Filistinliler Yahudilere Topraklarını Sattı mı?
Filistin; Akdeniz’in güneydoğu ucunda, Asya ile Afrika arasında köprü konumunda bulunan tarihî bölgeye verilen isimdir. Tarih öncesi devirlerden itibaren (M.Ö. 12. yüz yıl) çeşitli kavimlerin istilâsına maruz kalmıştır. Bunun iki önemli sebebi, vardır. Bunlardan birincisi, Filistin’in Arap coğrafyası içinde sahip olduğu tabi zenginlikler ve stratejik konum, ikincisi ise üç büyük ilâhî dinin doğup gelişmesinde oynadığı önemli rol ve buna bağlı olarak içinde barındırdığı başta Kudüs olmak üzere kutsal yerlerdir. Bu özelliğinden dolayı bölge “arz-ı mukaddes” şeklinde adlandırılmıştır.
Aslında Filistin’i Kudüs üzerinden anlatmak gerekir. Çünkü bu coğrafyayı önemli kılan en önemli husus Kudüs’ü bağrında barındırmış olmasıdır. Kudüs, Müslümanların nazarında sadece bir toprak parçasından ibaret değildir. Müslümanlar için kutsal bir emanettir. Kudüs, Hz. Âdem’den, Hz. Muhammed’e (s.a.s) kadar gelen bütün peygamberlerin kadem-i şerifleriyle (ayak izi) şereflendirdiği bir beldedir. Hz. Peygamber’in (s.a.s) isrası ve miracı ile onurlanıp taçlanmıştır. Bu yönüyle İsra ve Miraç mucizesinin yaşandığı bu şehir yeryüzünde âlemlerin rabbine açılan bir yolun ve göklerden dünyaya inen bir rahmetin şahididir. Sezai Karakoç’un deyimiyle;
“Ve Kudüs şehri gökte yapılıp yere indirilen şehir.”
“Tanrı şehri ve bütün insanlığın şehri” dir.
Kudus (Mescid-i Aksâ) Hz. Peygamber’in (s.a.s) 23 yıllık peygamberlik süresinin 14 yılını buraya doğru yönelerek namaz kıldığı mukaddes bir mekândır. Medine döneminde de kıble Kâbe’ye çevrilinceye kadar yaklaşık on yedi ay bu uygulama devam etmiştir. Bu nedenle Kudüs Müslümanların ilk kıblesi olarak onların hayatında vazgeçilmez bir yere sahiptir. Kudüs Hz. Ömer döneminde İslam Devleti’nin sınırlarına dahil oldu (637). Daha sonra sırasıyla; Emeviler, Abbasiler, Tolunoğulları, Ihşidiler, Fatımiler ve Selçukluların hakimiyetinde kaldı. Kudüs 1099’da Haçlıların eline geçti. Eyyûbîler hânedanının kurucusu ve ilk hükümdarı Selâhaddin Eyyubî, Hittîn Savaşında Haçlılara karşı büyük bir meydan zaferi kazandı (1187). Sultan, Miraç mucizesinin yıl dönümü olan 27 Receb 583/2 Ekim 1187 Cuma günü Kudüs’ü fethetti. Böylece Kudüs yeniden Müslümanların hâkimiyetine geçmiş oldu. Kudüs, Memlük Devleti’nin ilk kuruluş yılları sırasında (1250-1260) Suriye’deki Eyyûbîler ile Memlükler arasında birkaç defa el değiştirdi. Abbâsî Halifesi Müsta‘sım-Billâh’ın aracılığıyla yapılan barış antlaşması ile 1253’te Memlüklere bırakıldı.
Yavuz Sultan Selim, 29 Aralık 1516’da Mercidâbık’ta Memlükler’e karşı kazanılan zaferden sonra Halep, Hama ve Şam üzerinden güneye doğru ilerleyerek Kudüs’ü ele geçirdi. Kudüs’te 1516’da başlayan Osmanlı yönetimi, Aralık 1917’ye kadar yaklaşık dört asır devam etti. Kudüs’te, İslam devletleri tarafından diğer dinden olanlara yüzyıllardır gösterilen adilane yönetim, Osmanlılar döneminde de devam etmiştir. Din, dil ve etnik menşei gibi farklı özelliklere sahip insanları yüzyıllarca bir arada yaşatma tecrübesi olan “Osmanlı millet sistemi” anlayışının bütün özellikleri burada da hayata geçirilmiştir. Ancak 19. yüzyıla gelindiğinde dengeler değişti. İngilizler bölgeye Yahudi yerleşimini 1879’da somut bir proje olarak Osmanlı Devleti’ne sunarak, bölge topraklarının satılması karşılığında vaat edilen parayla devlet borçlarınızı kapatabilirsiniz önerisinde bulundular. Söz konusu öneriler idari ve siyasi sakıncaları gerekçesiyle Sultan II. Abdülhamid’in iradesiyle kesin bir dille reddedilmiştir. Böylece Yahudilerin Filistin’e yerleşme kapısı kapanmış oluyordu. Ancak II. Abdülhamid’in saltanatı boyunca bazen doğrudan Yahudiler tarafından bazen İngilizler vasıtasıyla benzer talepler hep karşısına çıkmış ve Filistin üzerinde yoğun bir mücadele yaşanmıştır. Bir başka deyişle İngilizlerin Yahudileri himaye hakkına sahip oldukları iddiası hep devam etmiştir.
Yasal yollardan mülk alamayan Yahudiler bu kez başka yöntemler denediler. Bazen kıyafet değiştirip müstear isimle veya benzer bir takım hilelerle mülk sahibi olmanın yollarını buldular. Kimi zaman ise Yahudilerin Filistin’e girmeleri ve kendilerine arazi satılması II. Abdülhamid’in emriyle yasak olmasına rağmen aşağıda detaylarına değineceğimiz üzere küçük çapta arazi satışları görülmüştür. Bunlar asla Filistin halkının tamamına mal edilecek eylemler olmayıp münferit hadiselerdi.
Birinci Dünya Savaşı süresince emelleri doğrultusunda planlı çalışmaya devam eden Yahudiler güçlü gördükleri İngiltere’ye destek verdiler. Filistin’de bir Yahudi Devleti kurma girişiminin ilk resmi adımı İngiliz Dışişleri Bakanı Balfour’un 2 Kasım 1917’de, Filistin’de yurt edinmek isteyen Siyonist Dernekleri Federasyonu adına Lord Rotschild’e yazdığı “Balfour Bildirisi” denilen mektupla atılmış oldu. İngiltere’nin tasarruf yetkisine sahip olmadığı bir bölgede Yahudilere yurt vermeyi vaat ettiği o günlerde Filistin nüfusunun yaklaşık % 85’i Arap’tı ve toprakların da ancak % 2’si Yahudi mülkünde bulunuyordu.
Filistin’de İsrail işgali sonucu ortaya çıkan çatışmalarda ne zaman bir artış görülse, İsrail ne zaman Gazze’ye saldırsa Türkiye’de hemen belli bir kesim tarafından “Filistinliler topraklarını Yahudilere sattı. İsrail bu topraklar üzerinde kuruldu.” iddiası gündeme getirilmektedir. Buraya kadar tarihsel sürecini vermeye çalıştığımız Filistin meselesinde; her ne kadar baltalama çabaları olsa da Osmanlı Devleti’nin bölgede bir Yahudi Devleti kurma çalışmalarını engellediğini görüyoruz. Ülkemizdeki tartışmalardan bağımsız olarak öncelikle “Filistinliler topraklarını sattı” söyleminin bir Siyonist propagandası olduğu gerçeğini vurgulamamız gerekir. “Filistinlilerin toprak sattı” iddiası İsrail işgal yönetiminin Filistin konusunda ürettiği en büyük iftiralardan biridir. İsrail bu söylemle Filistinliler üzerine uyguladığı baskı, şiddet, soykırım ve her türlü gayri insani tutum ve davranışlarına alan açmaya, meşruiyet sağlamaya çalışmaktadır. Bizde bu yöndeki söylemin nedeni ise “bu mesele bizim meselemiz değil” anlayışına gerekçe bulma gayretinden kaynaklanıyor. Büyük resme baktığımızda ise Filistin’deki İsrail’in soykırım uygulamalarına en güçlü tepkinin çıktığı ülkemizde kafa karışıklığına yol açmak suretiyle tepkileri azaltma gayretinin bir parçası olduğu anlaşılıyor. “Filistinliler topraklarını satmasalardı” deyip maalesef müstahak buyotuna taşıyanlar dahi var. Bırakın İslam dünyasını Müslüman olmayan coğrafyalarda hatta azda olsa Yahudiler arasında dahi İsrail’in tutumunu kınayanlar varken bu psikolojiyi anlamak elbette güç.
- yüzyılın sonunda Yahudilerin elindeki 219 bin dönümlük toprak, Filistin yüzölçümünün ancak % 0.73’üdür. Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda Yahudi mülklerinin Filistin’in % 2,5’ini, nüfusunun da % 9’u geçmediği görülmektedir. Yukarıda belirtildiği üzere İngiltere 1917 yılında Balfour Deklarasyonunu yayınlayarak Yahudilere Filistin’de yurt vadetti. 1918’de Filistin’de manda yönetimini kuran İngiltere 30 yıl burada kaldı ve Siyonistlere her türlü desteği verdi. Bu desteğe rağmen, İngilizler Filistin’den ayrılırken Siyonistlerin sahip olduğu toprak oranı %7’ dir ki bu oranlar “ Filistinliler toprak sattılar o yüzden vatanlarını kaybettiler” iddiasını desteklemez. Oranlar 1947’de Birleşmiş Milletlerin Filistin için paylaşım planını oyladığı oturumda alınan kararla da teyit edilmiştir.
İsrail Devleti’nin kurulmasının ardından 1948’de Siyonistlerin elindeki toprak miktarı birden yüzde 78’e yükseldi. 1967 savaşından sonra Batı Şeria ve Gazze’nin de işgal edilmesiyle İsrail 2 milyon dönüm yeni Filistin arazisini daha Yahudi yerleşimine açtı. Bahse konu olan süreçlerin tamamı silah zoruyla ve soykırımla gerçekleşmiştir. Bu süreçte gönüllü toprak satışı şeklinde bir uygulama asla söz konusu olmamıştır. Aksi yöndeki her türlü anlayış başta küçük masum çocuklar olmak üzere Filistin’de şehit olanların kemiklerini sızlatır.
Filistinlilerin arazilerinin iddia edildiği gibi gönüllü bir şekilde Yahudilere sattığı iddiası asılsızdır. Osmanlı döneminden başlayarak Filistinli köylülerin arazilerinin çeşitli baskı, borçlandırma, hile ve sahtecilik gibi yöntemlerle ellerinden alınmıştır. Araplar, ekonomik yönden zor duruma düşürülerek topraklarını satmaya mecbur edildi. Mesela hasat zamanı limana yanaşan buğday yüklü gemiler, buğday fiyatının düşmesine sebep oluyordu. Bu uygulama ertesi sene de tekrarlanınca, evvelce toprağını ipotek ettirmiş olan köylü, bu sefer toprağını satmak mecburiyetinde kalıyordu. Buna ek olarak İngiliz manda yönetimi tarafından Filistinli çiftçilere yüklenen ağır vergileri de belirtmek gerekir. Bir yandan ticarette bu ve benzeri manipülasyonlar uygulanırken diğer yandan Filistin’deki askeri ve sivil bürokratlardan rüşvet karşılığında Yahudilerle işbirliği yapanlar olmuştur. Bu işbirliği Filistinlilerin yaptığı bir işbirliği değildi ancak işbirliğine konu olan arazi onlarındı. Rüşvet alan şahıslar toprak transferinin alt yapısını oluşturuyordu. Yahudilerin satın aldığı toprakların % 52,6’sı Filistinli olmayan toprak sahiplerinden, 1858 tarihli Arazi Kanunnamesi neticesinde toprak sahibi olmuş, toprakla doğrudan bağı olmayan ve şehirlerde yaşayan zengin Suriyeli ve Lübnanlı kimselerdi. Filistinliler “topraklarını sattı” iddialarını gündeme getirmek ve tekrar etmek Siyonizm’e ve İsrail’in bölgeyi insansızlaştırma politikalarına yardımcı olmak demektir. Siyonizm anlayışına göre işgal edilen Filistin topraklarındaki insanlar, insan dahi kabul edilmemekte, bu topraklar insansız olarak görülmektedir. İsrail Devleti’nin kurulduğu topraklar üzerinde yüzbinlerce Filistinli yaşıyordu. Bunlar kendi topraklarından uzaklaştırıldı. Mülteci kamplarına ve Filistin’e komşu ülkelere sürüldü. Filistinliler için Birleşmiş Milletlerin 194 sayılı ve çeşitli kararlarında “geri dönüş hakkı” kavramı bulunmaktadır. Toprağını gönüllü olarak satanlar için böyle bir uluslararası hukuki kararın olamayacağı gayet açıktır.
Arap âlimleri, 1935’te Yahudilere toprak satmanın caiz olmadığına ve Yahudilere toprak satan veya satılmasına vasıta olanların Müslüman mezarlığına gömülmeyeceğine dair fetvalar yayınladılar. Ulema buna dair geniş bir kampanya başlatarak pek çok yerde halkı toplayarak Yahudilere toprak satılmayacağına dair söz aldı. Bu çalışmalar sonucunda Yahudi’ye arazi satmanın haram olduğu yönünde yaygın bir kanaat oluşturulmuştur Ayrıca kurulan vakıflar marifetiyle bazı köylerde toprak alımı yapılarak topraklar vakıf mülkü haline getirildi. Filistinli iktisatçı Ahmed Hilmi Paşa tarafından yönetilen bir fon bu vakıfları finanse etti.
Dünyanın en büyük açık hava cezaevine dönüştürülen Gazze’de Filistinliler soykırıma tabi tutulurken “Filistinliler topraklarını sattı” iddiası üzerinden bir gündem oluşturmak hedef şaşırtma taktiğinden başka bir şey değildir.
Netice itibarıyla bırakın, “Filistinliler topraklarını sattı” üzerinden suni gündem oluşturmayı veya bu gündeme destek vermeyi, Filistin’in ve Filistinlilerin yanında yer almamız için pek çok neden bulunmaktadır.
Her şeyden önce insan olmak bunu gerektirir. Onca yaşlı, kadın ve masum çocuğun öldürülmesine insan olarak nasıl kayıtsız kalıp rıza gösterebiliriz.
Müslüman olarak Filistinlilerin yanında yer almalıyız. Bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (s.a.s) şöyle buyurmaktadır: “Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, haksızlık yapmaz, onu düşmana teslim etmez. Müslüman kardeşinin ihtiyacını gideren kimsenin Allah da ihtiyacını giderir…” Müslümanlar olarak bu hadis-i şerifin buyruğu doğrultusunda hareket etmeyecek miyiz? Kardeşlerimiz katledilirken fitnenin yanında mı yer alalım?
Türk olarak Filistinlilerin yanında yer almalıyız, Türk tarihi bu sorumluluğu her birimizin omuzuna yükler. İslam coğrafyasının pek çok yerinde Türk’ün tarihi misyonunu bilen ve onu bekleyen insanlar varken onlara yüzümüzü çeviremeyiz.
Sonuç yerine, İsrail Devleti’nin kuruluşundan günümüze Yahudi baskı, şiddet, sindirme ve soykırım uygulamalarına dayalı olarak Filistin coğrafyasında meydana gelen değişimi gösteren harita yukarıda yazıya ilişkin görselde verilmiştir.
KAYNAKÇA
Armaoğlu Fahir, Filistin Meselesi ve Arap- İsrail Savaşları (1948-1988), İş Bankası Yayınları, Ankara, 1991.
Avcı Casim, “Kudüs”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/kudus#2-fethedilisinden-hacli-istilasina-kadar (31.10.2023).
Demirkent Işın, “Kudüs”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/kudus#3-haclilar-donemi (01.11.2023).
El-Aselî Kâmil Cemîl, “Kudüs”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/kudus#5-osmanli-donemi-ve-sonrasi (01.11.2023).
EnginVahdettin, Pazarlık, Yeditepe Yayınevi, İstanbul, 2010.
Harman Ömer Faruk, “Kudüs”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/kudus#1 (30.10.2023).
Karaman M. Lutfullah, “Filistin”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/filistin (29.10.2023).
Mukaddes Miras Kudüs, Editör; Abdulbaki İşcan, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2022.
Öke M. Kemal, Kutsal Topraklarda Siyonistler ve Masonlar, Çağ Yayınları, İstanbul, 1990.
Selam Şehri Kudüs, Yayın Yönetmeni, Fatih Kurt, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2022.
Tomar Cengiz, “Kudüs”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/kudus#4-memlukler-donemi (01.11.2023).
https://www.trthaber.com/haber/gundem/filistinlilerin-toprak-sattigi-iddiasi-tarihi-gerceklerle-ortusmuyor-805457.html (Erişim: 30.10. 2023)
https://www.ekrembugraekinci.com/article/?ID=1152&fbclid=IwAR2KTfNfHVivoFI2lWI5h8TFwh6673ZrXd2AQqQ1XaQ8baAPRYyHSYh9BEg (Erişim: 30.10. 2023)
https://www.google.com.tr/search?q=filistinle+ilgi+metinler&sca_esv (Erişim: 30.10. 2023)
https://serbestiyet.com/haberler/tartisma-israil-filistinlilerin-sattigi-topraklarla-mi-kuruldu-145439/ (Erişim: 30.10. 2023)
https://teyit.org/dosya/filistin-halkinin-toprak-sattigi-iddiasi-hakkinda-neler-biliniyor (Erişim: 30.10. 2023)