İlm, sadece bilgi ve bilim ile bir tutulalıdan beri hiçbir şeyin tadı tuzu kalmadı ne yazık ki… Yani Yûnus Emre Hazretlerinin “İlim ilim bilmektir” bilişi artık çok gerilerde kaldı. “Vahdeti kesrette bulmak kesreti vahdette hem / Bir ilimdir ol ki cümle ilm ü irfân andadır” diyen Niyâzî-i Mısrî Hazretlerinin ilm ü irfânını da arar olduk! Leskofçalı Gālib bize “İlm ise maksad eğer ârif-i nefs ol Gālib” demişken, biz nefsimize mağlup olduk, iyi mi?
Gerçi ilim, sadece bilgi, bilim demek değilmiş; nazarî olarak da elde edilebilen bilgiler bütünüymüş amma, neyse… Yahyâ Kemal’imizin dediği gibi “İlmin derin görüşleri, aklın hünerleri / Doldurmuyor[muş] boşalmış olan hisli bir yeri…”
İlim adamının filim adamı olduğu yerde ilim mi olur cânım! Ya ilim diliniz de filim diline dönüşmüşse; İlmi ile amel etmek, sadece ilimsizlere kalmışsa ve İlmini almak, aklını almaya eş olmuşsa gayrı… Daha ne söylenir ki?
O halde gelin söyleyelim…
İlm-i ahlâk: iki laklak; İlmü’l-âhire: sonumuz zahire; İlmü’l-a’lâ: oldu mu ya; İlmü’l-arz: nerdeydi farz; İlmü’l-beşer: hep mi şaşar; İlm-i ahvâl: gel havanı al; İlmü’l-ebdan: başladık sondan; İlmü’l-edvar: sende ne var; İlmü’l-edyan: Hakk’a mı şükran; İlmü’l-ektaf: kürek de taraf; İlmü’l-araz: çoktur maraz; İlmü’l-esmâ: görmüyon mu sema; İlmü’l-hafâ: gördün mü safa; İlm-i hal: hep orda kal; İlmü’l-havas: hiç etme heves; İlmü’l-hey’et: döner mi et; İlmü’l-huruf: her yer curuf; İlm-i iştikak: hemen şipşak; İlmü’l-kıyâfe: nerede hikâye; İlm-i ledün: nerde dedün; İlmü’l-menzil: yeter tenzil; İlmü’n-nücum: haydi hücum; İlmü’s-sîmâ: benziyor cama; İlme’l-yakîn: yanında bakın… Gerçi Osman Şems’in buyurduğu gibi, “O[n]lar kim rü’yet-i dîdârı bilmez mest-i gaflettir / Sanırlar rütbe-i ilme’l-yakîni ayn-i rü’yettir.”
Yine de efendim siz siz olun ilmi filimsiz görün! Neme lazım…
Efendim ey meded!
aşktı bizimki filimsiz
ilimsizdi ve bilimsiz
ârifî’mse bakakaldı
hep dilimsiz ve kilimsiz…