH

Töreli Türk Şiiri, “âh”ın Allâh -cellecelâluhû-, “amân”ın da Muhammed -aleyhissalâtuvesselâm- anlamına geldiğini söyleyegelmiş…

Mâlûmdur ki âh, elif-hâ harfleriyle yazılır; Arabî harfli kimi Türkçe metinlerde ise lafzatullâhAllâh lafzıelifhâ harfleriyle kısaltmalı olarak yazılmıştır… Ayrıca, ebcedde âh kelimesinin sayı değeri 6 olduğu için âh âh nidâsı, yânî peşpeşe söylenmiş iki âh, 66 sayısını göstermektedir; 66 sayısı da Allâh ism-i celîlinin ebceddeki karşılığıdır… Ezcümle, mâşûkun vefâsızlığından “âh âh” diyen âşık ve zâlimin zulmünden “âh âh” çeken mazlûm hakîkatta “Allâh” diyordur; işini Allâh’a havâle ediyordur… Zîrâ, onların âhları ile Allâh arasında perde olmadığını, o âhların doğrudan Allâh’a ulaştığını yine töreli edebiyâtımız bildirmektedir…

Necâtî, sevgilisine hitâben

Eser itmez n’idelüm âh-ı seher-gâh sana

Meger insâf vire dôstum Allâh sana

derken, Allâh sevgiliye insâf vermezse seher vaktinde çektiği âh çığlığının -ya da çektiği Allâh zikrinin- onun taşlaşmış kalbine te’sîr etmeyeceğini söylemektedir…

Bu mazmûn dâiresinde, “Mazlûmun âhı, indirir şâhı…” töresözündeki “âh”dan murâdın “Allâh” olduğunu ve zâlim şâhı vakti geldiğinde zulüm tahtından indirecek olanın da Allâh olduğunu ifâde etmektedir… Kezâ, “Mazlûmun âhı çıkar âheste âheste…” töresözü, o âhların emîn sâkin bir şekilde el-‘Adl olan Allâh’a yükseldiğini ve adâletin er ya da geç tecellî edeceğini bildirmektedir…

Cibâlî de muammâ yollu kıt‘asındaki

Hem ezelden hem ebedden seslenir
Vezni müşkil kâfiyesi âh imiş
İki âlem iki mısrâ tek beyit
Bir şiirdir mahlası Allâh imiş

mısrâlarıyla âh ile Allâh arasında kurulan bu töreli edebî ilişkiyi iş‘âr etmektedir…

Aynı edebî hakîkat alanında, “vâh” (v-âh) nidâsı da vâv harfinin 6, âh lafzının da 6 sayısına tekâbül etmesiyle 66 sayısını, dolayısıyla da Allâh ismini vermektedir… Yânî, “vâh vâh” diyerek hayret dolu hüznünü ifâde eden kul, “Allâh Allâh” demiş olmaktadır…

Çığlık diliyle Allâh anılır da Resûlullâh anılmaz mı; o da anılır elbet…

“Amân”… “Emân”…

Yine mâlûmdur ki Resûlullâh, Muhammedü’l-Emîn’dir, “el-Emîn” isminin de sâhibidir; sâdece dostlarının değil, düşmanlarının bile elinden ve dilinden emîn oldukları ve kendilerini emniyette hissettikleri insandır o… Kezâ o, nübüvvet ve risâletin en kâmil mümessili olarak “emânet” sıfatının da sâhibidir…

Emîn ismi ile emânet sıfatı üzerine…

Elif-mîm-elif-nûn harflerinden teşekkül eden “emân” kelimesinin ebced nizâmındaki sayı değeri 92’dir; bu nizâma göre 92 sayısı aynı zamanda “Muhammed” ism-i şerîfine tekâbül etmektedir… Dolayısıyla emân dileyen mazlûm ya da derdli âşık, araya hazret-i Muhammed efendimizin ismini ve hâtırını koymuş sayılmaktadır… Bu temsîlî hakîkat en güzel şekilde Yaman Dede’nin

Emân lafzı senin ism-i şerîfinle müsâvîdir

Anın’çün âşıkın zikri emândır yâ Resûlallâh

beytinde ifâdesini bulmaktadır…

El-emân mine’l-îmân…” (Emân, îmândandır…) töresözü, evvelemirde insanlara emn ü emân vermenin –emniyet telkîn etmenin-, îmânın ve mü’minin şiârından olduğunu ifâde etmekle birlikte, emân hazretlerinin, yânî emân kelimesi ile temsîl edilen hazret-i Muhammed’in, îmânın esâslarından biri olduğunu îmâ etmektedir…

Öte taraftan, asırlarca tekkelerin duvarlarını süslemiş olan “Emân yâ Resûlallâh…” ve “Emân yâ Fahr-ı ‘Âlem” levhaları da, mahşer günü için ondan şefâat bekleyenlerin gönüllerini müjdelerle doldurmakta idi… Zîrâ, “emân dileme”nin bir mânâsı da Şefî‘u’l-Müznibîn efendimizden şefâat taleb etmekti…

Töredilimiz, geleneğin şuûraltını şifâhî yolla nesilden nesile aktarmaktadır… Ancak, kimileri şuûraltından tevârüs ettiği bu derin şuûrun idrâkindedir, kimileri de bu şuûrdan gâfil ve bîhaber görünmektedir…

Töreli edebiyâtımızın şuûraltından beslenen türkülerimiz, hoyratlarımız, uzunhavalarımız asırlarca bu iki kelimenin, âh ve emân kelimelerinin çığrılması etrâfında icrâ edilegelmiştir…

Kazancı Bedih ustâdın ağzından şu uzunhava da aynı hakîkat alanı dikkate alınarak dinlendiği takdirde murâdını âşikâr edecektir:

Âh

Tükendi nakd-i ‘ömrüm dilde sermâyem bir âh kaldı

Ne vasl-ı ârız-ı dilde ne yaramda nigâh kaldı

Yaman emân emân emân ey emân

Âh

Derûnum derdini Lokmân’a gösterdim dedi eyvâh

Bu derdin def‘ine çâre hakîkî bir İlâh kaldı

Yaman emân emân emân ey emân

Âh

Kara günlerde mi halk eylemiş kim beni Mevlâm

Tutuldu şems-i bahtım gonca güllerim siyâh kaldı

Amân

Perîşân hâlıma hîç kimselerden olmadı imdâd

Benim ‘arz etmedigim şâh vezîr-i pâdişâh kaldı

Bu Rıf‘at varını yârân uğruna eyledi yağmâ

Elimde sâde bir keşkül başımda bir külâh kaldı

Amân amân güzel amân

Takdîr-i Hudâ kuvve-yi bâzûyla dönmez

Bir şem‘ ki Hakk yandırırsa bin bâd ile sönmez

Amân emân emân emân amân

Amân amân amân güzel amân

Bütün âhların muhâtabı Allâh’a sonsuz hamd ü senâ olsun…

Mahşer gününün emâncısı “güzel” Resûlullâh’a sayısız salât u selâm olsun…

Âh emân…

Abdülkadir Dağlar

 

 

 

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu